23 Şubat 2022 00:00

Adil geçiş sürecinde işçi sınıfı

Adil geçiş sürecinde hem doğa hem de iş yaşamı adına kazanımların “adil” bir şekilde elde edilebilmesi sermaye sınıfı karşısında dayanışmayı büyüterek durabilmekten geçiyor.

Adil geçiş sürecinde işçi sınıfı

Kaynak:Unsplash

Melisa GÖNEN

İzmir

Sera gazı emisyonlarında artışa neden olan ekonomik faaliyetler; kuraklık, aşırı hava olayları, orman yangınları ile kendini gösteren iklim değişikliğiyle mücadeleyi zorlaştırmaktadır. İklim değişikliğine neden olan etkenler ve iklim değişikliğinin yıkıcı sonuçları tarım, maden ve enerji sektörlerinde değişimi zorunlu kılmaktadır. Tarım sektörü kuraklık ve aşırı hava olaylarından etkilenirken, maden ve enerji sektörleri petrol ve türevi hammaddelerin kullanımıyla ortaya çıkan karbon salımı nedeniyle zorunlu bir dönüşüm sürecine tabi kılınmak durumundadır. Bu bağlamda iklim zirvelerinde fosil yakıtların kullanımından vazgeçilmesine yönelik görüşmeler yapılmakta, ülkeler yenilenebilir enerjiye geçiş süreçlerine yönelik değerlendirmelere göre karbon nötr hedefleri belirlemektedir. Türkiye, emisyonu azaltma hedefleriyle küresel sıcaklık artışını 1.5 derecede sınırlamayı ve 2050 itibariyle küresel anlamda karbon nötr hedefine ulaşmayı hedefleyen Paris İklim Anlaşmasını onaylayarak anlaşmanın tarafları arasında yer almıştır. Bununla birlikte Türkiye, kömür yatırımlarını durdurduğunu beyan etmemiş ve kömürden çıkış takvimini açıklamamıştır. Ancak Türkiye’nin karbon nötr hedefi doğrultusunda atması gereken adımlarının belirsizliğine karşın, iklim değişikliğinin hissedilen etkileriyle bir distopya olmadığı gerçeği bizleri düşük karbonlu kalkınmaya geçiş adımlarının zorunluluğu ve aciliyetiyle karşı karşıya bırakmıştır. Bu zorunluluk enerji, tarım, turizm ve madencilik gibi sektörler içinde yaşanacak değişmeler nedeniyle mesleki anlamda bir değişimin de koşulunu ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda sermaye kesimi, iklim değişikliğinin etkileri karşısında kârlarını korumak için yeni neoliberal politikalar geliştirerek kendilerini güvence altına almak istemektedir. Yeşil büyüme, sürdürülebilir kalkınma, döngüsel ekonomi gibi kavramlarla yeni politikalarını tanıtan sermaye kesimi,  doğa tahribatıyla mücadele edenlerin dikkatlerini kendi üzerlerinden çekmek ve iklim değişikliğine neden olan ekonomik faaliyetlerini unutturmak için tüketicilerin gözlerini boyamaktadır. Sermaye kesimi bu geçiş sürecini, kârını koruyacağına emin olduğu adımlarla atarken yaşamını sürdürmeye çalışan işçileri mesleki değişimin yaratacağı belirsizlikler beklemektedir. Çünkü, sürdürülebilir bir ekonomi iddiasıyla ortaya atılan yeşil ekonomi politikaları, fosil yakıtlardan çekilip yenilenebilir enerjiye yatırım yapılmasıyla ortadan kalkacak sektörler sonrasında bu sektörlerde çalışanların ne yapacağı sorusuna güven verici bir yanıt sunmamaktadır. 

KAPİTALİZM KARŞISINDA TEK SES

İşte bu noktada adil geçiş kavramından bahsetmek gerekiyor. Adil geçiş kavramı, çevre koruma politikaları nedeniyle işlerini kaybeden işçilerin geride bırakılmaması, işçilere gereken desteğin finansal olduğu kadar mesleki eğitim açısından da sağlanması anlamını taşıyor. Worldwatch Enstitüsü’nün hazırladığı “Dünyanın Durumu 2014” kitabında ise “İklimle mücadelede sendikal bir yaklaşım” olarak tarif ediliyor. Yeni neoliberal politikalarla kurulan sektörler, işçilerin yeni politikaları tanımasını ve mesleki eğitimlerle yeni sektör için hazırlanmasını; sermaye kesimininse kârının bir kısmını eğitim için ayırması ve eğitim için yatırım yapmasını gerektiriyor. Sermaye sınıfının kar maksimizasyonu için tehdit oluşturan bu yeni yatırımlar karşısında patronların mevcut işçi ordusu içerisinden seçim yapabilecek olması, işçilerin kendi niteliklerine yönelik kaygı duymasına neden oluyor. Karbon İfşa Projesi (CDP) tarafından yayımlanan rapora göre, 1988’den beri tüm dünyada gerçekleşen sera gazı emisyonlarının %71’inden 100 tane şirket sorumluyken, çevre politikalarının iyileştirilmesi için atılan adımlarda adil geçişe yatırım yapılmaması nedeniyle işini kaybetme kaygısıyla yüzleşenin işçi sınıfı olmaması gerekiyor. Kapitalist üretimin yıkıcı ekonomik faaliyetleri iklim değişimine neden olurken, neoliberal politikaların iklim değişikliğine çözüm üreteceğini düşünmek, kaynakların sürdürülebilir kullanımından çok kapitalist üretimin sürdürülebilir olma koşulunun arandığını düşündürüyor. Kapitalist üretimin doğayı tahrip etme hızı, ekonomik krizler kadar doğa krizlerini de ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda aslında ortak çıkarları olan iki grubun çatışmasının sağlanması, gerçek sorunların ve taleplerin örgütlü bir şekilde duyurulamadan gündem dışında kalmasına neden oluyor. Doğa tahribatına karşı mücadele eden kesimler, fosil yakıtlardan bir an önce vazgeçilmesini talep ederken; işçiler, yeni iş sahalarının beraberinde getireceği beklentilerini karşılayacak mesleki formasyona sahip olamamanın kaygısıyla işsizliğe çözüm bulunmasını ve adil geçiş için gerekli yatırımların yapılmasını talep ediyorlar. Taleplerin iletildiği noktaya dikkat ettiğimizdeyse aslında bu iki grubun çatışmadığını çıkarlarının ortak olduğunu görüyoruz. Doğa tahribatına karşı mücadele edenler ve işçilerin, eylemlerinin ortak noktası olan kapitalizm karşısında birleşmesi, protestolarını sistemin kaynağına yani üretim biçimine yöneltmesi ve ortak çıkarlar için tek ses olması önem taşıyor. Ancak bununla birlikte işçilerin, adil geçiş sürecini sermayenin programını reddederek sendikal ve siyasal programla yürütmesi gerekiyor. Neoliberal politikaların iklim değişikliğine çözüm sunduğu yanılgısına düşmeden; hakların, adil geçiş öncesinde olduğu gibi sonrasında da talep ederek kazanıldığı bilinciyle hareket etmek gerekiyor. Emek ve ekoloji hareketlerinin sermaye düzeninin kendi doğrularını dayatmak için kullandığı hegemonik araçlar karşısında kendi örgütlü mücadelelerini kurarak durabileceği bu hareketlerin sahip olduğu tarihsel birikimle öngörülebiliyor. Adil geçiş sürecinde hem doğa hem de iş yaşamı adına kazanımların “adil” bir şekilde elde edilebilmesi sermaye sınıfı karşısında dayanışmayı büyüterek durabilmekten geçiyor. 

Evrensel'i Takip Et