Hükümet yargıyı bize karşı yönlendiriyor
44 basın çalışanının toplu olarak gözaltına alınıp 35’nin tutuklanmasının üzerinden bir yılı aşkın süre geçti. Bu süre zarfında iki kez mahkemeye gittik; 4 kişi tahliye edildi.
Hakkımızdaki iddiaların tümü gazetecilik faaliyetinin icrasında ihtiyaç duyulan ve üretimde (haber, analiz, röportaj, araştırma v.s.) kullanılan, başvurulan bilgi, belge, doküman, küpür, fotoğraf ile bu amaçla kurulan iletişim içeriklerinden ibaret.
Aksi halde meslektaşımız gazetecilerden, gazeteci örgütlerinden böylesi bir destek ve sahiplenme görebilir miyiz? Uluslararası Gazetecileri Koruma Örgütü (CPJ) gibi bir kurum, özel bir ekip oluşturup hakkımızdaki iddiaları – iddianameyi – inceledikten sonra, hükümetle karşı karşıya gelecek kadar bizim gazeteciliğimize kefil olabilir miydi?
Bütün bunlara rağmen Başbakan Erdoğan (ve kimi hükümet üyeleri), sık sık ve ısrarla kimi silahlı, bombalı eylem ve fillere dair örnekleri kamu oyuna sunarken bizi “terörist” olmakla itham etmişler/etmektedirler. Oysa mahkeme süreci daha yeni başladı. Hakkımızdaki iddianamenin okunması bile henüz yarılanmış değil. Yani hukuken biz masum iken, Başbakan ve diğer yetkililerin bizi “terörist eylem ve faaliyetler nedeniyle içerde” olduğumuzu kesin bir ifadeyle söylemeleri, doğrudan bir yargı üzerinde bir etki oluşturmayacak mı?
Açıkca yargıyı ve yargılamayı baskı altına alacak bu tutum ve duruşta ısrar, olağan olmayan bir duruma işarettir. Kaldı ki, yargılamamamızın “özel yetkili” bir mahkemede yapılması, bu olağan olmayan, olağanüstü/özel konuma dair olduğu doğrulanmaktadır.
Adı üstünde; Özel Yetkili Mahkeme... Ancak aynı zamanda böylesi kurumlarla, olağanüstüler olağanlaştırmak da istenir. “AKP hükümeti üyelerinin, bu meşruiyeti olmayan gözaltıları savunma girişimlerini ve yargı sürecine saygı çağrılarını dehşetle karşılıyoruz” şeklindeki uyarılara karşı hükümet yetkilileri bu operasyonları yargı ile planladıklarını ve devam edeceğini ifade etmişlerdir. Nitekim geçtiğimiz haftalarda Dersim’de 13, İstanbul’da ise gazetemiz muhabirlerinden Sadiye Eser’in aralarında bulunduğu çok sayıda kişi tutuklandı.
Mevcut olağanüstü uygulamalara karşı çıkan, Kürt meselesi başta olmak üzere sorunların demokratik, barışçıl yollarla ve insan haklarına saygı temelinde çözümünü isteyen, ısrar edenler (gazeteci, aydın, yazar, sanatçı, vb.) bizzat Başbakan tarafından isimleri verilerek hedef haline getirilmiştir. Daha çok da gazeteciler bundan dolayı çalıştıkları basın yayın organlarından ayrılmak zorunda bırakılmış veya çıkarılmıştır. Nuray Mert, Ece Temelkuran, Banu Güven, Mehmet Altan, Yıldırım Türker, Ali Akel ve daha birçok kişi...
Az kalsın Çengiz Çandar bile KCK davasında yargılanacaktı. “Terörle mücadele aracılığıyla iktidar yeni bir siyaset aracı dayatmaya çalışılıyor. Böyle bir yapılanma piyasa ekonomisine, toplumsal bir alternatif oluşturan her toplumsal yeniden yapılanma sürecinin önleyici bir şekilde tasfiye edileceğini ima eder, ediyor”. Kısaca bu “toplumun güçle yönetilmesidir.” Bırakalım devam eden KCK operasyonlarını, son ODTÜ’de yaşananlar, hükümet harcamalarının Sayıştay denetiminden çıkarılması, “Başkanlık” ısrarı kuvvetler ayrılığının Başbakanca eleştirilmesi vs. bunun bolca işaretini taşıyor. – Suriye’yi de unutmayalım... Orta sınıf ve küresel yapılanmaya dayanan bu “güç ile yönetme” politikası sonrası artık, (Terörle mücadele bahanesiyle) düşman ile suçlu arasındaki ayrım “yok” edilirken, “her toplumsal hareket terörle mücadele adına suçlanabilir” durumdadır.
Sonuç olarak “olağanüstü dönemlerin yargılamalarını sürdürmek çözüm değil, sürekli hukuki ve siyasal sorun yaratmaktadır.” Artık gelinen noktada, “vicdanı olmayan bir hukuk sistemi üzerinden yaratılan sonuçlar gerginlik ve panik yaratıyor”. Çözüm ancak demokratikleşme ile sağlanabilir.
*1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi İzmit/Kocaeli
Evrensel'i Takip Et