Elektrikte kamulaştırma ama nasıl?
Elektrik Mühendisi Kubilay Özbek yazdı: Çözüm, kamulaştırmadan öte tüm enerji şirketlerine bedelsiz el koyma ve elektrik enerjisini kendi doğal yapısı içinde, kamunun tekelinde yönetmektir.
Fotoğraf: MA
Kubilay ÖZBEK
Elektrik Mühendisi
Yılbaşından bu yana gerek konutlara gerekse işyerlerine gelen yüksek tutarlı elektrik faturaları, yeni yılda açıklanan konutlarda 2 kademeli yüzde 50 ve yüzde 127 oranlarındaki zamların nasıl bir gerçeklik olduğunu hepimize gösterdi.
Peki ama bugünlere nasıl ve niçin geldik?
Yapılan zamların geri alınabilmesi mümkün mü?
Tüm bu soruların yanıtından önce elektrik üretim, iletim ve dağıtım işlerinin doğal bir tekel olduğu, bu karakterinden dolayı da piyasanın insafına bırakılamayacağı ve kamu mülkiyetinde olması gerektiğini belirtmek gerekir. Günümüzde gerek, üretim ilişkileri ve gerekse yaşam koşullarımızdan dolayı, özellikle elektrik enerjisi olmadan yaşamın sürmesi neredeyse olanaksızdır. Bu nedenden dolayı da elektrik enerjisine koşulsuz erişimi herkesin temel yaşam ve insan hakkıdır. Tahakkuk ettirilen elektrik borcu nedeni ile kişinin elektik enerjisini kullanımın engellenmesi (elektriğinin kesilmesi) insan hakkı ihlalidir.
1970’e kadar çeşitli kurumlarca üretilen ve dağıtımı yapılan elektrik enerjisi, elektriğin doğal tekel olması kabullenilerek kurulan TEK (Türkiye Elektrik kurumu) tekeline alındı. Ancak o dönem elektrik dağıtımının kentlerdeki imar planlamasını yapan yerel yönetimlerce daha doğru yapılacağı varsayımı ile dağıtım işleri belediyeler tarafından yapılmaya başlandı. 24 ocak kararları gereği elektriğin de tüm biçimleri ile piyasalaştırılması kaçınılmazdı. Bundan hareketle 12 Eylül faşizminin en azgın günlerinde 1982 yılında yerel yönetimlerin mülkiyetinde olan dağıtım sistemi de TEK’e devredildi. İşin ironik tarafı bugünün elektrik özelleştirmecileri o günler de buna gerekçe olarak elektriğin üretim-iletim dağıtımının bir bütün olarak tek el tarafından yönetilmesi ve işletilmesi gerçeğini öne sürmüşlerdi, ki esas olarak doğrudur da…
ELEKTRİKTE KAMU TEKELİNİ CUNTA KESTİ
Ancak yukarıda yazılı gerekçeyle yerel yönetimlerin varlığına el koyan cunta, 1984 yılında 3096 sayılı Yasa ile TEK’in elektrik üretim konusundaki tekelini iptal etmiş, sermaye şirketlerine, mülkiyeti kamuda olmak şartı ile, elektrik üretim santrali kurma hakkı tanınmıştır. Yasaya göre şirketler kuracakları santrallerin finansmanını kendileri sağlayacak TEK ise üretilen elektriğin tamamını satın alınacaktır. Ancak bu ilk özelleştirme teşebbüsünden sonra 12 Ağustos 1993 yılında TEK, TEAŞ ve TEDAŞ olarak ikiye bölünmüştür. Bu bölünme aslında TEK’in kuruluş ilkesine aykırı bir durumdu. Zira elektrik yapısı gereği doğal tekeldir üretim iletim dağıtım tek elden yapılmalıdır.
1990 yıllarda doğal olarak meslek odaları ve sendikalar bu duruma karşı çıktılar. Egemenler özelleştirmeler ile işletmelerin daha verimli çalışacağı ve fiyatların düşeceği tezini tüm yayın organlarında propaganda yapmakta idiler. Meslek odaları ve birçok akademisyen ise verim ile mülkiyet arasında bir ilişki kurulamayacağı, elektrik konusunda oluşturulacak özel sektör tekelinin ise rakipsiz olması sebebiyle tüketiciye yüksek fiyatla elektrik sunacağı tezini her platformda dile getirmişlerdi. O dönem yasalar, tekel durumunda olan sektörlerin imtiyaz hakkı içerdiği, dolayısı ile kamu hukuku ile değerlendirilmesi gerektiğini söylemekte idiler. Bu durumda imtiyaz hakkı sözleşmeleri (Osmanlı dönemi Düyûn-ı Umûmiye deneyiminden dolayı), hükümetlere değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkisine verilmiştir. İşte bu durum enerji iş kolunda özeleştirmeleri engelleyen önemli bir faktördü.
2001’DE KEMAL DERVİŞ GELDİ…
Şubat 2001 yılında patlayan kriz ülkenin tüm dengeleri ile birlikte elektrik iş kolunu da temelden etkiledi. IMF’nin görevlendirmesi ile hükümete katılan Kemal Derviş normal dönemlerde yapılamayacak birçok şeyi o sisli ortamda gerçekleştirdi.
3 Mart 2001 yılında çıkarılan 4628 sayılı Enerji Piyasası Kanunu ile cumhuriyetin kuruluşundan o güne TBMM yetkisinde olan bir alandaki imtiyaz tanıma yetkisi Meclisin elinden alınmış dolayısıyla bu imtiyazlar kamu hukuku kapsamından çıkarılıp özel hukuk hükümlerine tabii kılınmıştır.
Bu yasaya paralel olarak EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) kurulmuş özelleştirmeler hazırlık olarak da TEAŞ, Elektrik Üretim AŞ, Elektrik Ticaret AŞ ve Elektrik iletim AŞ. olarak üçe bölünmüştür. Bu saatten sonra birçok üretim santrali özelleştirilirken alım garantisi verilen birçok santralde yapılmaya başlanmıştır. ‘Al veya öde’ mantığı ile alınan doğal gazlara dayalı birçok santral kurulmuş ülke tüketiminin büyük çoğunluğu, üretim maliyeti en yüksek olan doğal gaz santrallerinden karşılanır olmuştur. Kamunun elinde kalan birkaç santral ise türlü bahanelerle çalışamaz halde bekletilmektedir.
Diğer yanda elektrik dağıtım işinin özelleştirilmesi de gerçekleşmeye başladı. Artık elektrik enerjisi ticari bir meta olarak görülmeye, üretiminde toplumsal fayda veya katma değeri yerine finansal maliyetlerin konuşulduğu bir piyasa olarak görülmeye başlanmıştır.
İktidarlar, sahibi oldukları ekranlarda, hemen her gün devletin kesesinden bir kuruş çıkmadan ne kadar santral yaptıklarını anlatırken, kendilerinin de ne kadar akıllı olduklarını sergilediklerini düşünüyorlardı eminim. Oysa herkes biliyordu ki uyguladıkları enerji politikası bir soygun ve sömürü sistemi idi. Zira sınırları belli olmayan dövize dayalı alım garantileri ile kurulan santrallerin tüm maliyetini yoksul halka ödetiyorlardı.
YEKDEM İLE SERMAYEYE BÜYÜK TRANSFER
Sonrası yıllarda, daha çevreci buldukları yeni ve yenilenebilir enerji üretim tesislerinin kuruluşunu desteklemek için YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Destekleme) Yönetmeliği çıkarıldı. Bu yönetmelik kapsamında kurulan tesislere kilowat/saat başına 13.3 dolar cente varan 10 yıllık alım garantileri verdiler. Bu yöntemle bir kesime transfer edilen sermayenin miktarı inanılmaz boyutlardadır. Doğal olarak transferi yapılan sermaye yoksul halka gönderilen faturalarla finanse edilmektedir.
Artık ülkenin elektrik enerjisi kurulu gücünde, döviz ile alım garantisi verilen, ithal kömüre dayalı santraller, doğal gaz santralleri ve yüksek fiyatlı alım garantili rüzgar ve güneş santralleri önemli bir yer kaplamaktadır.
Döviz kurları belirli bir seviyede iken bu durum tüketici tarafından pek hissedilmiyordu. Ancak Türk lirasının kısa süre içerisinde, (Ekonominin kitabını yazanların asrın buluşu tezleri sayesinde) çökmesi acı gerçeği tüm yalınlığı ile ortaya çıkarmış oldu. Emekliye verilen yüzde 25’lik maaş zammına karşılık yüzde 150’yi bulan elektrik zamları toplumun tüm kesimlerini sarstı.
KAMULAŞTIRMA NASIL OLMALI?
Çuvalına sığmayan mızrak öylesine görülür hale geldi ki, yıllardır kararlarına uymadığı her kurumun kapatılması (Buna Anayasa Mahkemesi de dahil) ve şovenizm dışında tek laf etmeyen Devlet Bahçeli bile enerji şirketlerinin kamulaştırması gereği hakkında kelam etti.
Evet kamulaştırma ama nasıl?
Enerji sektörü dışında ki yatırımları nedeni ile kullandıkları döviz kredilerini ödeme güçlüğü çeken şirketleri kurtarmak için mi?
Ya da imtiyaz bedelini halka ödettikten sonra bugüne kadar, halkın sırtından, milyonlarca dolar para kazanan şirketlere bir de kamulaştırma adı altında sermaye transferi için mi?
Çözüm, kamulaştırmadan öte tüm enerji şirketlerine bedelsiz el koyma ve elektrik enerjisini kendi doğal yapısı içinde, kamunun tekelinde yönetmektir. Kamunun yönetiminde bulunacak bu kurumda maliyetler, finansal maliyetlere bakılmaksızın, toplumsal maliyetler hesaplanarak belirlenmeli, her yurttaşa temel insan hakkı olan enerji miktarı bedelsiz verilmelidir.