23 Şubat 2022 04:45

Tıbbın dönüşümünden notlar

Tarihsel süreçte eczacılık, hemşirelik, diyetisyenlik vs. gibi sağlık mesleklerinin hekimlikten ayrılması ve bu yolla sadeleşme, iş bölümü olması, hekimliğin mesleki konforuna hizmet etmiş.

Fotoğraf: Nurettin Fidancan/DHA

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

İlkel yaşamda duyduğu acı nedeniyle çığlık atan kişiye, ilk kez yardıma giden “yeryüzünün ilk hekimi” tamamen içgüdüsel davranarak yardım etmeye çalışmış olmalıdır. Güneşte ısıtılan taşları ağrıyan bölgeye koymak, yaraya ağaç yaprağı sarmak, kol bacak kırığı için de ağaç dalları ve çamurdan alçı yapmak muhtemelen kullandığı yöntemlerdi. Zamanla daha da geliştirilen bu yöntemler kabile reisleri, büyücüler, din adamlarının ellerinde toplanmış ve onların imtiyazlarını artırmıştır.

Yaptıkları tedaviler yanında, hastalık nedenlerini de düşünmeye başlamışlar ve görünür parazitlerin yol açtığı hastalıklar dışında, gözle göremedikleri diğer hastalıkların nedenlerini yıldızlar, ay ve güneş tutulmaları, hava değişikliği gibi doğa olaylarına bağlamışlardır. Bu anlayış totem ve sihrin doğmasına yol açarken, doğa olaylarını kontrol eden bu ilahi güce itaat etme, onayını alma, şeytan ve kötü ruhları kovma birer tedavi uygulaması olmuştur. Hipokrat ile başlayan akılcı tıp anlayışı, hastalıkların, tedavi edilebilir bedensel ve doğal nedenleri olduğunu ortaya koyarak, hekimliğe “kalıcı bir kimlik” kazandırmıştır.

Dönemin hekimlerinin çoğu sadece hekim değil, aynı zamanda doğa bilimleri alanında çalışan bilimci, felsefeci, yönetici, edebiyatçı gibi çok yönlüydü. Ancak bu hekimler, mesleğini uygularken yalnızdı ve sadece hekim olarak değil, aynı zamanda ilaç hazırlayan “eczacı”, sağlıklı beslenme biçimlerini öneren “diyetisyen”, gerektiğinde hastanın idrarının tadına bakarak test eden “laboratuvar teknisyeni” ve de hastaya ilacı tatbik eden, bakım veren “hemşire” olarak da çalışmaktaydı. Hekimin bu çoklu görevleri yanında, ironik olarak cerrahi ve kadın doğumun, hekimlikten ayrı bir alanmış gibi muamele görmesi de ilginçtir. Cerrahlar uzun bir süre, berber, dişçi, sünnetçi ve ebelerle aynı meslek grubu içinde yer almıştır. Hipokrat hekimlik andında, mesane taşını almaya girişmeyeceğini ve işin ehli cerraha bırakacağını ifade ederek, cerrahlığın ayrı bir meslek olduğunu da vurgulamaktadır.

Hipokrat’ın izinden giden Bergamalı Galen, eczacılığın babası diye bilinse de aslında hekimdir, bıraktığı eserlerinde hekimlik ve ilaç yapımı aynı mesleğin parçaları gibi iç içe bulunmaktadır. Ancak yüzyıllar sonra, bu birliktelik sonlanmış ve eczacılık hekimlikten ayrılan ilk meslek olmuştur. İslam coğrafyasında 931 yılında Halife Muktedir döneminde, hekimlik sınavla elde edilen bir meslek olarak kabul edilmiş ve eczacılık hekimlikten ayrılmıştır. Bu ayrılma, Ortaçağ Avrupası’nda ancak 300 yıl sonra gerçekleşmiş, 1240’da II. Friedrich hekimlik ve eczacılığı resmen birbirinden ayırmıştır.

Savaşlar, tıbbın gerçek zamanlı deney salonları olmuş ve neredeyse bir “savaş alanı tıbbı” doğmuştur. Cerrahlığın gelişiminde savaşların özel bir yeri vardır, kısa zamanda çok sayıda yaralıya müdahale edilmesi gerekliliği, hem tedavilerde yeni arayışları gündeme getirmiş hem de bir destek sağlık sınıfının doğmasında etkili olmuştur. Fransız savaş cerrahı Pare, geleneksel uygulama olan, yaraya kızgın yağ dökerek dağlamak yerine, gül suyu, yumurta akı ve terebentin karışımı bir merhem sürmenin çok daha etkili olduğunu yaralı askerler üzerinde deneyerek bulmuştur. Ayrıca yaralı kol veya bacağı en güvenli şekilde kesme teknikleri, dikiş atma, damar bağlama yöntemleri geliştirmiştir. Ancak, yaralının ilk tedavisinden sonra işlerin bitmediği ve uzun süreli bakımın, tedavi kadar önemli olduğunun fark edilmesi hemşireliğin doğuşuna da işaret etmekteydi.

Aslında, Ortaçağ Avrupası’nda manastır çevresinde kurulan hasta bakım merkezleri ve hastanelerde, rahibeler profesyonel bir meslek olarak değil de dini yaymak, dini kabullerle iyilik yapmak ve ilahi emirleri uygulamak gibi gerekçelerle hastalara bakım sağlamaktaydı. 13. yüzyıldan itibaren hastanelerin kiliselerle bağının kopmaya başlaması ve sivil kuruluşların yönetimine geçmesiyle, “rahibelik anlayışıyla” hasta bakımı değişmeye başlamıştır. Hemşireliğin, rüştünü ispatlayarak hekimlik alanından ayrılıp, profesyonel bir meslek olması Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında İstanbul’a gelen ve Selimiye Kışlası’nda binlerce yaralı askere nitelikli ve bütüncül bir bakım sağlayarak, pek çok yaşamı kurtaran Florence Nightingale ile olmuştur. Rusya’ya karşı savaş açan Osmanlı’ya müttefik olarak gelen İngiltere, Fransa, şimdiki İtalya’nın toprağı olan Sardinya, İsviçre ve Çerkesya’nın savaşa girmesiyle, ilk modern dünya savaşı da sayılan Kırım Savaşı’nda, bir milyona yakın insanın ölümü ile tam bir kırım olmuş ve neredeyse cephede ölenler kadar, bulaşıcı hastalıklardan da ölüm olmuştur. İngiliz askerlerine hizmet için gelip, Osmanlı ve tüm müttefik yaralı askerlere hizmet eden Florence Nightingale ve ekibi üstün hizmetleri nedeniyle padişah Abdülmecit tarafından ödüllendirilmiştir. Katı disiplinli, çalışkan ve pratik oluşu nedeniyle takdir toplarken, geceleri bile elinde lambasıyla hastaları ziyaret etmesi ve çalışanları denetlemesiyle “Lambalı Kadın” lakabıyla, saygı ve korkunun simgesi olmuştur. Ülkeden ayrılırken geride profesyonel bir mesleğin mirasını da bırakmıştır.

Öte yandan savaşların hekimliğe bir başka etkisi de cerrahinin, genel hekimlik alanına dönüşü olmuştur. Anatomideki ilerlemeler, mikroskobun geliştirilmesi, mikro organizmaların keşfi ve bulaşıcı hastalıkların önlenebilmesi, özellikle de anestetik ilaçların kullanılmasıyla daha güvenli cerrahi girişimlerin yapılabilir oluşu, cerrahiyi hekimliğin merkezine taşımıştır.

Antik dönemden beri önemi bilinen sağlık-beslenme ilişkisi nedeniyle, beslenme yüzyıllar boyu hekimliğin önemli bir parçası olmuştur. Sadece Hipokrat tıbbında değil, geleneksel Çin ve Hint tıbbı gibi farklı kültürlerdeki hekimlikte, diyet önemli bir tedavi yöntemi olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak 19. yüzyılın sonlarında bir yemek öğretmeni olan Sarah Tyson Rorer’in Amerikan Tıp Birliği Diyetetik Komitesi’nin başına getirilmesi, hastanelerde diyet mutfağı kurulması ve 1899’da ilk kez bir meslek olarak tanımlanmasıyla, diyetisyenlik de müstakil bir alan olarak hekimlik kümesinden ayrılmıştır.

20. yüzyıldan itibaren teknolojinin tıp içerisindeki ağırlığının ve belirleyiciliğinin artması, tıpta ileri uzmanlıkların ortaya çıkmasını kamçılamış, bir organın veya bir hastalığın hekimi olmak gibi uç noktaları gündeme getirmiştir. Bir yandan da yalın bir hekim-hasta ilişkisi yerine siyasal, ekonomik ve sosyal faktörlerin belirlediği bir sağlık sistemi içinde, daha karmaşık bir ilişki biçimi ortaya çıkmıştır. Hastası ile arasında, kendisinin belirlemediği ve yönetemediği bir sağlık sistemi vardır ve genel olarak hekim, bütün sağlık çalışanları gibi sağlık sisteminin bir parçası olmuş ve önemli ölçüde bir özerklik kaybı yaşamaktadır. Beyaz önlüğü ile belirleyici, karar verici olmaktan ziyade, sistemin “beyaz yakalısı” olmuştur.

Tarihsel süreçte eczacılık, hemşirelik, diyetisyenlik vs. gibi sağlık mesleklerinin hekimlikten ayrılması ve bu yolla sadeleşme, iş bölümü olması, hekimliğin mesleki konforuna hizmet etmiş ve hastaya daha fazla odaklanılmasına fırsat vermiş olabilir. Ancak bu sadeleşmeye karşın, teknolojinin tıbba eklemlenmesiyle, yapay zekanın sağlık alanına girmesi, metaverse ve teletıp uygulamaları, alanın bütünüyle “yeniden tasarlanmasını” gündeme getirmektedir. Bu yüksek teknolojilerin tıbba getirisini sadece teknik ve operasyonel açıdan değil, insan onurunun ve değerinin korunması, insanlığın geleceği ve ekosistemin dengesi açısından da düşünmek gerekiyor. Sadece olası yararlar bakımından değil, değersel açıdan da ele alınmalı.

Alvin Toffler’in bu konudaki uyarılarını dikkate almak önemli:

“Biyoteknolojinin nasıl gelişeceğini kestirmek için çok erken, ama geriye dönüp yeniden sıfır noktasına gelmek için de çok geç. Artık öğrendiklerimizi unutamayız. Yapabileceğimiz şey bunların uygulanış şeklini denetlemek, bunlardan yararlanma işini aceleye getirmemek ve vakit çok geçmeden bu alanda şirketlerarası, uluslararası, bilim dalları arası ve bilginler arası rekabeti önlemektir.”

Rekabet değil, dayanışma…

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI