02 Şubat 2022 04:44

Toplumsal eşitsizlik ve ölü bebekler

Türkiye’deki genel düşüş eğilimi ile birlikte değerlendirildiğinde çatışmalar ve ölümlerin en yüksek olduğu dönemde, bölgede bebek ölümleri de kabaca %20’den fazla artış göstermiştir.

Fotoğraf: Pixabay

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Sağlığın “sosyal belirleyicileri” diye tanımlanan uzun bir liste vardır. Bu listede beslenme, barınma, dinlenme, zararlı alışkanlıklardan uzak durma gibi kolaylıkla anlaşılabilen etmenler yanında, barış, demokrasi, düzenli gelir, iş istihdam durumu, yönetime katılma, hatta küresel ekosistem gibi “ne alaka?” dedirtecek nedenler de var. Aslında bu sosyal ve çevresel faktörlerin gerisinde de tanımsız varlıklar, dağ taş değil, doğrudan doğruya “başka insanlar” vardır.

Yani sizi hasta edenler, ömrünüzü kısaltanlar veya yaşamınızı zehir edenler, sadece genetik yapınız değil, çoğunlukla bunun müsebbibi “başka insanlardır.” Size verilmesi gereken kaynaklara el koyar, hak ettiğiniz refahın çok azını verirler, verdiklerini de ekonomik sistem içinde çabucak geri alırlar. Böylece geniş toplum kesimleri yoklukla ve ıstırap çekerek yaşamlarını sürdürürken, onların refahına el koyan ve devleti yönetenlerle el ele vermiş bir azınlık, bolluk içinde yaşayarak toplumsal eşitsizliğin keyfini yaşarlar. Lenin’e göre bu eşitsizliğin bekçisi, devlettir ve “devlet, bir sınıfın başka bir sınıfı tahakküm (baskı) altına alma aracıdır.” 12 Eylül öncesi devrimciler, bu eşitsizliğe karşı yürüttükleri mücadelelerinde Türk Ceza Yasası’nın meşhur 142. maddesine çarpmışlar ve ironik olarak bu maddeye göre “sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses iktisadî veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek…” ile suçlanıp ağır cezalar almışlardır. Yani, “varlıklı sınıfın tahakkümü kurulu düzendir, olmalıdır ve güvencesi benim, ama yoksul sınıfın egemenliğini getirmek suçtur.” denilmektedir. Daha kısası da “eşitsizlik kural, eşitlik talebi suçtur.”

Eşitsiz bir toplumda yoksul kesimlerin payına daha fazla hastalık, düşük yaşam kalitesi, daha çok engellilik, erken ve önlenebilir ölümler düşmektedir. Pandemi, bu eşitsizliği çok çarpıcı olarak ortaya koymuş, hastalığa yakalanma ve ölümler açısından Kovid-19 neredeyse “düşük gelirli grupların hastalığı” haline gelmiştir. Pandemi sadece eşitsizlik ortamında cirit atmamış, bizzat kendisi de işsizliği ve yoksulluğu körükleyerek yeni bir eşitsizlik yaratmış ya da var olan eşitsizliği derinleştirmiştir. Bir diğer bakış açısıyla, tahterevallinin varlıklı tarafında olanlar pandemide iyice yükselmiş ve zenginliklerine zenginlik katmıştır.

Eşitsizliklere en duyarlı sağlık göstergelerden biri ülkedeki ana çocuk sağlığı göstergeleridir. Zincirin en zayıf halkası olması nedeniyle bu göstergeler ülke içinde ve ülkeler arasındaki eşitsizliği göstermesi bakımından önemlidir. Bu göstergeler ülkeler açısından adeta “hangi ülke çocuklarına en iyi sağlığı veriyor, en iyi koşulları sunuyor ve en iyi geleceği vaat ediyor” sıralamasıdır. Örneğin, günümüzde Meriç nehrinin kıyısında doğan bebeklerden, AB üyesi Yunanistan tarafında doğan bebeğin ortalama ömrü yaklaşık 82 yıl iken, nehrin karşı kıyısında yani Türkiye tarafında doğan bebeğin 77 yıl yaşaması beklenmektedir. Bu fazladan 5 yıl ömrü açıklayacak en temel ölçüt, kişi başına düşen milli gelirdir. 82 yıl yaşayacak bebeğin milli gelirden aldığı pay yaklaşık yıllık 20 bin ABD Doları iken, 5 yıl erken ölecek bebeğin aldığı pay 8 bin Dolar civarındadır.

Eşitsizlik ülke içinde, bölgeler arasında da olmaktadır. Milli gelir açısından iki uçta yer alan Marmara bölgesi en yüksek ve Güneydoğu Anadolu bölgesi en düşük düzeydedir. Benzer sağlık göstergeleri açısından karşılaştırılması adeta “aile içi eşitsizliği” göstermesi bakımından anlamlıdır. Türkiye’de 1988’den beri her 5 yılda ve ülke sathında yapılan Türkiye Sağlık ve Nüfus Araştırması (TNSA) bölgesel, toplumsal veya siyasal koşulların, sağlık alanında yarattığı eşitsizliği göstermesi açısından önemlidir. 1988’de Türkiye’de canlı doğan her 1000 bebekten 78’i bir yaşını görmeden ölmekte iken, bu düzey 1993’teki TNSA’da 53’e, 1998’de 43’e, 2003’te ise 29’a düşmüştür. Ancak Güneydoğu’da 1993’te her 1000 canlı doğumda 60 olan bebek ölümü, 1998’de 62’ye yükselmiş, 2003’te 41’e düşmüştür. Acaba 1984 yılından beri özellikle bu bölgede devam eden çatışma ve şiddet ortamının, bebek ölümleri üzerine de bir etkisi olabilir mi? 1988-1993 yılları arasında bölgede gerçekleşen şiddet olaylarında güvenlik görevlisi, militan, sivil ölümlerin toplamı 10 bin civarında iken, 1993’te bölgede doğan her 1000 bebekten 60’ı ölmüştür. 1994-1998 yılları arasında çatışmalarda gerçekleşen ölümler en yüksek seviyesine ulaşmış ve 25 binden fazla iken, 1998’de bölgede bebek ölümü ülkedeki genel düşme eğilimi yerine yükselmiş ve her canlı doğan 1000 bebekten 62’si ölmüştür. Türkiye’deki genel düşüş eğilimi ile birlikte değerlendirildiğinde çatışmalar ve ölümlerin en yüksek olduğu dönemde, bölgede bebek ölümleri de kabaca %20’den fazla artış göstermiştir. Oysa aynı dönemde Marmara bölgesinde bu trend 5 yıllık zaman diliminde sırayla her 1000 bebekten 1993’te 43, 1998’de 39 ve 2003’te 22 ölüm ile Türkiye ortalamasına benzer azalma eğilimde olmuştur.

Marmara bölgesinde 1999’da meydana gelen depremde resmi rakamlara göre 18 binin üzerinde ölüm belirtilse de kamuoyunda çok daha fazla olduğuna dair yaygın bir görüş bulunmaktadır. Depremde saniyeler içerisinde gerçekleşen kitlesel ölümler ve on binlerce yaralı karşısında sağlık sistemi hatta tüm kamusal hizmetler büyük ölçüde çökmüştür. Ölüm sayıları 1994-1998 arasındaki çatışmalara benzer olmasına rağmen, TNSA verilerinde Marmara bölgesinde bebek ölümlerinde herhangi bir yükselme olmamış, genel düşüş eğilimi sürmüştür. Marmara’da 2003’te bebek ölümü 1000’de 22 olmuşken, aynı dönemde 1000’de 41 ile Güneydoğu bölgesinde bebek ölümleri 2 kat fazla gerçekleşmiştir.

Uzun sözün kısası; insan eliyle gerçekleşen bir felaket olan çatışma ve şiddet ortamında bebek ölümleri %20 artmışken, doğal felaket olarak nitelenen depremde sağlık sistemi çökmüş olmasına rağmen bebek ölümleri azalmaya devam etmiştir. Depremden sonra bile Güneydoğuda doğan bebekler, Marmara’da doğan bebeklerden ölüm açısından 2 kat daha şanssız olarak dünyaya gelmiştir. Bu bölgelerarası yapısal eşitsizlik halen varlığını sürdürmekte ve örneğin 2018’de Çanakkale’de bebek ölümü 1000’de 5 düzeyinde iken, Gaziantep, Kilis, Şırnak ve Mardin’de 3 kat fazla olarak 1000’de 15 düzeyindedir. Bu eşitsizliklere müdahale edilmedikçe coğrafyanın kader olması kaçınılmaz olacaktır.

Hekimlerin hasta bakarken, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikler konusunda da önemli tanıklıkları olmaktadır. Sağlığı etkileyen sosyal belirleyiciler konusunda farkındalık taşımaları, toplumu bilgilendirmek, sağlığı yönetenleri uyarmak ve sağlık ortamını düzeltmek konusunda hastalıklarla savaşır gibi mücadele etmeleri, iyi hekimlik değerleri olarak benimsenmelidir. Sağlık ekibinin tüm üyeleriyle birlikte sağlık ortamındaki yanlışları düzeltmek ve eşitsiz tahterevalliyi, dengede bir terazi yapmak için çaba göstermelidir.

8 Şubat… Bu davet bizim!

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI