09 Şubat 2022 06:06

Ölümsüzlüğe dair…

Tarihte bazı ölümler, kişiyi ölümsüzleştiren “büyük ölümler” olarak sarsıcı olmuş ve önemli kırılmalara veya değişimlere yol açmıştır.

Heykeltıraş Helen Wilson-Roe tarafından yapılan, Bristol Royal Fort House'daki Henrietta Lacks heykeli | Fotoğraf: 14GTR/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Hekimlerin şahı olarak nitelendirilen İbni Sina “Kapkara toprağın derinliklerinden Zühal (Satürn) yıldızına kadar, evrende karşılaştığım tüm sorunları çözdüm. Tüm bağlar çözülmüş yalnız biri kalmıştı geriye, o da ölümün bağıydı işte” sözleriyle “ölüm” karşısındaki yenilgisini kabul etmişti. Öte yandan rivayete göre kendisine ölümsüzlük iksirinin formülü verilen ve Eyüp peygamberin kuzeni olduğuna inanılan Lokman Hekim bu formülü kaybederek ölümsüzlüğü elinden kaçırmıştır.

Tarihte simyacıların iki büyük hedefi vardı, ölümsüzlüğe çare bulmak ve bütün metalleri altına çeviren “felsefe taşını” bulmak. Fransız simyacı Nicolas Flamel’in, önce rüyasında gördüğü sonra da Abraham adlı bir Yahudi’den aldığı gizemli bir kitaptan, ölümsüzlüğün formülünü öğrendiği söylencesi epeyce taraftar bulmuştur. 1418’de ölen Flamel’in mezarı açıldığında boş olduğu anlaşılınca, ölümsüz olduğu ve yeniden hayata döndüğüne inanılmış, hatta 1700’lerde bir konserde görüldüğü, fark edilince de kaçtığı iddia edilmiştir.

Bir başka Fransız simyacı/kimyacı Flucanelli 1922’de yazdığı “Katedrallerin Sırrı” kitabında ölümsüzlüğü bulduğunu, verdiği formül ve yöntemlerin yaşlanmayı engelleyerek, ölümsüzlük yolunda bir anahtar olduğunu yazmıştır. 1926 yılında aniden ortadan kaybolan Flucanelli’yi, sadece Fransızlar değil, işgal yıllarında Almanlar da ölümsüzlük reçetesini öğrenmek için tüm Fransa’yı didik didik arasalar da bulamamışlardır. Ancak öğrencileri yıllar sonra daha genç görünümüyle kendisiyle görüştüklerini belirtseler de Flucanelli’yi başkaca gören olmamış, yazdığı eseri sonradan Paulo Cohello’nun Simyacı kitabına ilham kaynağı olmuştur.

Amerikalı bir doktor olan Robert Cornish ise köpekler üzerinde, halka açık yaptığı ölümsüzlük deneyinde, 5 köpeği ilaçla öldürüp 5 dakika bekletmiş, ardından uyguladığı yaşama döndürme girişimleri ve “sallama tahtası” denilen düzenek ile sallayarak 3 köpeği yeniden hayata döndürmüştür. Ölümden kısa süre sonra, bu sallama tahtası ile dolaşıma yardım edildiğinde yeniden hayata dönülebileceğini iddia etmiştir. Dr. Cornish bu deneyi insanlar üzerinde de yapmak istemiş ve bu amaçla, ölüm cezasına çarptırılmış bir mahkum ile anlaşarak benzer uygulamayla onu hayata döndürebileceğini söylemiştir. Ancak gerek yetkililer gerekse davanın karşı tarafı bu deneye şiddetle karşı çıkmış ve yapılmasını engellemiştir. Onlara göre, eğer bu kişi ölüm cezası infazından sonra diriltilirse, cezasını çekmiş olacağından artık özgür olabilecektir.

Ölümsüzlük araştırmaları büyük iddialarıyla devam ederken, mütevazi bir hücre çalışmasının “ölümsüzlüğü” keşfedeceğini kimse tahmin edemezdi. 8 Şubat 1951’de 31 yaşında serviks (rahim ağzı) kanserinden ölen Afrika kökenli Amerikalı ve 3 çocuk annesi Henrietta Lacks’tan alınan kanserli hücrelerle ilk ölümsüz hücre dizisi oluşturulmuştur. Adı ve soyadının ilk iki harfiyle “HeLa hücreleri” denilen bu hücreler klonlanarak çoğaltılmış ve dünyanın her yerine serbestçe dağıtılmıştır. Henrietta Lacks’ın hem frengi hem de genital siğil olarak bilinen HPV’yi taşıması yüzünden, bağışıklık sisteminin baskılanması sonucu HeLa hücrelerinin sınırsız çoğalabildiği anlaşılmıştır. Bu özelliği nedeniyle de HeLa hücreleri kanser araştırmalarından aşı denemelerine, kök hücre çalışmalarından toksikolojiye çok sayıda yöntem, ilaç, tıbbi ürün ve hatta aşı geliştirilmesinde kullanılmıştır.

Bu hücreler kansere neden olan veya onu baskılayan genlerle ilgili araştırmalarda kullanıldığı gibi, uçuk, lösemi, grip, hemofili ve Parkinson hastalığının tedavisine yönelik ilaçların geliştirilmesinde ve yaşlanmanın geciktirilmesi, laktoz sindirimi, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, apandisit ve kanalizasyonda çalışmanın olumsuz hücresel etkilerini incelemek gibi birçok alanda kullanılmıştır. HeLa hücreleriyle yapılan buluş ve geliştirilen yöntemlerden yaklaşık 11 bin adet patent alınmıştır. Ancak, çocuk felci aşısını bu hücreler üzerinde geliştiren Jonas Salk, “aşının patentinin kime ait olacağı” sorulduğunda, bugünkü rakamlarla yaklaşık 7 milyar dolarlık serveti elinin tersiyle iterek, ölümsüz bir cevap vermiştir: “İnsanlar, sanırım. Patent diye bir şey yok. Güneş’i patentleyebilir misiniz?”

Henrietta Lacks’ın boyu 150 cm ve kilosu da 60 kg civarında iken, ölümünden sonra ondan çoğaltılan hücreler yan yana eklendiğinde dünyanın çevresini 3 defa saracak uzunlukta ve hücreler teraziye konulsa 50 milyon ton ağırlığında olabileceği hesaplanmıştır. Bu hücreler uzay araştırmalarında da kullanılmış ve Henrietta’nın hayalini bile kuramadığı uzay yolculuğunu, hücreleri gerçekleştirmiştir. Henrietta Lacks öleli 71 yıl geçmesine rağmen ondan üretilen hücreler her gün daha fazla çoğalarak yaşamaya devam ediyor. Ölümsüzlük diye buna derim ben! Onun yaşamı ve sonrası “Henrietta Lacks'ın Ölümsüz Hayatı” adıyla hem bir kitap hem de aynı isimle bir sinema filmine konu olmuştur.

Tarihte bazı ölümler, kişiyi ölümsüzleştiren “büyük ölümler” olarak sarsıcı olmuş ve önemli kırılmalara veya değişimlere yol açmıştır. Örneğin dinsizlik ve gençlerin ahlakını bozmakla suçlanan ve adil olmayan bir yargılamada yaptığı savunması ile ölümsüzleşen 70 yaşındaki Sokrates’in ölümü bu niteliktedir. “Seni haksız yere idam ediyorlar” diye göz yaşı döken eşi Ksantippi’yi teselliye çalışarak “Ne yani? haklı yere idam etselerdi, daha mı iyiydi?”

Bir başka görkemli ölüm, evlatlığı Brütüs’ün de içinde olduğu grup tarafından Jül Sezar’ın suikastle öldürülmesidir. Son hançer darbesini Brütüs vurduğunda Sezar, nankörlük ve ihaneti anlatan en etkileyici anlatımlardan biri olan “Et tu Brütüs” yani “Sen de mi Brütüs?” sözünü söylemiştir.

İsa peygamberin, Kudüs’te dönemin Roma Valisi Pilatus’un emriyle çarmıha gerilerek öldürülmesi de tarihteki büyük ölümlerden biridir. Hristiyan dünya bu ölümü unutmamış İsa’nın ölümü, dirilişi ve göğe yükselişini kutsal olarak kabul etmiştir. 

İslam dünyasında da Hz. Ali’nin İbn-i Mülcem tarafından öldürülmesi, önemli bir yarılmaya yol açmış ve Şii mezhebinin doğmasına neden olmuşken, oğlu Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi ise ciddi bir ayrışmayı tetiklemiştir. Yine Hallac-ı Mansur, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin’in öldürülmelerinde, ölüm fermanını verenler unutulmuşken, kendileri hem tarih önünden hem de halkın gözünde ölümsüzleşmiştir.

Yakın dönemdeki en görkemli ölümlerden biri Ernesto Che Guevara’nın Bolivya’da CIA operasyonu ile 1967’de öldürülmesi olmuştur. Ancak Che Guevara öldürülse de ölümsüzleşmiş ve tüm dünyada sosyalist devrimci hareketlerin sembolü olmuştur. 

Ülkede sonuçları itibarıyla Che’nin ölümüne en çok benzetilebilecek ölümler, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının darağacında can vermeleri olmuştur. Ancak bu ölümler ülkede sosyalist devrimci hareketlere daha fazla ivme kazandırmış ve Muhyi’nin “Sayılmayız parmak ile, tükenmeyiz kırmak ile…” dediği gibi düşünceleri, mücadeleleri dalga dalga büyümüş, yaygınlaşmış ve onları ölüme gönderenlerin istediklerinin tam tersi olmuştur. Ahmed Arif’in “Ölüme nasıl gülerdi” diye betimlediği gibi, Denizler cesurca ölüme gitmişler, cellatlarını ve ölümü, “ölümsüzlükle” yenmişlerdir.

“Baba,

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.

Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında âciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu .....
Oğlun Deniz Gezmiş”

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI