Direniş meşalesi gemi söküm işçilerinde
"Günde toplam 6 bin ton metal hurda çıkaran şirketlerin cirosu astronomik! Bu kadar kazanan şirketler ücret artışı isteyen işçilerin talebi olan miktarı 50-100 lira daha düşürmek için bastırıyor."
Arşiv | Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Turan KARA
İzmir
Necmettin Giritlioğlu kavşağından rafinerilere doğru sapınca, hafifçe yükselen tepeye çıkan yolun sonu, varlığı onu görene kadar hissedilmeyen körfeze ulaşır. Aliağa yarımadasının en ucunda ege gübre limanı ile gemi söküm tesisleri limanı yan yana durur. Buraya varıncaya kadar uzanan ince ve kıvrımlı yol boyunca sağda TÜPRAŞ’ın uzun rafineri bacaları, geniş ve büyük basınçlı yayvan depoları, solda yeni yapılan ve gösterişli edasıyla neredeyse yıllanmış ve emektar TÜPRAŞ’ın tepesinde onu ezer gibi duran afili Star Rafineri vardır.
Sabah erken saatlerde henüz gün doğmamışken, ışıl ışıl tesisler ve bacalardan insanı bayıltacak gibi yoğun benzin, LPG, gaz kokusu yayılır. 2-3 km sonra yamacın altında 40-50 grostonluk hurda gemilerle dolu gemi söküm çöplüğünde gemiler parçalanmış haldedir. Eski gemi mezarlığına ulaşıncaya kadar yol kenarı artık gemilerden taşınan atık tekneler, yemekhane malzemeleri, kaptan köşkü sabık malzemelerinden oluşan hurdalar, tahta yığınlarıyla doludur.
GÜNLÜK CİROSU 1 MİLYON OLAN PATRONLAR İŞÇİLERE 500 LİRA ÇOK DİYOR
Aliağa’da toplam 22 gemi söküm tesis bulunuyor. Gemi Geri Dönüşüm Sanayicileri Derneği (GEMİSANDER) Başkanı Kamil Önal ekonomi gazetelerine yaptığı açıklamalarda, 22 tesisin toplam geri dönüşüm kapasitesinin yaklaşık 1 milyon tona ulaştığını, yıllık olarak hurdaya ayrılan AB bayraklı gemi tonajının ise yaklaşık 2 milyon ton olduğunu, AB listesine dahil olan tesislerin söküm kapasitelerinin de 1-1.5 milyon ton olduğunu böbürlenerek, gözleri parlayarak anlatıyor.
İşçilerle yaptığımız kaba hesapla, tesislerin tümünde günde yaklaşık 6 bin ton metalin kamyon ve tırlarla HABAŞ, İDÇ, Ege Çelik ve diğer çelikhanelere taşındığı sonucu çıkarıyoruz. Yine de mütevazı bir rakam, gerçek daha fazlası olabilir. Hurdanın tonu bu aralar yaklaşık 8 bin lira. Ortalama bir işletme günde 120 ton hurda keser ve taşır, bunun para karşılığı günlük 1 milyon liraya yakındır. Bakır alüminyum vb. maden hariç sadece 6 bin ton metal hurda çıkaran tüm gemi söküm bölgesi için toplam ciro astronomik!
“Bu daha ne ki? Bakır alüminyum çinko gibi madenleri, atık malzemeleri, odunu neler neler var kazanç olarak” diyor işçiler.
Bu kadar kazanan şirketler ücret artışı isteyen işçilerin talebi olan miktarı 50-100 lira daha düşürmek için bastırıyor ve tehdit ediyor. İşçiler, gemi ustası için yevmiyenin 500 lira olmasını talep ederken, şirketler 400 yeterli diyor.
İŞ CİNAYETLERİNDE ŞİRKET SAHİPLERİ CEZA ALMIYOR
Aliağa’da bulunan İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Araştırma Derneği (İSGARD) raporuna göre 2010-2018 yılları arasında 64 işçi Aliağa bölgesindeki endüstri ve sanayi tesislerinde çalışırken yaşamını yitirdi. Rakama dönüşen insan hayatlarından oluşan tabloda ilk sırada 24 metal, demir-çelik işçisi, ikinci sırada 16 gemi söküm, 10 kimya, 10 inşaat ve 2’şer işçi de hizmet ve büro işçisi bulunuyor.
2018’den bu yana 4 senede Evrensel’e yansıyan ve bizim elimizden çıkan haberlere göre 10 işçi hayatını kaybetti. İşçiler iş cinayetlerine karşı en yüksek sesi aşk gemisinde trajik biçimde karbonmonoksit gazı zehirlenmesiyle hayatını kaybeden iki işçiden sonra vermişti.
Aliağa’da büyük bir yürüyüşle protesto edilen bu ölümlerden sonra işçi ölümleri yavaşlasa da bitmek bilmedi. En kötüsü bu kadar işçinin öldüğü tesislerde henüz hiçbir şirket ya da sahibi ceza almadı. En son kaza, geçtiğimiz temmuz ve eylül aylarında üst üste iki defa 2’şer işçinin öldüğü Metaş tesislerinde, ekim ayında da Şimşekler tersanesinde 1 işçinin ölümüyle yaşandı. Kamu idarecileri yine olayla ilgili takibi yaptıklarına dair açıklama yapma gereği duymadı ve şirketlerin yaptığı ihlal, ihmal ve istismarlar kamuoyundan adeta gizlendi.
Direnişte bekleyen genç yaşlı birkaç kişiye “Hatırladığın en kötü kaza hangisiydi” diye soruyorum.
- “Bir sefer platform (40-60 bin tonluk deniz petrol platformları) çevrilmişti. Dengesini kaybetmiş denizde. Kimse ölmedi ama korkunçtu.”
- “Makina dairesinde arkadaşlarımız yandı. Kurtarmaya çalışan arkadaşlar tutmaya çalışmışlar ama tutamamışlar. Ellerinden kül gibi dökülmüş vücutları.”
- “Aşk gemisinde 2 arkadaşımız zehirlendi. Kesim yapmaya depoya inmişler, makinadan çıkan duman boğmuş. Kimsenin haberi olmadan öldüler. Kurtarmaya çalışanın da ölmüş olduğunu öğrendik sonradan.”
- “Kuito gemisi vardı sökümü yasaktı zararlı madde çok diye. Geceleri kimse görmeden söktürdüler. Mahkeme bittiğinde ve sökülemez dediğinde zaten bitmişti sökümü. İşte o geminin sökümünde kesimci olarak çalışan Behlül vardı. Geminin 25 metre derinliğindeki ambarına düşerek ölmüş. Kaza yerinde hayatını kaybetmesine rağmen hastaneye kaldırdılar. Kaza yerindeki kanları falan da temizlediler.”
- “Can Sünmez adlı bir işçiyi hatırlatıyorum. Onun kafasına parça düşmüş. Acısız aniden gitti.”
Ölümlerde işçinin acı çekmemesi teselli olabilir mi?
TÜM TERSANE BÖLGESİNDE İŞÇİLER HAKLARI İÇİN AYAKTA
İşçilerin 7 gündür sürdürdüğü direnişte sıraladıkları taleplere bakıldığında şirket sahiplerinin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. İşçiler Çalışma Bakanlığının sıradan iş yasalarına uyulmasını istiyor. Örnek mi? İş kıyafetleri verilmesi. Ücretlerin elden değil tamamının sigorta primi yatırılarak bankadan ödenmesi. Hava muhalefeti dolayısıyla çalışmadığı zamanlarda ücret kesintisi yapılmaması. İşçi sağlığı ve iş güvenliği kapsamında çalışma koşullarının sağlanabilmesi vb. Aslında işçiler şirketlerin yasalara uymasından başka ekstra bir hak istemiyor.
Temurtaş ailesine ait şirketlerin işçileri 2019 senesinde de bir gün iş durdurmuş ve “Üst taramasından vazgeçilsin. Ücretlere zamanında ve düzenli zam yapılsın. İş kıyafetlerini kendimiz alıyoruz, iş kıyafetleri verilsin. Yemekhane ve soyunma odası, banyolar temizlik kurallarına göre düzenlensin ve hijyenik olsun” diyerek taleplerini sıralamıştı. Şirket işçilere tamam deyince işbaşı yapmışlardı. Şimdi de ücretler için direniş yaptılar, kendileri haklarını aldılar ancak diğer şirketlerde de benzer talep gelince şirket sahipleri olmaz deyip zammı geri çekti ve şimdi tüm tersane bölgesi ayakta.
Sabah 7.30’da toplanıp 16.30’da dağılana kadar alanda en az 7-8 defa Bico türküsü eşliğinde folklorik köy dansı yapılıyor. Neredeyse alanda Bico şarkısı hiç eksik olmuyor, çalmasa bile sesi yankılanıyor. Kamyonların geçişi durduğu için boşalan yol meydan olmuş, burada ellik oynayan, halay çeken bir grup insanın sesi geliyor. Sarp dağ ve platolarda yaşayan insanlar tarafından geliştirilen bu dans belki de çiçekten çiçeğe konan kelebek kanadından ilham almıştır. İri ve yapılı cüsseleri de şiir ve türküleri gibi sadece doğadan ve onun ruhundan besleniyor. Dansları neden doğadan beslenmesin?
HIZIR PAŞALAR VE BOLU BEYLERİ İLE ÇAVUŞLAR VE ŞİRKET SAHİPLERİ
Gemi söküm işçilerinin neredeyse yüzde 80’i Kul Himmet, Köroğlu, Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı topraklar olan Tokat/Almus ve Sivas/Hafik yöresinin insanı. Kültürlerine çok düşkünler ve hatta denilebilir ki başlattıkları direnişte de birlik beraberliklerini bu sayede koruyorlar ama aynı zamanda patron-işçi ilişkisini düzenleyen çağdaş ilişkiden de bu yüzden uzaklar demek (tek sebep olmasa da) abartı olmaz. Belki de direniş ruhunu, bir arada kalmayı hak alma mücadelesi tarihsel süreçten aşina oldukları içindir.
Halk şiiri okuyan işçi alandaki arkadaşlarından bahsederken kendisini de katarak büyüklerinin 1500’lü yılların aşıklarının kültürü yaşatmaya çabalayan ya da yaşatma çabasıyla gayretiyle yaşayan insanlar olduklarını aktarıyor. Bu durum bu topluluğun tutucu, içine kapalı, muhafazakar ve yeniliklere kapalı olmasını da mantık çerçevesine sokuyor. Aynı kişi sendikanın gereksiz hatta yanlış olduğunu “Asgari ücrette gördük Türk-İş başkanını, Soma’da gördük, başka şeylerde gördük. Sendika iyi bir şey değil. Bana kalırsa gemi sahibi milletimizden dürüst birini seçip onunla anlaşabiliriz” diyor.
TOPLU DİRENİŞİN SEBEPLERİ
İşçilerin en çok sinirlendiği ve kim olursa olsun ismi geçtiğinde öfkesine hakim olamayarak lanet ve küfürler yağdırdığı bir isim var. İşçilerin töresel yapmalarına benzeterek adeta gemi sökümün Hızır Paşası demek mümkün! Bu kişi işçiler ücretlerinin diğer arkadaşlarının ücretlerinin seviyesine çıkarılması için çalışmayı durdurup da yemekhanede beklemeye başladığında yemek vermeyen, “Zehirlenirseniz ne yaparım” deyip dalga geçerek yemekleri döktüğü söylenen birisi. İşçiler iş durdurup yemekhaneye geçince yemekhaneyi kapatmak isteyip çay ve suyu kaldırdığını anlatıyorlar.
Aslında belki de herkesin direnişe geçmesinde bu “lanetle bahsedilen kişinin yaptığı Hızır Paşalık” tetikleyici olmuş. “Zamanında bizden biriydi. İşçiydi yani, bizim gibi. Saha sorumlusu olunca geldiği yeri unuttu. Fazla kazanmanın yolunun bizden daha fazla kesmek olduğuna inandı. Hatta bizden o kadar nefret etmeye başladı ki kaza geçiren arkadaşımız olduğunda hakaret ederek, ‘Yalan halbuki, para almak için kolunu bacağını kırıyor, kaza yapmış gibi davranıyor’ bile diyebiliyordu” diye anlatıp kötülüğüne sınır çizemiyorlar ve öfkeleri büyüyünce bir başkası, “Tamam kapatın konuyu” deyip küfür kıyamet lanet edip kapatıyorlar. “Ağacın kurdu içinden olur. Aldırma, eğilmemişsiniz ya dersini de verirsiniz” diyorum.
ŞİRKET SAHİPLERİ REKABET İÇİN SÖMÜRÜYÜ KÜLTÜREL BAĞLA SAĞLAMAYA ÇALIŞIYOR
Gemi sökümde Hızır Paşa gibi Bolu Beyi de var. Gemi sökümde 22 tesisin 8 tanesi AB bayraklı gemileri sökme ruhsatına sahip. Bunlar da Temurtaş ailesine, Şimşeklere ve GEMİSANDER başkanı da olan Kamil Önal'a ait. Küçük gemileri (5-8 Gt) sökenler ile petrol platformlarını sökenler kazançları farklı diyor patronlar. Anlaşmazlıklardan birisi de işçiler platform ya da küçük gemi fark etmeksizin aynı ücret olmasını isterken şirket sahipleri “Hayır!” diyor.
Temurtaşlar gibi sanayicilik aşamasına geçemeyen, Şimşekler gibi de taşımacılık, kumanya tedariki ve diğer işler yaparak büyüyemeyen hurdacı ve tüccar yapısıyla kimi şirketler gemi söküm tesislerinde vahşi ve kuralsız çalışmayı dayatıyor.
Daha az kazandıklarını iddia ediyor ve daha zalimler. Bu durumda da büyümeyi işçilere daha fazla ve daha vahşice sömürü koşulları dayatmayla başarmaya, bunu da töresel kurallarla kabul ettirmeye çalışıyor.
MADENİ HURDALARI İŞLEYENLER İLE SİYASİ NÜFUZU OLANLAR
Sekiz on sene öncesine kadar gemi söküm bölgesinde neredeyse tek söz sahibi olan Şimşekler, Binali Yıldırım’ın oğluyla ortaklığı olan bir aile. İşçiler, “Bunların uzun zamandır getirdikleri gemiler oldukça maliyetli olmasına rağmen neden bu kadar zararına gemi getirdiklerini düşünüyorduk” deyip yorum yapmaktan imtina ediyor.
Temurtaşlar şu an gemi söküm tesislerine hakim denilebilir. Anlatılanlara göre şirketlerin neredeyse yüzde 60’ına sahip ve genelde petrol platformu sökümü yapılıyor. “Oğlu, damadı, kendisi ve diğer üyelerle tam bir aile şirketi olarak yönetiyor” diyor işçiler. Ancak hurdacılığın bir adım ötesine geçmeyi başarmışlar. Gemilerden çıkan madenleri hurda olarak satmayıp geri dönüşüm tesislerinde döküm yaparak ürüne dönüştürüp satıyor ve kârını artırıyor. Gemilerden çıkan en değerli ve bol maden ise bakır. Onun yanında alüminyum, çinko, kurşun vb. madenler de var. Temurtaşlar Avrupa’nın en büyükleri arasındaki dökümhanelerinde bronz, pirinç gibi bakır alaşım mamuller üretiyor.
‘DIŞARDAN GELENLER...’
Direniş alanının bir de sürekli “misafirleri” var. İşçiler bunlara “dışardan gelenler” diyor. Son zamanlardaki kent işçilerinin eylemlerinden heyecanlanarak ilgisini bu yöne yönlendirmiş, bazı kesimlerin işçi hareketine bakışları sonradan görmelere özgü bir kabalık barındırıyor.
Bunlar destek dayanışma için geldiğini ifade ediyor ve işçiler de hoşgörüyle karşılıyor. İçlerinde direnişte dayanışma, destek gibi kendine biçtikleri rollerini oynamak yerine işçinin rolünü hem de işçilere rağmen oynamaya çalışanlar da bulunuyor. Henüz sendikal bilinci olmayan işçiler içinde sarı sendika tartışması açanlar ve sendikalara karşı “patronların yaklaşımını güçlendirenler” de dışardan gelenler.
Türk-İş Ege Bölge, Aliağa Petrol-İş’ten işçilerle dayanışma sağlama çabasıyla desteğe gelen sendikacıların “sarı sendikacısınız” diyerek konuşturulmaması ve oradaki direnişin yalıtılmasına yol açılan bir anlayış çıkmasının sorumlusu da “dışardan gelenler.”
İşçiler içinde açtıkları sarı sendika tartışması sendikaların içinde bulunduğu “toplumsal hareket sendikacılığı” anlayışı ya da bürokrat sendikacılar aracılığıyla sermayenin yönetmesi gibi içinde bulunduğu bunalım dönemine yaslanarak öz işçi örgütü olan sendikalarından soğutan ve sendika karşıtı, neredeyse sendikalaşmayı reddeden, bu yönüyle de patron anlayışıyla eşleşen bir pozisyona kadar varabiliyor. Hatta sendika yerine işçileri örgütsüzlüğe ya da sendikanın daha ilkel hali olan dernekleşmeyi önermeye kadar gidebilen “sınıf dışı” kesimler de “dışardan gelenler...” Bu durumda elbette faydacı bir yan var ve işçilerin içinde tahakküm istihkam etme gayesi denilebilir.
İşçiler tamamen birlik olmuş ve en büyük gücü olan “üretimden gelen gücünü” kullanarak iş durdurmuşken bunun iyi, güzel ama yetersiz olduğunu söylemeye “cüret” edebiliyorlar.
Yüzde 95 oranında iş durdurmaya 22 işletmeden tümü katılmışken bütün bunları yetersiz görüp mücadeleden kopuk önerileri, örneğin iş bırakmanın ilk gününden Alsancak ve Karşıyaka’da basın açıklaması yapılması gerektiğini söylemeleri ya da bölgenin özelliklerini bilmeden gemi sökümden Aliağa’ya kadar yürüyüşe ikna etmeye çalışmalarını işçiler gülerek karşılıyorlar.
Yersiz ve zamansız kimi girişimleri işçileri zora sokabiliyor. “Misafirken ev sahibi gibi davranmaları” da hoşgörüyü ortadan kaldırabiliyor.
İŞÇİLERDE GERÇEKÇİLİK VE RASYONEL TUTUM
İşçiler eksik fazla neredeyse sadece deneysel, tecrübeye dayalı bilgi ile hareket ediyor ve fikirleri de ampirik olarak test edilebilir fikirler oluyor.
İlk günlerdeki karmaşada akılcı davranma zorunluluğu olan işçiler ne yapılması gerektiğini bilerek duruma el koydu ve “Bizim yerimiz burası, burada başladık, burada devam edeceğiz” dedi.
Somut durumu görmeden, yeterli bilgiye sahip olmadan, en önemlisi işçilerin fikrine önem vermeden soyut vaazlar verenlere, şimdinin değil sonranın sorunlarını önüne koyanlara en güzel cevabı yine işçiler verdi.
Örgütsüz olan ve spontane biçimde aniden harekete geçen işçilerin en büyük handikabı ilk günlerde ortada bir otorite olmaması ve işçilerin neredeyse hiç tecrübelerinin olmamasıydı. İşçiler gün içerisinde zorlansalar da temsilcilerini belirlediler ve heyet oluşturdular. İkinci günde tam otorite kurdular ve inisiyatif sahibi oldular. Sonrasında GEMİSANDER yönetimi bir işçiye dava açarak bu inisiyatifi sürekli kırmak için çabalamaya başladı.
İşçi hareketinin dışındaki mücadele alanında işçi önderlerinin yerini aktivistlik, örgütlü mücadelenin yerini birlikçilik, sendika yerine aslında sendika olmayan sendikacılık alıyor.
“Son zamanlarda sosyal medyanın da avantajlarıyla fenomen olma çabasında olanlara özgü reklamcı, primci, işçilerin iradesini ve gücünü değil de kendini öne çıkarmak moda” diyorum bir işçiyle konuşurken. “Çok fazla talep çıkarıldı. Hepsi doğru ama hepsi birden olmaz buna bile karışıyorlar” diyor. İşçiler en temel ve güncel talebini gündeme getiriyor ve “Ücret artışı olsun, kimse de çıkarılmasın” diyorlar.
GEMİSANDER SINIFSAL BİR KİN İLE YAKLAŞIYOR VE KAVGAYI SERTLEŞTİYOR
Şimdi 7. gün içindeyiz ve GEMİSANDER baskıyı artırıp davalar açarak tehdit ediyor, tek tek çağırarak bölmeye çalışıyor. GEMİSANDER ve onun başkanı öncülüğünde şirket sahipleri şimdiye kadar işçilerle modern işveren işçi ilişkisi kurmaya tenezzül etmeden, iş yasalarını hiçe sayarak, çiğneyerek işçilere kul gibi davranarak çalıştırmaya alışmış. İşçilerin mücadelesini basit bir ücret mücadelesi olarak görmeyecekleri, işçilerin masum bir taleple karşılarına çıkmalarını kendilerine karşı bir kalkışma olarak algılayacakları ve işçilerin iradesini kırmak için çabalayacakları aşikar; bu sonucu onların şimdiye kadarki davranışlarından çıkarmak kolay. İşçiler elbette somut olarak ücret mücadelesi veriyorlar ama şirket sahipleri onları daha büyük bir kavgaya, her iki taraf için de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir kavgaya çağırıyor ve işçiler bunun ilk günden beri bilincinde. Gemi söküm işçileri için büyük bir destek ve dayanışma gerekiyor ve bunu sonuna kadar hak ediyorlar.