14 Şubat 2022 23:17

Mülteciler yoksulluğun sorumlusu değil, mağduru!

Prof. Dr. Ayhan Kaya değerlendirdi: Toplum, sorumluluğu savunmasız insanlara yansıtarak okumak yerine bu sorunu karşımıza çıkaran, yönetemeyen siyasete, iktidara ve muhalefete yönlendirmeli.

Pazarkule'de Yunanistan polisinin attığı biber gazından etkilenen kadın mülteci | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

“Güngören’de tekstil firmasında çıkan yangında 5 mülteci hayatını kaybetti. Gelen bilgiler mültecilerin tuvalete kilitlendikleri yönünde.”

“Edirne İpsala’da Mandakoru mevkiinde donarak yaşamını yitiren göçmen sayısı 19’a yükseldi.”

“İzmir Güzelbahçe’de bir şirkette çalışan 3 Suriyeli işçinin gece uykudayken kaldıkları odaya benzin dökülüp yakılarak öldürüldüğü ortaya çıktı.”

Örnekler sayısız. Adres, isim, tarih değişiyor; sonu değişmiyor. Donarak, yanarak, boğularak ölüyor mülteciler. Meriç’in, Akdeniz’in suları, tekstil atölyeleri mezarları oluyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin verilerine göre en fazla mülteci barındıran ülke statüsündeki Türkiye’de geçen yıl 94 mülteci/göçmen işçi hayatını kaybetti. Bunlar yalnızca kayda geçenler.

27 Ocak 2022 itibarıyla kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 736 bin 91 kişi. Buna diğer ülkelerden gelen mültecileri de eklediğinizde sayı 5 milyona yaklaşıyor. Son yıllarda yapılan tüm araştırmalar artan yoksulluk nedeniyle biriken öfkenin çoğu zaman mültecilere yöneldiğini gösteriyor. Peki neden, dahası bundan sonra ne olacak? Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya anlatıyor.

ANLAŞMALAR ROTALARI DEĞİŞTİRİYOR

Son yıllarda mültecileri konuşurken en fazla kullandığımız kavram ‘Güvenlikleştirme’ 18 Mart 2006’da Türkiye ile Almanya ve Hollanda arasında bir mutabakat imzalandı. Burada temel yaklaşım ‘Mülteciler Avrupa sınırına gelmesinler, geldikleri transit ülke olan Türkiye’de kalsınlar’dı. Bunun karşılığında bazı ödünler verildi; Türkiye 6 milyar avroluk finansal katkı aldı. Sonrasında sınırda güvenlik arttı, Avrupa Sınır Ajansına ait Frontex güçleri sınıra yerleştirildi. Bu güçler, mültecileri geldiği ülkeye geri itti. Yunanistan’a geçmek isteyen mültecilerin kıyafetleri ve telefonlarına el konularak geri itilmesi sık yaşanan bir durum oldu.

Türkiye ile yapılan anlaşma sonrası mültecilerin göç yollarında önemli bir değişim yaşandı. Göç bu defa Afrika koridorunu izlemeye başladı; Libya’dan İtalya’ya ve diğer Akdeniz ülkelerine geçmeyi denedi mülteciler. Bu kez Libya-İtalya arasında 2016’dakine benzer bir mutabakat imzalandı. Akdeniz’deki ölümlerde azalma oldu. Bu defa göç yolu Karadeniz’in kuzeyine, Belarus’a, Polonya sınırına kaymıştı. Rotalar değişti ama sonuç değişmedi. Türkiye hükümeti ölümlerden Yunanistan ve AB’yi; Yunanistan ise Türkiye’yi sorumlu tutuyor.

GÜVENLİKLEŞTİRME AMA KİMİ, NEYİ?

‘Güvenlikleştirme’ neydi, ne içindi? Profesör Doktor Ayhan Kaya ortak sorumluluğa işaret ederek şunları söylüyor: “İnsanları sadece sayı olarak gören uygulamalar ve politikalar nedeniyle, insanların geri gönderilmeye devam edildiğine tanık oluyoruz, maalesef bu ölümlerle sonuçlanıyor. ‘Güvenlikleştirme’ politikaları ailelerinin ve kendilerinin hayatlarını kurtarabilmek için evlerinden, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan, zorla yerinden edilen insanların, insan olarak görülmeleri yerine, ulusal güvenliğe tehdit oluşturan nesneler olarak görülmelerine neden oluyor.”

Kaya’ya göre “Güvenlikleştirme” pratiği ve söylemi, ‘Göçmenlerin olduğu yerde sorun vardır’ ön yargısını doğuruyor. Şöyle devam ediyor Kaya: “Bu algıya göre göçmenler işsizlik, yüksek kiralar, suç, yoksulluk gibi pek çok sorunun kaynağıdır. Ve onlar gittiği zaman sorunların çözüleceği var sayılır. Bilimsel veriler bize göçmenlerin karıştığı suç oranlarının ‘yerleşik’ olanlarla kıyaslandığında karşılaştırılamayacak kadar düşük olduğunu gösteriyor. Çünkü en ufak bir yanlışta sınır dışı edileceklerini bilirler. Ama buna rağmen böyle bir ön yargı var. Suriyelilerin çalışma hayatında, gündelik hayatta, eğitimde ayrımcılığa maruz kaldığını görüyoruz. ‘Gecenin geç saatine kadar eğleniyorlar; onlarda ar ve utanma yok’, ‘Utanma olsaydı kendi devletlerini, ülkelerini savunmak için kalır savaşırlardı’, ‘Kendi ülkelerinden kaçtılar, bizim askerlerimiz İdlip’te onlar için savaşırken onlar zevki sefa içinde yaşıyorlar’ gibi ön yargıların son dönemlerde giderek arttığını görüyoruz.”

YOKSULLUK NÖBETLEŞE; YA ÖLÜMLER?

Bu söylem ve uygulamalar mültecilerin yaşamlarını daha da zorlaştırıyor. Göçmen işçiler ellerinden kimlikleri, pasaportları alınarak kayıt dışı ve denetimsiz iş yerlerinde çalışmaya zorlanıyor. Kayıt dışı mülteci işçi sayısı arttıkça ölüm listelerinde adları daha çok görülür oldu. Son örnek Güngören’den: Tekstil malzemeleri üretilen 4 katlı işyerindeki yangında 5 mülteci işçi hayatını kaybetti. Yangından altı saat sonra hayatını kaybeden işçilerin tuvalette kilitli kaldığı anlaşıldı.

Ayhan Kaya şöyle anlatıyor: “Geçmişte alan çalışması yaparken Bağcılar’da, Esenler’de gün yüzü görmeyen atölyelerde çalışan, sömürülen, tacize uğrayan yüzlerce Kürt gençle görüşmeler yapmıştık. Bir zamanlar zorunlu göçle İstanbul’a, Mersin’e gelen Kürtlerin yaşadığı yoksulluğu bu defa Suriyeliler yaşıyor. Kapitalizm açısından baktığımızda değişen hiçbir şeyin olmadığını görüyoruz. Hikaye aynı, aktörler değişiyor. ‘Nöbetleşe yoksulluk’ diyoruz buna.” Yoksulluk nöbetleşe de ölmek değil… Yerli, göçmen, mülteci işçiler aynı tezgahta çalışıyor, ölüyor.

MÜLTECİLER GÜNAH KEÇİSİ

İstanbul, Ankara, Hatay, Antep gibi pek çok şehirde mültecilere dönük toplu saldırılara tanık olduk. Peki mülteciler neden hedef oluyor? Ayhan Kaya anlatıyor: “Pandemi sonrası işsizlik, yoksulluk ve toplumsal gerilimler iyice arttı. Toplumsal gerilimlerin, siyasal gerilimlerin ve iktisadi sorunların yaşandığı dönemlerde savunmasız diye tanımladığımız göçmenlerin-mültecilerin toplumun bir kısmı tarafından, daha yoksul olan gruplar, günah keçisi olarak tanımlandıklarını görebiliriz. Yoksulun yapacağı bir şey yoktur, kirayı düşüremez, yapıyı değiştiremez, işsizliğine çözüm bulamaz. Olsa olsa yapabileceği şey ‘İşsizim çünkü işimi elimden alan Suriyeliler vardır, mülteciler vardır’a sarılmaktır."

İKTİDAR PRATİĞİ: ENSAR’DAN GERİ DÖNÜŞE

Burada iktidarın değişen pratiğine de bakmak gerekiyor. 2011’de Suriye savaşından kaçan milyonlarca mültecinin Türkiye’ye gelmesi AKP’nin Esad’ın altını oyma stratejisinin bir parçasıydı. Sayıları neredeyse 4 milyonu bulan Suriyeli geçici koruma altındaki mültecilere ‘misafirlerimiz’ diyordu iktidar. ‘Misafir’le birlikte en çok duyduğumuz kavram ‘ensar’dı. Ancak epeyce bir zamandır iktidar mültecileri koruyan pozisyonda görünmemeye gayret ediyor. Ayhan Kaya, 2019 yerel seçimlerini işaret ediyor: “O seçimlerin hemen ardından iktidar partisi, seçimleri kaybetme nedenlerden bir tanesi olarak mülteci ve Suriye politikaları olduğuna kanaat getirdi. O noktadan itibaren entegrasyon, uyum vs. tartışmalarını bir yana bırakıp ‘geri dönüş’ söylemini ön plana çıkardı. AKP vatandaş olmayan, oy almadığı kişileri zaten yok sayıyor. Onlar olsa olsa ucuz iş gücüdür. AKP’li iş verenler Suriyeli işçilerden memnun olduklarını söyleyebiliyorlardı. Bir taraftan ‘Ensar’… İşin iç yüzüne baktığımızda bir ekonomik sömürünün olduğunu görebiliyoruz. ‘Ensar’ söylemi bana soracak olacaksanız Türkiye’deki egemen simsar söyleminin üstünü örten bir söylem olarak ortaya çıkıyor.”

NE ZAVALLI NE HEDEF: HAK TEMELLİ ANLAYIŞ

Muhalefet partilerinin yaklaşımlarında da ciddi sorunlar olduğuna dikkat çekiyor Kaya: “Kendi seçmenini mülteci karşıtlığı üzerinden konsolide etmeye çalışıyorlar. Sürekli olarak ‘geri dönüş’ söylemini kullandıklarını görüyoruz. Bu insanların, kabaca 4 milyon diyorum, o ya da bu şekilde bir kısmı ya üçüncü bir ülkeye gidecek. Hayatları pahasına da olsa o zorlu yolculuğu denemeye devam edecekler, bir kısmı da yasal yöntemlerle Avrupa Birliği veya Birleşmiş Milletler tarafından başka ülkelere yerleştirilecekler. Ama her koşulda bir kısmı burada kalmayı tercih edecek. Bunu bilerek hareket edilmesi gerekiyor. Bunu yönetmesi gereken devlettir. Bunu yönetmeyip doğal düzenin yaratılmasından yana bir tavır sergilediği zaman ‘Sen yolunu bilirsin’ demeye getiriyor. İşte orada kiralar artar, gün yüzü görmeyen evlere büyük kiralar istenir, vahşi şekilde sömürülür… Bir de mültecileri zavallı olarak gösteren, savunmasız, pasif, yardıma muhtaç gösteren, bir dini söylem söz konusu. Kendinin altı görüyor, eğlendiğini gördüğü zaman da bir takım ön yargılar gündeme geliyor. Bu da en az düşmanlaştırıcı söylem kadar sorunlu. Bir iaşe anlayışı değil hak temelli bir anlayış gerekiyor. Konunun göç ve yerlilik boyutuyla değil de yoksulluk, adaletsizlik boyutuyla ele alınması gerekiyor. Çoğunluk toplumu burada sorumluluğu savunmasız insanlara yansıtarak okumak yerine bu sorunu karşımıza çıkaran, yönetemeyen siyasete, iktidara ve muhalefete yönlendirmeli diye düşünüyorum.”

ÖNCEKİ HABER

Bakan Özer: "Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği" taslağını askıya çıkardık

SONRAKİ HABER

İnşaat Mühendisleri ile Harita ve Kadastro Mühendisleri Odalarının İstanbul Şube seçimleri yapıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa