Üretim çılgınlığının gölgesinde iklim krizi
Uzayın derinliklerinde kaf dağının ardındaki mucizeyi ararken yanı başımızdaki hayatın kaynaklarını hoyratça tüketiyoruz.
Fotoğraf: Pixabay
Dünya genelinde hüküm süren üretim çılgınlığının iklim krizine yol açtığını olduğunu biliyor muydunuz?
1780’li yıllarda Sanayi Devrimi ile başlayıp üretim ve teknolojiyle de bütünleşen iklim krizi, özellikle son yıllarda devletlerin büyük oranda tedbir almasını gerektiren ciddi bir durum halini aldı.
Bunun ana nedeni Sanayi Devrimi’yle perçinlenen üretim şeklinin günümüze kadar aynı şekilde devam etmesi ve bu sistemin hep daha fazlasını üretmek üzere kurulu olmasından kaynaklıdır.
Avrupa’da yapılan bir araştırma, son yedi yılın küresel olarak açık bir farkla dünyadaki en sıcak yedi yıl olduğunu ortaya koydu. Araştırma verilerine göre 2021’de yıllık ortalama sıcaklık 1991-2020 referans dönemi sıcaklığının 0,3°C, sanayi öncesi seviye olan 1850-1900 ortalamasının ise 1,1 ila 1,2 derece üzerinde.
1,5 °C’luk sıcaklık artışıyla her yirmi böcek ve omurgalı türünden birinin yanı sıra her on bitkiden biri de anlık olarak kapladıkları alanların yarısından yok olacak. 2 °C’da ise bu oran bitkiler ve omurgalılar için iki katına, böcekler için ise üç katına çıkmakta.
Türlerin bu kadar büyük bir oranda kaybolması dünyadaki birçok ekosistemi çöküş riskine sokacaktır. Mahsullerin tozlaştırılması, verimli toprakların devamlılığı, sellerin engellenmesi, suyun saflaştırılması ve bundan çok daha fazlası için sağlıklı ekosistemlere muhtacız. Ekosistemlerin korunması, canlıların yaşayabilmesi ve refahı için olmazsa olmazdır.
BİREYSEL TEDBİRLER TEK BAŞINA YETERLİ OLMAYACAK
Tabii ki elimizden geldiğince bireysel tedbirler almamız gerekir fakat insanı çevresi şekillendirir. Bizi şekillendiren çevre, iklim krizine sebep olan üretimin kesilmeyip aksine devam ettiği bir gerçeklikten oluşuyor. Öte yandan fabrikaların, şirketlerin ürettiği kirliliğin yanında bizim karbon ayak izimiz ancak bir mikroorganizmanın dünyada kapladığı yer kadar bir alana sahiptir.
Uydu verileri kullanılarak yapılan ilk analizlere göre karbondioksit ve metan konsantrasyonları 2021’de de artmaya devam etti. Oysa gerek Paris İklim Anlaşması gerekse en son Kasım 2021’de Glasgow’da yapılan COP26 İklim Zirvesi’nde başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere BM üyesi birçok ülke sera gazına yol açan karbondioksit emisyonlarını sınırlama sözleri vermiş, bunları niyet programları olarak BM’ye sunmuşlardı.
Verilen sözler ve yapılan programların hiçbir işe yaramadığı, iklim krizine neden olan kapitalist ülkelerin (ki iklim krizine yol açan karbon emisyonlarının yüzde 75-80’ine başta Çin olmak üzere en gelişmiş 20 ülke ekonomisini temsil eden G20 ülkelerinin yol açtığı bilimsel olarak kanıtlandı) kendi yarattıkları sorunun çözümünü sağlayabilecek bir ekonomik-ekolojik ve felsefi dönüşümü yaratamayacakları bu son verilerle bir kez daha teyit edilmiş durumda.
Ülkelerin iklim taahhüt ve politikalarının potansiyel etkilerini takip eden bilim insanları ve politika uzmanlarından oluşan “İklim Eylemleri Takip” (Climate Action Tracker -CAT) grubu 40 ülkenin taahhütlerini inceleyerek yeterlilik durumlarını sıraladı. Nature dergisinde yer alan CAT’ın verilerine göre ülkelerin çoğu şu an Paris İklim Anlaşması’ndaki hedefe ulaşma konusunda taahhütlerinin gerisinde kalıyor. CAT’ın iklim taahhütleri ve politikalarını "kritik derecede yetersiz" bulduğu 6 ülke arasında Türkiye de yer alıyor.
CAT’ın hazırladığı tabloda politikaları ve taahhütleri yeterli ve yetersiz durumdaki ülkeler şöyle:
Yüksek derecede yetersiz ülkeler: Kanada, Meksika, Kolombiya, Brezilya, Arjantin, Ukrayna, Kazakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Hindistan, Çin, Güney Kore, Vietnam, Endonezya, Avustralya, Yeni Zelanda
Eylemsizliğe yakın ülkeler: Türkiye, Rusya, Suudi Arabistan, İran, Tayland, Singapur
Yetersiz ülkeler: ABD, Peru, Şili, Güney Afrika, Japonya, Avrupa Birliği, Norveç, İsviçre
Neredeyse yeterli ülkeler: Kosta Rika, Birleşik Krallık, Nepal, Fas, Nijerya, Etiyopya, Kenya
Yeni yaşamlar için uzayın derinliklerine pahalı seyahatler yaparken sanki kaf dağının ardındaki mucizeyi bulacakmışız gibi tüm kaynakları tüketip abıhayatın yanı başımızda olduğunu göz ardı etmekteyiz.