İnancın arkeolojisi: Gökten ve gaipten alınan ilhamlar
“İnanmak insana mahsustur” ama ayağa kalkıp kaderini bir yumak gibi ellerine almak da insana mahsustur. İnsan iki ayağı üzerinde doğrulmuştur ve önünde duran her şeyi değiştirecektir.
Umut COŞAR
İstanbul
Eski toplumlarda yaşamı ve toplumu anlama ve düzenleme ihtiyacına yanıt veren; yağmurun, depremin, ölümün sebebini, karıncalar kadar çok olan karıncaları, ağacı ve göğü açıklayan asayişi tesis eden ve cezaları düzenleyen ve tortusu daha kurumsal formlara bürünerek günümüze kadar gelen geleneksel inanışlar bugün itibar kaybetmektedir. Birçok toplumda kitleler, atalarının dinlerini terk etmekte ve inançsızlar arasına katılmaktadır. Dinlerden azade bir hayat tarzını benimsemekte ve benliklerini dogmalardan özgürleştirmektedirler. En azından yüzeyde görünen böyledir. Derinlere indiğimizde bir başka gerçeklik ile karşılaşmaktayız, seküler dinler…
Kuantum, karma, astroloji, simülasyon, enerji ve daha birçokları… Çağımızın yeni insanı, yeni tanrılar yaratmakta oldukça mahirdir. İçinde bulunduğu koşulları anlamak için gezegenlerin ileri geri hareketine başvurmaktadır. Yaşadığı bir sorun karşısında, evrenin sevk ve idaresinde bulunan kozmik enerjinin olay yerine intikal edeceğini düşünmektedir. Geleceğine ve geçmişine dair umut verici bir nüveyi kahve fincanın acı telvesinde görme beklentisinin çaresizliği içerisindedir. Tüm bunlarda süpermarket raflarında satılan üçüncü sınıf kitapların, medyanın, kültürün muhakkak etkisi vardır ama hakikat sanki daha başka bir yerdedir. Mütemadiyen yeni dinler icat etmemizin sebebi nedir?
NEDEN “YENİ DİNLERE” İHTİYAÇ DUYARIZ?
İnancın rahatlatıcı olma, konfor sağlama gibi bir işlevi mevcuttur. Yaşamın bizden özge, bizden büyük ve gizil bir güç tarafından kurgulandığı inancına bağlılık birçok açıdan rahatlatıcıdır. Bu gücün kudreti, bizim kudretimizin çok ötesindedir. Yaşama, dünyaya ve evrene yön veren şey bu güçtür. Bu gücün bu denli muktedir oluşu, insanları kendi yaşamlarında inisiyatif alma imkanından mahrum bırakmaktadır ya da inisiyatif alma motivasyonuna olumsuz yönde ket vurmaktadır. Bu omnipotans; insanı kendi yaşamını kendi avuçlarında büyütemeyen, kendi elleriyle yaratamayan edilgen canlılar olarak kılmaktadır. Her şey belirlenmiştir, rıza göstermekten başka bir şey elden gelmez.
Kadir-i mutlak güçlerin yaşamı yönlendirdiğine inanma davranışı, asıl sorunların sorumlularını da gizlemeye yaramaktadır. Allah, karma, evren, gezegenler, kahve telvesi, içinde yaşadığımız simülasyonun -evet, bu sıralar duymaya çok alıştığımız “Türkiye Simülasyonu” ifadesi de bu türden bir düşüncenin çıktısı, açığa çıkışıdır. İnsan ve toplum eliyle gerçekleşecek bir değişim o kadar imkânsız gözükmekte ve siyasal düzen bu imkansızlıkla aynı ölçüde o kadar absürd görünmektedir ki bunun en yalınkat biçimiyle açıklaması ancak bir “Türkiye Simülasyonu”nun içinde olduğumuzdur- asıl gerçekliği başka bir yerdedir. Nerede olduğu bilinmez ama erişilmez olduğu bellidir. Asıl sorumlular, mistik perdelerin arkasına inananlar tarafından saklanmasaydı muhakkak onları haklamak için harekete geçmek gerekecekti. Aksiyona geçemeyen insanların dahi içinde sorumluları bilme fakat bir şey yapamamanın huzursuzluğu olacaktı. Patronuna, ebeveynlerine, öğretmenlerine, hükümetine ve müesses nizama karşı yaşamını ve onurunu kurtarmak maksadıyla harekete geçtiğinde ise yaşamının bir daha aynı şekliyle sürüp gitmesi imkansıza yakın bir hale gelecektir. Yeni bir tempo kazanacaktır. Bu tempo belki yıkıcı, belki yaratıcı bir görkemle ivmelenecektir ama kesin olan şu ki pek çok şeyi değiştirecektir. Öyleyse bu inanışlar, statükoyu sürdürülebilir kılmakta ve isyan edememenin huzursuzluğundan insanı kurtarmaktadır. Kişiyi acizleştirmekte, yaşamına etki etmesinden alıkoymaktadır. Yaşam, üzerinde düzenleme yapılamayan kilitli bir “word dosyası” -maalesef- değildir.
GERÇEKLİKTEN KAÇIŞIN YOLU
Tüm bu çağdaş spiritüel kuşatma, kişiyi maddi dünya karşısında yalnızca atalete sürükler gibi görünmesine karşın aslında daha tehlikeli bir işi de başarmaktadır. Neoliberal “Just do it!” kültüründen de istifade ederek kendini bireyci bir kişisel gelişim kültü gibi dayatma özelliklerini elde etmektedir. “İnanırsan başarırsın”, “sadece iste”, “bütün güç içten gelir”, “sadece şimdiki zaman vardır”… Çeşitli anda kalma ritüelleri, meditasyon seremonileri, şükür günlükleri, evrene istenilen bir şeyi “manifest etme” törenleri... Günün 24 saatine ve bilincin tamamına talip olan bir düşünce ve yaşam tarzı... Geleceğe dair kolektif ve somut bir tasavvuru olmayan, evreni istenilen malzemeyi temin eden ve kendi iç bürokrasisi olan bir levazım deposu olarak ele alan fakat bu depodan da yalnız iPhone 12 Pro Max talep edebilen sınırlı ve küntleşmiş bir bilişsel ufuk... Din gibi yapılanan bu yaşam tarzı siyasi ve iktisadi düzen karşısında eyleme geçmekten kurtardığı bu ruhlara kendi yaşamlarına dair ezici bir sorumluluk, performans baskısı ve suçluluk yüklemektedir.
İnanmaya duyulan bu müthiş tutkuda, dünyanın mevcut haline yönelik bir itham, bir ütopyaya hasret vardır. İnananlar, elimizdeki haliyle mevcut dünyanın adaletli bir yer olduğu konusunda kötümserdir. Bu yüzden karma inancında olduğu gibi iyi bir şey yapanın iyi şeyle karşılaşacağı, kötü şeyler yapanın kötü şeylerle karşılaşacağı; nihai sonda mutlak adaletin sağlanacağı gibi anlatılara aldanmak aslında var olan katastrofik gerçeklikten kaçışı sağlayan bir yoldur. Adalet duygusunun tatmin edilemediği gerçek dünyadan, mutlaka ilahi adaletin sağlandığı sanal dünyaya iltica eden ruhlar… Bu açıdan inanç, haksızlıkla içsel anlamda başa çıkmanın kitlesel bir yoludur.
DEĞİŞTİRMEK DE İNSANA MAHSUSTUR
Bu başa çıkma durumu, adaletsizliğin olumlanmasına neden olmaktadır. Bu dünyada adaletten ümit kesmek ya da adaleti gökten ve gaipten ummak düzen içindeki gerçek sorunlara gerçek çözümler bulmayı zorlaştırmaktadır. İnsanların istikbaldeki muhayyel adalete aldanıp, kaskatı bir gerçeklikle arz eden adaletsizlikleri sineye çekmesine neden olmaktadır. Göksel adalet anlayışı, insanlığı tembelliğe, pasifize etmeye ve duyarsızlaştırmaya yaramaktadır. Bu dünyada hakiki bir adaleti tesis etme arzusundan alıkoymaktadır.
Belki bunların hepsi doğrudur. Astroloji, karma, evren, İslam, totem inanışları… Belki bir simülasyondayızdır. Yaşamımıza büyük, gizil, mutlak bir güç yön veriyordur. O zaman dahi bu yazı geçerliğini koruyacaktır. Çünkü bunların olup olmaması değil, yaşamımız üzerindeki etkisi önemlidir. “İnanmak insana mahsustur” ama ayağa kalkıp kaderini bir yumak gibi ellerine almak da insana mahsustur. İnsan iki ayağı üzerinde çoktan doğrulmuştur ve önünde duran her şeyi değiştirecektir.