09 Şubat 2022 23:45

Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Evet, aşk bir sarmaşıktır, bir yöneliştir, bir düşme halidir, eksiğin itirafıdır, bir inkâr çabasıdır ve burada eksik bıraktığım her şeydir.

Fotoğraf: Pixabay

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Bu yazının başlığı olarak kullandığım cümle 1907 doğumlu İngiliz şair Wystan Hugh Auden tarafından yazılmış bir şiirin adıdır. İngilizce adı “O tell me the truth about love” olan bu cümlenin çevirisi “Bana aşk hakkındaki hakikati anlat” olarak çevrilebilirdi. Yani bana bırakılsa bu kadar kuru bir çeviri ile Türkçeleştirebilirdim. Neyse ki bu şiire benim ya da benim gibi birinin kalemi değil de Can Yücel’in kalemi değmiş.     

Böylece aşk kâh şıpıdık terliğe benzetilmiş, kâh kandil simidine, hatta kokusu hacı yağına bile benzetilmiş. Çiftetellinin coşkusu da bulaşmış aşka, ağır aksak bir havanın hüznü de aşkı bulmak için Küçüksu’ya da bakılmış, Çamlıca’ya da çıkılmış. Ama şiir başladığı gibi bitmiş. Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Hakikaten üzerine ben diyeyim binlerce siz deyin milyonlarca sayfa şiir, öykü, roman, mektup yazılmış; sayılamayacak kadar beste yapılmış, Afrika’nın susuzluğuna çare olacak kadar gözyaşı dökülmüş bu aşkın aslı astarı nedir ki…  

Türk Dil Kurumuna göre aşk; “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” imiş. İnsanın nasıl yani, aşk bu muymuş diyesi geliyor. Türk Dil Kurumu kesmeyince ben de aşk kelimesinin kökenine bakayım dedim. Aşk kökünü Arapçadaki aşeka sözcüğüne dayamış. Aşeka sarmaşık anlamına gelmekteymiş. Yani sarıp sarmalayan bir aşık…    

Aşk bir yöneliştir. Türkçede biri için “seni seviyorum” derken, yani kimi sevdiğimizi belirtebilirken “seni aşığım” diyemeyiz çünkü dilimiz varamaz. “Sana aşığım” diyebiliriz ancak, yani bir yönelişi ifade etmek durumundayızdır. Bu noktada Marcel Proust’a kulak verebiliriz. Proust “Kayıp zamanın izinde” yaptığı yolculuğun ikinci durağında “Çiçek açmış genç kızların gölgesinde” soluklanır. İşte o soluklanmada şöyle der: “Aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır. Onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.”

Aşk bir düşme halidir. Her ne kadar Türkçede “olmak” fiiliyle aşkı birleştirsek de bence aşka düşülür hem de apansız. İngilizceden Türkçeye genelde âşık olmak (falling in love) diye çevirdiğimiz tanım aslında tam anlamıyla aşka düşmek olarak çevrilebilir. Hatta Albert Einstein düşme ile yerçekimini ilişkilendirerek “Aşka düştüğün için yerçekimini suçlayamazsın” demiştir.

Aşk eksiğin itirafıdır. Haruki Murakami Kim âşık olmuşsa, kendisinin eksik parçalarını arıyordur. Bu tıpkı, uzun zamandır görmediğin birinin odasına girdiğinde bulduğun anılar gibidir.” diyerek aşk ile eksiğin ilişkisini anlatmaya çalışır. Lacan eksik konusunda eli biraz daha yükseltir ve “Aşk sahip olmadığını vermektir. Sahip olduğunu vermek parti yapmaktır, aşk değildir.” der. Bu noktada Bruce Fink, Lacan’ın cümlesine bir dip not koyarak konuyu noktalar: “Sende olanı vermek kolaydır, bunu herkes yapabilir. Esas anlamlı olan sende olmayanı vermektir.”

Aşk bir inkâr çabasıdır. Örneğin Charles Bukowski elinde sigarası ile verdiği bir video söyleşide aşka dair; “Gün doğmadan uyandığınızda bir sis görürsünüz ya... Kısa bir süre orada durur ve birden yok olur gider… Aşk, gerçekliğin ilk ışıklarında yok olacak bir sistir.” der. Bukowski’nin aşk tanımında bir inkâr çabası olsa da gerçekliğin ilk ışıklarına kadar kısmi bir kabulleniş de vardır. Oysa Oscar Wilde aşkı “karşılıklı bir yanlış anlama” olarak tanımlar. Sanırım aşkın inkârının vücut bulmuş hali Johann Wolfgang von Goethe’dir. Goethe “Aşk, zaman kaybından başka bir şey değildir.” der. Goethe’nin bu cümleyi 74 yaşında 19 yaşındaki Ulrike von Lewetzow’a aşkından önce mi yoksa sonra mı söylediğini bilmiyorum ama bize bu inkârdan kalan Marienbad Ağıdı’dır. 

Evet, aşk bir sarmaşıktır, bir yöneliştir, bir düşme halidir, eksiğin itirafıdır, bir inkâr çabasıdır ve burada eksik bıraktığım her şeydir. Çünkü insan kendi biricikliğinde sunar eksiğini ötekine, hem de kendi meşrebince. Kim bilir, belki de aşk yaşam akıp giderken bir ezgi denizine ekleyebildiğin notalardır…

Meraklısına not: Bu yazıyı yazarken eşlikçim Frederic Chopin’in Noktürnleriydi. Eksik olmasın…

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI