Bir savaştan kaçarken başka bir savaşın kucağına düşmek
“Zaten bu insanlar can korkusundan bu ülkeye sığınmıyor mu? Yaşamak için sığınmıyor muyuz? Bu can korkusu ne zaman bitecek?”
Görsel: Pixabay
E. AVA
İstanbul Aydın Üniversitesi
Türkiye uzun yıllardır Ortadoğu ve farklı bölgelerden insanların buluştuğu bir nokta olarak biliniyor. Türkiye, Avrupa’ya olan coğrafi yakınlığı ve yıllar önce Birleşmiş Miletler Mülteci Örgütü (UNHCR) ile yaptığı anlaşmadan dolayı bölgenin göç ve iltica merkezlerinden birine dönüşmüştür.
Günümüzdeki çatışmaların sayısı, karmaşıklığı ve uzun süreye yayılması zorla yerinden edilmenin Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan bu yana görülmemiş bir düzeye ulaştığını gösteriyor. Halihazırda dünyada 80 milyona yakın insan çatışma, yaygın şiddet ya da insan hakları ihlalleri sebepleriyle yerlerinden edilmiş durumda.
1960’tan bu yana, BM Mülteci Örgütü (UNHCR) sığınma ve mülteci konularında Türkiye ile iş birliği içerisinde. Mevcut iş birliğine resmiyet kazandırıp bu iş birliğini sağlamlaştıran Ev Sahibi Ülke Anlaşması ise 1 Eylül 2016’da imzalandı.
Suriye savaşının başlamasının ardından Türkiye’deki mülteci sayısında ciddi bir artış gözlemlemek mümkün. Ancak on yıllık bu süreçte Türkiye Suriye’nin yanı sıra İran, Afganistan, Afrika ve Arap ülkeleri yoğun olmak üzere birçok yerden göç ve iltica kabul ediyor.
Türkiye’nin toplam ekonomik kriz gidişatı ve entegrasyon programının zayıf olması ise toplumsal krizleri yaratıyor. Mülteci ve göçmenler arasında okumak için Türkiye’ye gelen veya Türkiye’de doğan, dolayısıyla Türkiye’deki eğitimin bir parçası olmak zorunda olan öğrenciler özellikle lise döneminde çeşitli zorluluklar yaşıyorlar.
Dil faktörünün en önemli sorun olmasıyla birlikte akran, öğretmen, mahalle baskısı ve maruz kalınan ayrımcılık, bu öğrencilerin doğal eğitim sürecini neredeyse ortadan kaldırıyor ve eğitim haklarını ellerinden alıyor.
Türkiye’de son dönemlerde artan şoven propagandalar ile mülteciler hedef tahtası haline getirildiler. Siyasilerin Türkiye’nin mevcut çeşitli sorunlarının sorumluluğunu mülteci ve göçmenlerin üzerine yıkarak ırkçılığı pekiştiren tutumları, zaten entegrasyon sorunu yaşayan mülteciler ile yerli halk arasındaki “Türkiyeli ve öteki” kavramını derinleştirdi ve farklı boyutlara ulaştırdı. Mültecilere yönelik sözel ve zaman zaman fiziksel şiddet dehşet verici boyutlara ulaştı.
Ankara’nın Altındağ ilçesinde yüzlerce kişinin Suriyelilerin ev ve iş yerleri taşlaması, İzmir’de üç Suriyeli işçinin yakılarak öldürülmeleri, İstanbul Bayrampaşa’da yaşayan Suriyeli bir gencin bir grup saldırgan tarafından evi basılarak öldürülmesi ve benzer örnekler mülteci ve göçmenleri korkutuyor.
BARINMA SORUNU GÖÇMENLER İÇİN DAHA DA YAKICI
İstanbul Aydın Üniversitesi çok sayıda uluslararası öğrenciye sahip bir üniversite. Farklı uyruklardan gençler yan yana aynı kampüsü paylaşmalarının yanı sıra geleceğe de birlikte bakıyorlar.
Biz de İstanbul Aydın Üniversitesindeki uluslararası öğrencilerle artan ırkçı söylem ve saldırıları konuştuk.
İlk olarak Suriye uyruklu Odyometri öğrencisi kadın arkadaşımız Sh. G. ile sohbete başlıyoruz.
"Ben ailemle yaşıyorum ve öğretim hayatım hiç kolay olmadı. Dil konusunda şanslıydım çünkü küçükken Türkçeyi öğrendim. Yine de hep ırkçı söylemlere maruz kaldım. Çalıştım ve bu bölümü kazandım. Üniversitede ırkçılığa maruz kalmıyorum, bu da beni mutlu ediyor. Birçok arkadaşım var ailesiyle yaşamayan, biraz onların yaşadıklarını aktarmak istiyorum. Barınma sorunu bu sene baş verdiğinde "Mülteciler geldiler, bizim yerlerimizi aldılar" söylemleri çok döndü durdu. Bizim göçmen arkadaşlarımızı hala yer bulmuş değiller çünkü KYK yurtları zaten yerli öğrenciler için. Özel yurtlar ise usulsüzlük yaparak uluslararası öğrencilerden daha fazla para talep ediyor, bazen de ödemeyi dolar olarak istiyorlar. Şimdi bir de ev durumlarına bakalım: "Ben yabancıya ev vermem.", "Kesinlikle yabancı olmaz." gibi söylemlerle bize ev vermeyen çok fazla kişi var. Veyahut normal fiyatın üç katı ücret istiyorlar. Hak veriyorum, elbet her ülkenin kötü insanı vardır ama bazı insanların hepimizi aynı kefeye koyup sürekli aşağılamaları ve kandırmaya çalışmaları çok onur kırıcı. Kanmıyoruz, mecbur kalıyoruz." diye anlatıyor arkadaşımız.
GÖÇMENLER SINIRIN BU TARAFINDA DA YAŞAM SAVAŞI VERİYORLAR
İranlı arkadaşımız Saeed L. ile de artan ırkçı söylemler üzerine konuşmaya başlıyoruz. Saeed Tıp Fakültesi öğrencisi, üç yıldır Türkiye'de.
"Öncelikle şöyle başlıyayım, kimse zor durumda kalmasa ülkesini veya yaşadığı yeri terk etmek istemez. Ama keyfi olarak da başka yerde yaşama isteği olabilir tabii, neden dünyanın bir noktasında doğup sonuna kadar orada yaşamak zorundayız ki? Konuyu çok dağıtmak istemiyorum. Biz İranlılar çok fazla ırkçılığa maruz kalmıyoruz gibi görünüyor ama bu durumun ilerde değişmez diye bir şey yok. Suriyeli ve Afganistanlı arkadaşlar çok vahim süreçler sonucu Türkiye'ye sığınmışlar, onlara karşı tutum ve söylemler ise dehşet verici. Bence ırkçı söylemlerle bu durumu bu hale getiren herkes bu insanların ölmesinden sorumlu. Göçmen ve mültecileri hedef göstererek birçok şeyin üstünü kapamaya çalışıyorlar. Ben bunu kendi ülkemde de gördüm. En yüksek konumdaki insanlardan Twitter'da tweet atıp ırkçılığı savunan kişilere kadar herkes bu durumun sorumlusu. Ama tabii bunların önlenmesi mümkünken bu sağlanmıyor. Bence durum çok kötü, etrafımda olan Afganistanlı göçmen arkadaşlar çok korkuyorlar. Evlere saldırı ve baskından söz ediyoruz, daha korkunç ne olabilir ki? Zaten bu insanlar can korkusundan bu ülkeye sığınmıyor mu? Yaşamak için sığınmıyor muyuz? Bu can korkusu ne zaman bitecek?” diye ifade ediyor düşüncelerini.
Göçmen ve mülteci öğrencilerin diğer tüm öğrencilerle aynı haklara sahip olmaları gerekmekte. Irkçı söylem ve saldırılar onların hayatlarına yeni bir darbe vurmakla birlikte onları yaşamdan da uzaklaştırıyor. Doğru entegrasyon programları ile mülteci buhranının aşılması, eğitimi, mülteci ve göçmen öğrenciler için daha ulaşılabilir kılacaktır.