5 Şubat 2022 23:54
/
Güncelleme: 6 Şubat 2022 01:22

Bu daha başlangıç, peşi gelecek; ama nasıl?..

Ne olmuştur da bu kadar kısa bir sürede adeta bir “eylem sağanağı” yaşanmıştır, yaşanmaktadır? Neden şimdi? Şimdinin özelliği nedir?

Bu daha başlangıç, peşi gelecek; ama nasıl?..

Fotoğraf: Eren Ergine / Evrensel 

Ümit YILMAZ

Başta işçi emekçi kamuoyu olmak üzere denebilirse herkes, peş peşe patlak veren işçi ve emekçi eylemlerini ve bu eylemlerin ilk elden ortaya çıkan somut sonuçlarını tartışıyor... Grev ve direniş biçiminde gelişen, madencilikten taşımacılığa, metalden hizmetlere, tekstilden liman, depo, antrepoya, gıdaya, kimyaya kadar farklı sektörleri kapsayan bu eylemci dalga yeni katılımlarla giderek yayılıyor. 
Bu eylemci dalganın özelliklerine ve olası yönelişine geçmeden önce en çok tartışılan ve bu yönüyle zihinleri fazlaca meşgul eden boyutu şudur: Ne olmuştur da bu kadar kısa bir sürede adeta bir “eylem sağanağı” yaşanmıştır, yaşanmaktadır? Neden şimdi? Şimdinin özelliği nedir?

HER ŞEYİN BİR VAKTİ, SAATİ VAR!

Bunu diğer etkenlerin yanı sıra başlıca iki olgu üzerinden açıklayabiliriz. Bunlardan ilki, kısa bir süre önce açıklanan asgari ücrette, 130 bin metal işçisini kapsayan MESS TİS’lerinin ilk altı ayı için alınan yüzde 27’lik zamda olduğu gibi ücret ve maaş artışlarının bırakalım ENAG’ın açıkladığı gerçek enflasyon oranını TÜİK’in açıkladığı “resmi enflasyon-devlet enflasyonu” oranına göre dahi hiç olmasıdır. Bu durum, patronların ücret artışlarını “asgari ücret” etrafında belirleme geleneksel tutumunun bu kez işçiler nezdinde kabul görmemesini beraberinde getirmiştir. Özellikle sendikasız, her türlü sosyal güvenceden yoksun şekilde, türlü aşağılamaya maruz bırakılarak, günde 16-17 saat, asgari ücrete ya da biraz üstünde çalıştırılan işçiler arasında…

İkinci olgu ise birinciye bağlı olarak böylesi bir ortamda işçiler bakımından, taleplerini elde edebilmek için her bedeli göze alarak kapitalistlere geri adım attıracak nitelikte eylem(ler) örgütlemek üzere harekete geçmekten başka çıkar yol olmaması. Tam manasıyla, Barış Manço’nun çok sevilen şarkısında dile getirdiği “İşte hendek işte deve, ya atlarsın ya düşersin” hali yani.

Hendeği ilk önce Sivas Divriği’de Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) iştiraki Erdemir’e ait madende üretim yapan Çiftay firması işçileri, ardından Trendyol işçileri ve “esnaf kuryeler”i atladı. Çiftay patronu madencilere yüzde 51 zam önerdi. İşçiler ise taban ücretleri düşük olduğu için bu oranın üzerine 1000 lira seyyanen zam ve yakacak yardımı talep etti. Üç gün süren direnişin ardından işçiler yüzde 51 oranında maaş zammına ilaveten banka maaş promosyonu, gıda ve yemek farkı ücretleri ile yakacak yardımı olarak her ay 750 TL alacak. İşçiler seyyanen 250 TL aldı. En düşük ücret yer üstünde 5 bin 250 TL, yer altında 7 bin 300 liraya yükseldi. Trendyol’da çalışan yüzlerce esnaf kurye, yüzde 11 oranındaki zam dayatmasını protesto etmek için birçok ilde 24 Ocak’ta kontak kapattı. Yüzde 50 zam isteyen kuryelerin eylemi üç gün sürdü. 26 Ocak’ta Trendyol yönetimiyle yapılan görüşmede yüzde 38.8’lik zam oranında anlaşma sağlandı. İşçiler sınıf güdüleriyle hareket etti. Önünde kendi gücüne güvenmekten başka seçenek yoktu. Güç ise birleştiği, yekpare bir gövde haline geldiği oranda elde edebileceği ‘bir şey’di, öyle yaptı. Son derece meşru taleplerine yaslanarak kendi tarzında mücadeleye girdi ve kazandı.

Elbette ki, her mücadele neticede bir anlaşmayla, sendika bürokrasisinin çok sevdiği tabirle “uzlaşma”yla biter. Ne ki “uzlaşma” vardır uzlaşma vardır. Diplomasi alanında sıkça kullanılan “kazan-kazan” formülünün hamasetten öte gerçek yaşamda bir karşılığı yoktur. Savaşan taraflardan biri boyun eğmeden “barış” ya da “uzlaşma masası” kurulduğu nerede görülmüştür? O yüzden son örneği MESS Grup TİS’inde görüldüğü üzere sendika bürokrasisinin “Hem işveren hem de işçi kazandı, çalışma barışı bozulmadı!” benzeri lafları tam bir safsatadır. 
Çiftay ve Trendyol’da öncekilerden farklı olarak bu kez işçiler kazanmış, patronlar boyun eğmiştir. İşçi sınıfı adına kazanılan bu öz güven tetikleyici olmuş ve benzer eylemlerin peşi gelmiştir... 

"GELECEK" BİR GÜN GELECEKTİR, AMA NASIL?

Bu bağlamda eklenmesi gereken bir diğer husus ise şudur: Sermaye ve “tek adam rejimi”nin ekonomik ve siyasal plandaki saldırıları tahammül sınırlarını zorlayacak raddeye ulaşmış, işçi ve emekçi saflarda mücadele eğilimlerinin gelişmesinin tahrik edici bir unsuru haline gelmiştir. Özellikle politik olarak sıkıştırılmış olmak patlama ögelerinin giderek daha fazla birikmesine yol açmaktadır. 

Bilindiği gibi doğa ve toplum yasaları insan iradesinden bağımsız işler ve koşullar oluştuğunda devreye girer. İnsanın iradi müdahalesi olgunun ortaya çıkıp çıkmamasına değil ancak şu ya da bu yönde ilerlemesi ve/veya sonuçlanması yönünde etkide bulunur. İşçi hareketini giderek daha da sarmalayacağı belli olan bugünkü “mücadele dalgası”, hareketin geleceğinin ne yönde şekillenebileceğinin, daha doğrusu ne yapılırsa işçi sınıfının lehine gelişebileceğinin ip uçlarını fazlasıyla veriyor. Bu açıdan bir noktanın altını kalınca çizmek gerekir: Eylemlerin, örgütlü, örgütsüz farklı sektörlere yayılmasının ve taleplerinin değişkenlik göstermesinin yanında en önemli özelliği doğrudan üretimi hedef alan biçimde (grev, direniş vb.) ortaya çıkmasıdır. Bununla birlikte bunda, eylemlerin motoru olan işyerlerinin örgütsüz olmasının, dolayısıyla sendika bürokrasisinin henüz eylem(ler) üzerinde fiili (kırıcı veya bozuşturucu yönde) bir etki kuramamış olmasının önemli bir payının olduğu göz ardı edilmemelidir. 

Kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken diğer bir yan ise mevcut eylemlerin yaygın ve militanlığına karşın henüz, işçi sınıfının stratejik işletmelerde örgütlü deneyimli kesimlerini kapsamadığı gerçeğidir. İşçi sınıfının mücadele tarihinin bize gösterdiği, bu kesimleri kapsamayan bir hareketin işçi hareketi ve sendikal harekette kalıcı, dönüştürücü bir sonuç doğurmasının zor olduğudur. Buna karşın bu eylemler işçilerin inisiyatifinde gelişip örgütlenmiş olması yönüyle, “işçi tarzı eylemler” olması yönüyle, somut “dönüştürücü unsur”ları tüm yalınlığıyla işçi hareketinin gündemine bir kez daha mühür gibi kazımış olması yönüyle işçi hareketi tarihindeki yerini şimdiden almış bulunmaktadır. 
Metal TİS’lerinin mürekkebi kurumadan metal işçileri “ek zam” talebini dillendirmeye başlamıştır. TÜPRAŞ, Şişecam gibi iki önemli işletme TİS sürecine girmiş bulunuyor. Petrokimya, çelik, madenler, enerji, tekstil, gıda gibi temel sektörlerde ve kamu emekçileri alanında ücret ve maaşlara “ek zam” yapılması talebiyle işçi sınıfı ve kamu emekçilerinin ana gövdesi bir hareketlenme hali içinde. Gelgelelim talep etmek yetmiyor, elde etmek için kararlı, sonuç alıcı bir mücadeleyi örgütlemek gerekiyor. “Hendek-deve” metaforu işçi ve emekçilerin bu bölükleri için de fazlasıyla geçerlidir. Yaşanan “eylem dalgası” kapitalistlere ve sendika ağalarına boyun eğdirmenin yol ve yöntemlerini bir kere daha gösterdiği gibi; işçi hareketinin ilerlemesi bakımından nesnel zeminin olgunlaştığını da bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Temel ders: Birleşip mücadele eden kazanır, “eder gibi” yaparak yandan dolaşmanın kaybedeceği kesindir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Şireci Tekstil 2023’te vergi öncesi kârı 1.6 milyar TL ama 2023’te hiç vergi ödemedi. İşçilere teklifi yüzde 30 zam.

Karafiber 2023’te 6.6 milyar TL değerinde net satış geliri elde etti. Bu satışlardan “kâr etmediğini” öne sürerek vergi ödemedi.

Yalçın Kardeşler Halı 2023’te kendi beyanıyla 44.4 milyon TL vergiye esas kâr elde etti. İşçilere yüzde 34 zam dayatıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et