16 Şubat 2022 06:42

Sürek avı

Kişiler sürümcülerin yarattığı korku ve tehlikelerden kaçarken, pusudaki bağcıların hedefi olabilmektedir.

Fotoğraf: Pixabay

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Köylüler karlı bir kış gününde, traktörlerle toplanacakları meydana gelmişler yaktıkları ateşle ısınıyorlardı. Her yeni gelen traktör ilgi ve heyecan uyandırıyor, gelenler sıraya dizilenlerle tek tek tokalaşıp ateşin başına geçiyorlardı. Farklı köylerden gelen avcılar, tam tekmil giyim kuşam ve silahları ile bir an önce avın başlamasını bekliyorlardı. En deneyimlilerinden Recep Ağa yüksekçe bir yere çıkıp herkese, “Hoş geldiniz ağalar, safalar getiriniz, avımız hayırlı uğurlu olsun, Allah hepimize iyilik sağlık versin” deyip selamladıktan sonra ilk önemli kuralı hatırlattı: “Şimdi herkes tüfeğini kırsın ve içinden fişekleri çıkarsın!” Ardından birazdan başlayacakları sürek avını anlatmaya başladı: “Burada hepimiz sürümcüyüz, yan yana sözgelimi 20 metre aralıkla aynı hat üzerinden gidip, Kırık deresindeki bağ yapan ekibe ulaşacağız. Bu mesafe aşağı yukarı 3 saat sürecek, önümüze tavşan, domuz, kurt, tilki, sığırcık ne çıkarsa silah atabilirsiniz, ama sağa, sola veya geriye doğru atmak yasak. Herkes yanındakini kollasın, körlemesine silah atmak yasak.” Yürüyüşe başlamadan, uzak bir noktaya diktikleri şişeye topluca ateş ederek av tüfeklerini test ettiler.

Mermisi çok olanlar az olanlara verip, sohbet ederek, güle oynaya ormana daldılar. Kıdemli avcılar ve yöreyi bilenler grup içine serpiştirilerek diğer avcıların kaybolma riskini azalttılar. Kar yumuşamıştı ve üzerine basınca ayak derine gidiyordu, ağaç dallarından tutunarak bazen düşe kalka yürüyorlardı. Kıdemlilerden Halil Ağa’nın, tilki avlama konusunda şanı yürümüş ve kendisi “tilkici” diye biliniyordu. Şaşırtıcı av öyküleri vardı: “Bak yavrum, avcı da tilki kadar kurnaz olmalı, bu iş sadece av değil akıl oyunu, kim kozunu iyi oynarsa o kazanır.” Derken anlatmaya başlar: “Tilkiler arazide yamaç gibi yükseltilere çok sayıda birbirine bağlı delik açıp oralarda yaşarlar. Nerede, hangi delikte olduğunu iyi bilmezsen, o bir delikten çıkıp uçar gider, sen orada saatlerce tilkinin çıkmasını beklersin. Çok yamandır çok! Göz açıp kapayıncaya kadar delikten kaçıp kurtulur.” Anlatırken heyecanlanıyor, el kol hareketleriyle adeta olayı yeniden yaşıyordu. “Tilkiye kaçacak delik bırakıp, diğer deliklerde ot yakıp dumana boğduracaksın. Tüfek atışa hazır vaziyette deliğin önünde bekleyeceksin, kafasını çıkarır çıkarmaz ateş edeceksin!” “Peki ya vurduktan sonra ne işe yarıyor?” diye sorulunca “Postu iyi para ediyor, üstümdeki bu avcı yeleği ve ayağımdaki çizmeleri son vurduğum tilki postuyla aldım.”  

Mis gibi temiz havada, parlak kış güneşi altında ilerlerken, sağ taraftaki avcılardan bazıları, aniden tüfeklerini ateşlediler: “Vurduk, büyükçe güzel bir tavşan, akşama tavşan tiridi var!” Tavşanı vuran Saim Ağa, 10 yıl kadar Almanya’da çalışıp kesin dönüş yapmıştı: “Yahu ben tavşan yemeden duramıyorum, avını da etini de çok seviyorum.” “Saim Ağa, peki Almanya’da ne yapıyordun? Marketlerde var mıydı?” Birden gözleri büyüdü ve sesi kısıldı: “Yoktu, ama ben hiç tavşansız kalmadım. Nasıl mı? Almanya’da parklar tavşan dolu, kimse dokunmaz ve tabi silahla avlanamaz. Ama ben ne yapıyordum? Akşam saat 23:30’dan sonra arabayla parka gidiyorum, çevreyi kolaçan ettikten sonra, arabamın uzun farlarını yakıp hızla tavşanların üstüne sürüyordum, farlar gözünü alınca hiçbir yere kaçamıyorlardı. Her defasında en az 3-4 tavşana çarpıp bu şekilde avlayarak çuvala koyuyor, arabayla eve getiriyordum. Hepsini banyoda yüzüp, artan parçaları uzaktaki kilisenin çöpüne koyuyordum. Kiliseden çöp parası alınmadığı için sorun da çıkmıyordu. Sonrasında güzelce yiyorduk, bitince tekrar parka gidiyordum. Hiç tavşansız kalmadım.”

Gidilen yol yarılanınca herkeste yorgunluk ve üşüme belirtileri baş göstermişti, Recep Ağa “uygun yerde mola verelim, herkes tüfeğini kırsın ve boşaltsın”. Mola yerinde çam çırası ve kozalaklarla ateş yakılmasıyla, avcılar ateşin çevresinde oturup azık çıkınlarını açtılar. Birbirlerine ikramlar, ısrar etmeler, ayakta gezinerek yiyecek dağıtmalar ve sonrasında av hikayeleri: “Bir keresinde domuz avına köyün doktorunu da götürdük, bir köylüden emaneten aldığımız tüfekle, pusuda domuzları bekleyen ekibin içinde yer aldı. Domuzlar pusuya doğru yol alırken bizim doktor sigara içiyormuş meğer, domuzlar da kokuyu alıp pusudan uzaklaşmışlar. Bunun üzerine “avı bozduğu” için doktora tavuk alma cezası kestik, alınan tavukla ekipten birinin evinde tirit yapılarak afiyetle yenildi.”

Sürümcü ekibi kalkıp, yeniden yola koyulduğunda nihayet en az iki üç km önlerinde, bağcılara doğru giden domuz sürüsü gördüler. Domuzlar sürümcülerden kaçıyorlar ancak yolun sonunda pusuya yatmış bağcılara doğru gidiyorlardı, bütün dikkatleri arkalarındaydı ve güvenli mesafeyi koruyarak aslında ateş hattına doğru ilerliyorlardı.  Bağcı ekipte konuşmak, hareket etmek, herhangi bir ses çıkarmak, sigara içmek yasaktı, bulundukları konum darboğaza hakim tepeler, ağaçlar ve buralarda gizlendikleri yerlerdi. Domuzlar için tek kurtuluş sağa veya sola yönelip o yöne kaçmak ve bağcıların ateş menzilinden çıkmaktı, ama olmadı. Büyük bir domuz gurubu dar boğaza girdi, darboğazın sonundaki dere bu bölgede geçişe izin verecek kadar sığdı.

Çok sayıda yavru domuzun da olduğu sürü, hızla dereden geçip sık ağaçlı ormana ulaşmak istercesine telaşla dar boğazın ortalarına geldiğinde avcıların elleri tetikteydi. Nefesler tutulmuş sürü menzile girmişti, derken ilk atış duyuldu... arkasından aralıksız seri atışlar… ince, tiz domuz çığlıkları… yavruların kaçışması… düşen, can çekişen domuzlar. Her şey neredeyse bir dakika içinde oldu. Altı domuzun yanında iki yavru da yerde yatıyordu, avcılar atış alanına indiler, can çekişenlere yakın mesafeden yaptıkları atışlarla son çığlıkları da susturdular. Ortalık kan revan içinde, domuz bedenlerinden yükselen buharlar… Başarılı bir final ve keyifle birbirlerini tebrik eden avcılar… Silah seslerine koşan sürümcüler de bağcıların yanına gelebildiler… Domuz bedenlerinde adeta ölü muayenesi yapar gibi, dom dom kurşunlarının giriş çıkış deliklerinin kontrolü… Ortalık kan kokusu… Büyükçe bir domuzun yanında, iki minik yavru domuz… “Annesi olabilir, yavrularına siper olmuş gibi, keşke yavrular vurulmasaymış.” 

İstanbul’dan domuz etini almak için gelen kasaplarla başlayan pazarlık hızla sonlanıyor, rayiç belli zaten. Domuz eti haram kabul edildiği için alenen yiyen yok, bazen çevredeki köyler köpeklere yedirelim diye vurulmuş domuzları götürürmüş ve bir rivayete göre kendileri de tadına bakarlarmış.  Kasaplardan alınan parayı avcı başı kendi adalet duygusuyla dağıtıyor: “Az çok demeden alın şunu, traktöre mazot koyar ya da mermi alırsınız.”  Avcılar dağılmaya başlıyor ve bir sürek avı da böyle bitiyor.

Sürek avında sürümcüler gürültü çıkarıp, teneke çalarak, avlarını tam istedikleri noktaya yani bağ yapmış pusuda bekleyen avcıların üzerine sevk etmektedir. Esas tehlikenin arkadan geldiğine inanan avlar, bu şekilde kolaylıkla tuzağa düşmektedir. 

Aslında, oluşturulan tehlike algısı ile gerçeklik arasındaki fark açıldıkça, sürek avlarının tuzaklarına düşmek kaçınılmaz olacaktır. Baskıcı iktidarlar, kişilerin duygu, tutum ve davranışlarını, istenilen konu etrafında manipüle ederek, yarattığı “algı yönetimi” ile kitleleri seçilen siyasal amaçlara uygun hale getirebilmekte ve istedikleri noktalara sürükleyebilmektedir. Kişiler sürümcülerin yarattığı korku ve tehlikelerden kaçarken, pusudaki bağcıların hedefi olabilmektedir.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI