Millet İttifakının vaadi 2002 AKP’si
Millet İttifakının vaadi ne? Üçüncü ittifakın güç kazanmasının dayanakları neler? Direnişler, sokak eylemleri sosyal hareketliliğe dönüşür mü? Doç. Dr. İsmet Akça yanıtladı.
Fotoğraf, İsmet Akça'nın kişisel arşivi, kolaj: Evrensel
Serpil İLGÜN
Erdoğan rejimi, hayat pahalılığına, enflasyona müdahale gibi sunduğu çeşitli paketler, kararlar açıklıyor ve krizin geçici olduğunu propaganda ediyor. Denetçiler marketlere, pazarlara salınıyor, Maliye ve Hazine Bakanlığı öncülüğünde “En ucuz ve en yakın nerede” mobil uygulamasının başlayacağı müjdeleniyor. AKP sözcüleri ve medyasının günlerdir yaydığı elektrikte vatandaşı rahatlatacak yeni düzenleme yapılacağı vaadi bir türlü karşılık bulmuyor. Halkın, alım gücünde hiçbir değişiklik yaratmayan sembolik indirimlerden ne kadar memnun olduğuna dair manşetler kuruluyor.
Geçtiğimiz hafta siyasetin tartıştığı başlıklardan biri de Millet İttifakını oluşturan 6 parti liderinin verdiği fotoğrafın yansımaları oldu. Cumhur İttifakı cephesinin değersizleştirdiği, sol liberallerin de içinde olduğu muhalefetin yücelttiği buluşma, vaatlerinden, yol haritasından çok HDP’nin masada olup olmaması üzerinden gündemleştirildi.
İktidar cephesinin hamleleri geçim sıkıntısına, zamlara karşı sonuç üretebilir mi? Güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerinde uzlaşan Millet İtttifakının vaadi ne? Üçüncü ittifakın güç kazanmasının dayanakları neler? Direnişler, sokak eylemleri sosyal hareketliliğe dönüşür mü?..
Siyaset Bilimci, Doç. Dr. İsmet Akça yanıtladı.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, derin yoksulluğun en önemli ayaklarından olan gıda ve elektrik zamlarıyla ilgili abartılı bir durumun olmadığını, yaygara kopartıldığını söylüyor, aynı Erdoğan daha sonra “Elektrikte düzenleme yapacağız, gıdada KDV indiriyoruz, vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz” diyor. Bu ikili söylem bir strateji içinden mi çıkıyor?
Bence AKP’nin dört başı mamur, önceden belirlenmiş bir stratejisi, yeni bir hegemonya hamlesi yok. Türkiye bir hegemonya ve devlet krizi süreci içinde ve bu krizde anlık tepkiler oluşuyor. Ekonomide yeni milliyetçi kalkınmacı arayışlar var ama bunun politika araçları, kurumsal, yasal düzenlemeleri, oluşmuş stratejileri falan yok. Dolayısıyla el yordamıyla gidiyor ve anlık tepkiler veriyor iktidar. Bu ekonomik sıkışmışlık AKP’yi sermaye kesimleri içinde de tercih yapmak zorunda bırakıyor. Daha erken dönemin bütün sermaye fraksiyonlarını kucaklayabilen koşulları artık yok. Olmadığı gibi AKP kendisiyle ve kendi yönelimiyle daha uyumlu olan ideolojik, politik ve ekonomik tabanıyla hareket etmeye yöneliyor. Ama oralarda da örneğin MÜSİAD’da bile TL’nin çok hızlı devalüasyona uğraması karşısında rahatsızlıklar yaratıyor. Çok zor ifade ediyorlar bunu ama var. Beşli çete gibi tamamen dar patronaj ilişikleri içinde devletin ihaleleri vs. üzerinden çok hızlı sermaye birikimi sağlayan sermaye gruplarına daha fazla dayanıyor. Bütün bunlar bir, sermaye içindeki tabanını daraltıyor; iki, ekonomik krizin karşısında yaptığı hamleler aynı zamanda kaçınılmaz olarak toplumun geniş kesimlerini etkileyen enflasyonist bir ortam, reel ücretlerin erimesi gibi sonuçlar yaratıyor. Bu sıkışmışlık içinde Erdoğan yalpalayarak ilerliyor.
Türkiye’deki ekonomik krizin sosyal boyutunun oldukça derinleştiğini son dönem işçi eylemleri de açıkça gösteriyor. Reel ücretlerde inanılmaz bir erime var ve insanlar artık ayakta kalabilmek için direnmek durumunda kalıyor. Emekçiler ancak mücadele ederek ayakta durabiliyor. Ekonomik kriz toplumun çok farklı kesimlerini sert bir şekilde vuruyor ve bunu aşabileceği yeni bir ekonomik politika aracı Erdoğan’ın elinde yok. Bunlar tabii ki AKP’nin kendi toplumsal tabanı da dahil olmak üzere ciddi rahatsızlık yaratıyor. Bunu Erdoğan da görüyor dolayısıyla zaman zaman Erdoğan buralara hamleler yapmaya çalışıyor ama ben bu tür palyatif hamlelerin nafile olduğunu düşünüyorum. Yani mevcut ekonomik krizi geri çevirebilecek elinde çok fazla araç yok. İktidara bu açıdan güven de ciddi düşmüş durumda. Ama bu hamleleri yapacak tabii, deneyecek şansını.
KDV’nin temel gıda ürünlerinde yüzde 1’e indirilmesi, etiket denetimleri gibi palyatif müdahaleler beklenen sonucu üretmediği için mi kimlik, değerler üzerinden kutuplaştırma dili ve baskı araçları çeşitlendirilip yoğunlaştırılıyor?
Muhalefetin artık bir karşı stratejisi var bu konuda. Öğrendi artık Türkiye’deki parlamenter muhalefet de. Kültürel kamplaşmaya, kutuplaşmaya eski Baykal CHP’si kafasıyla girmiyor, bunları savuşturuyor, o topa girmiyor. Bu, bence her somut örnekte doğru bir yol olmasa da, başarılı bir yeni tavır. Dolayısıyla bu kültürel kutuplaştırma hamleleri tutmuyor, tutmayacak da bence. Tabii ki duygular, değerler vs. gündelik hayatımızda da, oy verme kalıplarımızda da önemlidir ama Türkiye seçimler tarihine baktığımızda ekonomik kriz dönemlerinin, iktidarları her zaman ciddi şekilde etkilediğini, oy tabanlarında ciddi etki yarattığını düşünüyorum. Evet değerler vs. önemli ama nüfusun çok önemli bir kesimi için gündelik hayatta var olabilmek, beka, daha iyiye dair bir umut taşıyor olmak, herhangi bir siyasi aktörün bu vaadi canlı tutabilmesi daha belirleyici. AKP’nin bu konulardaki kapasitesinin çok zayıfladığını düşünüyorum.
BAHÇELİ KENDİSİNİ ERDOĞAN’A HATIRLATIYOR
Ekonomik kriz sürecinde de Erdoğan’ı ve ittifakı kollayan bir tutum alan Bahçeli son grup toplantısında “Elektrik ve doğalgaz fiyatlarının yıkıcı artışlarının önüne geçmek zorundayız” deyince, yine “Cumhur İttifakı’nda sıkıntı mı var” yorumları yapıldı. Geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın üçüncü kez aday olup olamayacağı tartışmasında da Bahçeli, “yasal düzenleme gerekirse bunun için var gücümüzle çalışırız” demişti. Bu son iki çıkışla Bahçeli, Erdoğan’a nasıl bir mesaj veriyor?
Herhalde bu sıcak gündemin üzerinden biraz zaman geçtiğinde geriye dönüp en çok MHP’yi konuşacağız. Bence Bahçeli zaman zaman Erdoğan’a kendisini hatırlatıyor. “Bensiz çöküyorsun, bana bağımlısın ve başka pozisyonlar alarak seni sıkıştırabilirim” mesajını vermeye çalışıyor ve bu şekilde elini güçlendiriyor.
CHP KOLAY OLANA HAMLE YAPTI
CHP’nin lokomotifliğini yaptığı Millet İttifakı cephesinde aylardır görüşmeleri süren güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışması sona erdi ve 6 parti lideri 12 Şubat’ta bir araya gelerek geçiş konusunda mutabakat sağladıklarını ilan ettiler. Bu ortaklaşma neleri dışlayarak sağlandı?
Bu ortaklaşmanın dışında Türkiye’de güçlü bir siyasi aktör olarak Kürt hareketi var, HDP var. Onun toplumsal tabanı var. Toplumsal tabanı cılız ama eylem gücü vs. itibarıyla enerjik olabilen bir sol, sosyalist taban var, çeşitli alanlardaki toplumsal muhalefeti de temsil edebilen. Bu kesimler bu senaryonun dışında. Türkiye parlamenter muhalefeti, HDP’yi dışarıda bırakarak, CHP’nin liderliğinde aslında sağa açılarak ve sağdaki en geniş koalisyonu kurarak Erdoğan rejimiyle baş etme stratejisini güdüyor. Bu uzun zamandır bu şekilde. Dolayısıyla 6 liderli fotoğrafta şaşırtıcı bir durum yok, uzun zamandır bunun üzerinde çalışılıyor. Tabii ki etik, politik olarak söylenecek çok şey var, bu sağ liderlerin hepsi Türkiye tarihinin insan hakları ihlallerinde, katliamlarında varlar örneğin. Ama strateji de bu. Bu strateji bir nesnel durumun ve gerçekliğin sonucu ortaya çıktı.
Nedir o nesnel gerçeklik?
Burada, sağcılara niye sağcılık yapıyorsun denmiyor. Buradaki esas tartışma CHP üzerinden yürüyor. CHP sağ mı, sol mu tartışmasına girmeyeceğim ama yüzünü başka yere dönebilme ihtimali varken CHP dönmüyor, CHP mevcut güçler ve seçmen desteği durumunu veri alıyor, yani Erdoğan’ı başka şekilde devirecek kadar sıçrayamayacağını gösteren oy oranlarını veri olarak alarak sağa doğru bir ittifak genişletme stratejisi izliyor. Böyle bir geniş ittifakla en azından Erdoğan’ın şahsında inşa edilmiş olan başkanlık rejiminden kurtulabileceği mesajını veriyor. Bunun bir gerçekliği var mı, var. Halbuki siyaset bir inşa durumudur. Yani teorik olarak CHP yüzünü sola da dönebilirdi, HDP’yi de dahil eder daha demokratik, daha sosyal, devletçi bir hamle de yapabilirdi. Bu yeni bir hegemonya projesi anlamına gelirdi. Daha zorlu bir yol bu, başka vaatleriniz, sermaye karşısında başka tip pozisyon almanız gerekir. Toplumun ezilen, sömürülen kesimleriyle başka tip bir ilişkiler kurmanız gerekir. Nesnel olarak Türkiye’nin toplumsal yapısında bu imkan vardı. Bu yol seçilmedi. Kapitalizm içinde böyle bir yeni hegemonya projesi yaratmak kolay değil. Dünyada benzer dinamikler ilerlemiş olsaydı, yani sağcı neoliberal siyasetlere alternatif yeni tip bir sol popülizm, kalkınmacı başka bir şey gelebilseydi Türkiye’yi de çekerdi. O zaman CHP için belki bunları da dikkate alarak konuşurduk. CHP kolay olana hamle yaptı. Partinin yapısı vs. de dediğim gibi alternatif bir yola çok da uygun değil. CHP merkez bir parti olarak yüzünü sağa çevirdi.
Diğer yandan Millet İttifakına sahip olmadığı sıfatlar havale etmeyelim. Türkiye’yi demokratikleştirme, Türkiye için tarihsel bir kırılma anı olma vs. olduğunu hiç düşünmüyorum. Şahsa dayalı başkanlıktan parlamenter sisteme geri dönüşü becermeleri önemlidir ama onun ötesinde demokrasi, toplumsal mücadelelere alan açılması, toplumsal kesimlerin kendisini özne olarak inşa edebilmesi vb. konularda Millet İttifakı için ümitvar olunamaz, zaten mevcut performansları da bunu gösteriyor.
Peki ne vadediyorlar Türkiye’nin sorunlarına?
Bence temelde tek bir şey vadediyorlar. Türkiye’nin sorunlarının şahıs rejiminden kaynaklandığından hareketle, parlamenter rejime döndüğümüzde Türkiye’deki belirsizlikler, istikrarsızlıklar vs. sona erecek, daha liyakatli bir siyaset, kamu yönetimi, ekonomi yönetimi gelecek ve sorunlar çözülecek diyorlar. Bu gerçekleşirse burada siyaseten olumlu bir parça var mı, şüphesiz var. Şu anda Türkiye tipi başkanlık rejimi ve bunun yarattığı rejim krizi, devlet krizi vs’nin bunun yarattığı koca baskı rejiminin, özgürlüksüzler, hak ihlalleri halinin bir miktar yumuşaması anlamına gelecek, buna önemsiz diyemeyiz. Ama Türkiye kapitalizminin derin krizi, sosyoekonomik sorunları konusunda Millet İttifakı herhangi bir vaatte bulunmuyor. Yine bu ittifak Türkiye’nin en temel bir başka sorunu olan Kürt sorunu konusunda herhangi bir şey söylemiyor. Aslında Millet İttifakının bütün bu meseleler için söylediği 2002 AKP fabrika ayarlarına geri dönmek. Kendi vaadini bu şekilde kuruyor. Bu da seçmen nezdinde tabii ki biraz karşılık buluyor. Ama bir taraftan da daha güçlü bir şekilde seçmen parçaları koparma, ya da toplumun farklı kesimlerine bir gelecek vadetme konusunda da yeterli kadar güçlü bulunmuyor. Bence o nedenle anketlerde çok fazla kararsız çıkıyor.
HDP DOĞASI GEREĞİ MİLLET İTTİFAKININ PARÇASI OLAMAZ
Millet İttifakı fotoğrafını itibarsızlaştırmanın yegane yolu olarak yine HDP devreye sokuldu. Bahçeli, “Yuvarlak masanın gizli ayağı HDP’dir” dedi, benzer ifadeleri Erdoğan da kullandı. HDP’nin masada olmaması salt Cumhur İttifakının öfkesini çekmemek için mi?
Millet İttifakı içindeki İYİ Parti Lideri Meral Akşener başta olmak üzere bütün aktörlerin tavrı en temel faktör. Yani oradaki 6 benzemezin bir arada olması kolay değil, çok minimumda tutmaya çalışıyorlar kendi uzlaşma zeminlerini. Kürt sorununda yapılacak çıkışlar onları zora sokacak ki CHP’nin böyle bir niyeti ve hazırlığı pek yok zaten. Millet İttifakı biz hattı pişirelim sonra başkanlık meselesi açısından dışarından HDP ile görüşelim düşüncesinde, burada da aracı kayış CHP olarak görülüyor. HDP’yi bu anlamda dışarıdan ve uzaktan, pasif şekilde muhatap alma tavrı var. Malum matematik ortada HDP olmadan başkanlık seçimi kazanılamaz. HDP de sosyalistlerle kuracağı blokla bu pasifliği kabul etmeyip daha aktif olacaktır, olmak durumundadır tabii.
Özellikle sol liberal kesimlerin dillendirdiği “HDP o resimde neden yok” sorusu kadar, muhtevasını, yapısını anlattığınız “Böyle bir blok içinde HDP olmalı mı, HDP böyle bir resmin içine girmeli mi” soruları da soruluyor. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “HDP’yi meşru görüyoruz yetmez, esas olan HDP’yle çekincesiz, açık müzakere yürütmektir” dedi. HDP ve Millet İttifakı ilişkisi tartışmalarını nasıl izliyorsunuz?
HDP böyle bir sağ koalisyonun içinde olabilir mi, açıkça bu ittifakın parçası olabilir mi, olamaz tabii ki. Partinin doğası itibarıyla, tabanı itibarıyla olamaz. Olmamalı da. HDP ve sosyalistlerin Türkiye siyasetinin geleceği açısından bir başka üçüncü yolu, üçüncü ittifakı inşa edebilmeleri, yani HDP ve sosyalistlerin bir ittifakla bir alternatifi inşa edebilmeleri önemli. Çünkü siyaset güç ilişkisidir, muhatap alınmak istiyorsanız gücünüzün olması gerekir. Toplumda bir alternatif olduğunuza dair bir gerçeklik yaratabiliyorsanız, toplumsal bir güç olursunuz, o zaman o gücü hesaba katmak zorunda kalırlar. Kürt siyasetini bu nedenle yok sayamıyorlar. Sosyalistlerin de bu toparlanmaya ihtiyacı var. Bu yönde gelişmeler var. Hepimiz görüyoruz, ben burada bir blokun oluşacağına inanıyorum. Seçim sistemi de buna yol veriyor, her partinin kendi varoluşuna imkan tanıyor. Millet İttifakında olduğundan çok daha yüksek müştereklerde HDP ve sosyalistler buluşması rahatlıkla gerçekleşebilir. Bu iyi bir olanaktır, iyi bir ihtimaldir. Bu HDP’nin de, sosyalistlerin de tarihsel sorumluluğudur aynı zamanda.
UZLAŞMAYA VARILACAĞI KONUSUNDA İYİMSERİM
Bu çerçevede, işçi sınıfı bitti yaklaşımlarına da yanıt oluşturan üçüncü cephenin güç kazanmasının temel dayanakları neler olmalı?
Önce kapitalizm var olduğu sürece işçi sınıfı olur. İşçi sınıfının formasyonu değişebilir, toplumsal varoluş koşulları, emek süreçleri değişebilir ama işçi sınıfı olur, dolayısıyla yoktur diyen 30-40 senelik şey, bir ideolojik politik saldırının sonucudur. İşçi sınıfı oradaydı ama onların desteğini başka birileri alıyordu, AKP bunu becerdi ama şimdi o desteği alamıyor eskisi gibi. Orada ekonomik krizle birlikte büyük bir çözülme var. Dolayısıyla burada siyasal bir imkan var, Millet İttifakı da bu teması kuramaz, zaten öyle bir yönelimi de yok. Burayı aynı zamanda siyasal olarak inşa edebilmek, buradan öğrenmek ve bu toplumsal kesimle hareket edebilmek üçüncü bloka düşer. Dediğim gibi daha yüksek asgari müştereklerde bir araya gelinebileceğini, herkesin kendi özgünlüğünü de koruyabileceğini, bunun gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununda demokratik barışçıl bir çözüm konusunda uzlaşılabileceğini, ekonomik sosyal haklar konusunda da ilerici, radikal dönüşümcü reformlarda uzlaşmaya varılacağı konusunda iyimserim. Yavaş yavaş örülen bir süreç ve bu bazı açılardan anlaşılır.
Toplantıya katılmayan Sol Parti ve benzer kaygılar taşısa da katılan TKP’nin 26 Şubat’ta yapılacak ikinci toplantıda yer alıp almayacakları merak konusu, ilk toplantı bu nedenle ittifak konusu üzerinden gündemleşmişti. Değerlendirmeniz ne; mücadele ittifakı, seçim ittifakını dışlayabilir mi?
Bence dışlamamalı. Hele ki Saray rejimi altındaki baskı sürecine vs. baktığımızda Türkiye’de siyasal mobilizasyon alanı, siyasal eylem alanı, siyasi nefes alma dönemleri seçim dönemleri oluyor. Dolayısıyla seçimden bağımsız Türkiye’de siyaset konuşmak kolay bir şey değil. Bu şu demek değil, seçim siyasetinden, sandıktan başka siyaset konuşmamalı! Bilakis olur mu, tam tersini söylüyorum, hele ki sosyalistler için parlamenter siyasetin dışında toplumsal muhalefet, mücadele alanları, daha geniş ifadeyle sokak siyaseti vs, bunlar alameti farikasıdır sosyalist solun. Ama bir de gerçekler var. Yani herkes on yıllardır devam eden kendi varoluş haline de iyi bakmak zorunda. Ve ülkedeki siyasal mobilizasyon imkanlarının seçimlerden nasıl kopuk olmadığını görmek zorunda. Pozisyon almayı erteleyebilirsiniz ama kendinizi sosyalist solun diğer kesimlerinden izole ederek kendinizi inşa etme yaklaşımına girerseniz, bunun Türkiye’nin içinden geçtiği derin kriz döneminde isabetli bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sosyalist partiler kendi özgünlüklerini korumak isteyebilirler bu anlaşılır bir şey. Ama siz kendinizi var etmek için diğer sosyalist soldan koparak bir yol izlerseniz bu sırf kendinizi var etmeye yönelir. Ben Türkiye’deki sosyalist hareketin aktörlerine baktığımda kimsenin böyle bir lüksü olmadığını düşünüyorum. İçinden geçtiğimiz krizin derinliğini ve mevcut Cumhur İttifakının uğraştığı yeni rejim inşasını durdurup, bunu başka bir yöne doğru bükemezsek Türkiye’nin gidebileceği yerleri herkesin düşünerek, bu sorumlulukla hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki süreç umarım bu sorumluluğun taşındığı bir süreç olur. Türkiye’de sosyalist solda merkez bir siyasal gücün, partinin, oluşumun ortaya çıkmasını çok önemsiyorum. Sosyalistlerin önünde bir yandan böyle bir inşa sorumluluğu var, bir yandan da HDP ile dayanışma ve ittifak içinde olma sorumluluğu var.
EYLEMLER DURMAYACAK AMA NEYİ İNŞA EDECEĞİNİ BİLMİYORUZ
İşçi ve emekçiler, halk kesimleri ücretlerin düşüklüğüne, zamlara dolayısıyla geçinememeye direniş ve eylemlerle tepki göstermeyi sürdürüyor. Ancak ortaya çıkan tepkilerin örgütlenmesi, siyasallaştırılması konusu sorunlu. Bu nasıl sağlanabilir?
Bu hepimizin sorunu, yeni bir sorun değil on yıllara yayılmış bir sorun. Sosyalist solun kendi krizinin en temel boyutlarından bir tanesi. Ahkam kesmek istemem ama bu konuda hem sendikal alanda, hem siyasal alanda sosyalistlerin çok iyi bildiği temel bazı şeyler var. Bir defa uzlaşmacı bir hat değil, mücadeleci bir hat izleyeceksiniz. İki, kendi dar örgütsel çıkarlarınızı değil, daha geniş anlamıyla emekçilerin, ezilenlerin çıkarlarını gözetecek bir perspektife sahip olacaksınız. Bunun için de tabandan demokratik kontrol mekanizmalarını açık tutacaksınız. Bunları yaptığınızda sorunlar çözülmez ama bu tip yaklaşım ve örgütsel yapılarla emek alanında var olup onlarla beraber mücadele edeceksiniz.
Gözleminiz ne, bu eylemler bir sosyal hareketliliğe dönüşür mü?
Eylemlerin devam edeceğini düşünüyorum. Türkiye kapitalizminin krizi derinleşiyor, iktidar bloğunun Cumhur İttifakı veya Millet İttifakı kanatları bu sorunu çözebilecek kapasitede değil. Eylemlilikler durmayacak ama nereye doğru akar, neyi inşa eder onu bilmiyoruz. Ama siyasetin, toplumsal mücadelenin görevi de orada ortaya çıkar sosyalistler açısından.