45 yıllık Dokuma İşçisi Mikail Kılıçalp anlatıyor: Dokumacının 1993 öncesi aldığı ücret ile bugün aldığı aynı
Ünaldı Direnişi’nin öncülerinden, BİRTEK-SEN’in yöneticilerinden Mikail Kılıçalp’in anlattıkları 45 yıllık işçilik yaşamıyla sınırlı değil. Kılıçalp bir kentin emek mücadelesi tarihini anlatıyor.
Fotoğraf: Mesut Baylav | Evrensel
Hazırlayanlar: Fatih POLAT - Halil İMREK
9 yaşında dokuma işçiliğine başlayan Mikail Kılıçalp’in anlattıkları, bir işçinin kişisel dönüşümü etrafında bir kentin değişen tarihini, o kentteki sınıflar arasındaki ilişkiyi ve emek mücadelesi tarihini gözler önüne seriyor. Kılıçalp, Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikasının da (BİRTEK-SEN) kurucuları ve yöneticileri arasında yer alıyor.
Dokuma tezgahı ile ilk temasınız ne zaman oldu?
Ben ilkokula giderken, benim bir büyüğüm var, çalışıyordu. Bana, “Onun yanına yardım etmeye git” dediler. Kilim dönemi o zaman, daha halı yok.
Kaç yaşındasınız?
O zaman daha 9 yaşındayım. Gittim, hem ona yardım ediyorum hem masura sarmayı öğrendim. Bu sefer onun kalfaları dedi, “Bu gitsin, Mikail sarsın masurayı. Daha çalışkan.”
YARIM GÜN OKUL, YARIM GÜN ÇALIŞMA
Nerede burası?
Ünaldı’da, Alibaba diye bir dergah var. Onun karşısında bir han var. O zaman kilim, battaniye, pike çarşaf, havlu tezgahları var. Benim girdiğim yer pike çarşaf, battaniye işleyen bir yer. Eski motorlu tezgahlar Antep’e yeni gelmiş. Orada 4. sınıftan 5. sınıfa geçtiğim o tatil döneminde haftalıklı işe başladım. Ben öğlenciyim, sabah 7’de işe gidiyorum. Saat 11’e kadar masura sarıyorum. Orada ilkokul bitene kadar devam ettik. Yarım gün okul, yarım gün çalışma.
Sonra halı sektörü gelişmeye başladı, halıya geçtim. Halıda üç kişi çalışırdık: Kalfa, telci, cağcı. Sonra cağcılığı öğrendik. Ondan sonra tezgahın başında halı dokumaya başlıyorsun. Telcilik yaptık. Birkaç işyeri değiştirdik. Ağabeyimle çalıştım. Biz 11 kardeşiz. Benden büyük üç ağabeyim var. İkisi dokumacıydı. Sonra tek başıma başka işlerde çalıştım.
GIRGIR, FIRT, TEKSAS, TOMMİKS VE…
Çalışma ve okul dışında o yaşlarda gününüz başka nasıl geçiyor?
Bir gazete bayii vardı Ünaldı’da. Gazeteler mandalla asılırdı. İşe gidip gelirken gazete başlıklarını okurdum. Gırgır dergisi vardı, Fırt vardı. Onları okuyordum. O yıllarda çizgi romanları çok okurdum; Teksas, Tommiks, Zagor… 15-16 yaşına kadar onları okurdum. Antep’te Karagöz Caddesi’nde sinemalar vardı. Pazar günleri o sinemaların önünde kitap değişimi olurdu. Kaldırıma kitapları sererler. Okuduğum sayıları orada yenileriyle değiştirirdim. Para vermez, takas usulü okurduk. Bir gün baktım 2-3 tane farklı roman var. ‘Değişelim mi?’ dedi arkadaş. Ben, ‘Ya ben bunları hiç okumadım’ dedim. Biri Victor Hugo’nun Sefiller’i biri de Monte Kristo Kontu. Çocuk, ‘Bunları okusan bir daha çizgi romanları okumasın’ diye ısrar ediyor. Aldım, mahalleye geldim. Okulun duvarında oturuyorum. Okumaya başladım, çok sürükleyici geldi. Ondan sonra çizgi roman okumayı bıraktım. Artık kitaplarla haşır neşir olmaya başladım. Bu arada 17-18 yaşına geldik. Arada arkadaşlarla sinemaya filan da gidiyoruz. Askere gidene kadar velhasıl telcilik yaptım. 1987’de askere gittim. 18 ay askerlik yapıp geldim. Eski patronum çağırdı beni, “Gel yanımda çalış, bu sefer kalfa olarak başla” dedi. Kalfa olarak başladık.
1996’daki Ünaldı direnişinden önce başka direnişler de olmuştu. Onları da biraz konuşalım…
Evet, bizim örgütlediğimiz, içinde yer aldığımız 1993 süreci var. 1993’e gelirken bizim zamlar altı ayda birdi. Dokumacı yılda iki kez zam alırdı. 1993’e kadar önce büyük işyerleri zam verir. O zaman Erdemoğlu, Ceyhan Halı. Ondan sonra diğer işyerleri onun aldığı yüzdelik üzerinden zam alır. Merinos’un patronu demiş ki, “Niye ben hep önce zam veriyorum. Su sefer, piyasa versin, sanayi versin, ben ondan sonra zam vereceğim.” Bunu söyleyince işçiler sorgulamaya başladı, “Merinos vermezse, biz ne alacağımızı da bilmiyoruz” diye. Birkaç gün sonra çay ocağında oturuyoruz. Sözü geçen kalfalar var. Dedik ki, ne yapabiliriz zam için? 8-10 kalfa oturduk, bir toplantı yapalım, dedik. Cumartesi günü çalıştığımız yerin iki üç sokak ötesinde Müslüm’ün Çay Ocağı var. Önü meydan gibi, geniş. Dedik, sanayide dolaşacağız ve cumartesi günü 4’te, 5’te Müslüm’ün Çay Ocağı’nda toplantı yapacağız. Abdo Halfe (Kalfa) vardı. Daha önceki mücadelelerden gelen ağabeylerimizden. Sanayiye 10 kişi ile girdik, herkes tanıdıklarını çağırdı. Oraya 150-200 kişi filan geldi. Biz ilk gidenlerdeniz. Ben, Ali Karataş (Evrensel Basım Yayım tarafından 2011 yılında ilk baskısı yapılan ve Ünaldı Direnişi’ni anlatan ‘Direnişi Nasıl Dokuduk’ adlı kitabın yazarı).
İnsanlar gelince, “Bizi buraya kim çağırdı, niye çağırdı?” diye konuşmaya başladılar. O zaman ben 25-26 yaşında filanım. Çok heyecanlıyım. Ali Karadaş, “Mikail Abi kalk sen konuş” diye beni sıkıştırıyor. Kalktım, “Arkadaşlar” diye bir bağırdım, çok heyecanlıyım. Millet döndü bize baktı. “Bundan sonra zammı biz kendimiz isteyelim” dedim. O zaman üretim bu kadar çok değil ama sanayide 500’ün üzerinde işyeri var. Ünaldı 7 mahalleden oluşuyor. Çıksorut’tan başlıyor, Perilikaya dediğimiz havaalanı yoluna kadar sıra sıra işyerleri var. Bir iki makineli yerler, beş, altı makineli olmuş. On makineli yerler büyük işyeri diye geçiyor. Toplantıda, “Herkes görev alacak, pazartesi günü akşam 7’de yine bir toplantı yapacağız. Gündüz vardiyası, gece vardiyasındaki kalfayı da alıp toplantıya gelecek.” diye karar aldık. 500’e yakın kişi geldi. Tabi her kafadan bir ses çıkıyor. İkinci toplantıda da ilk sözü ben aldım, sonra arkadaşlar konuştu. Kimi yüzde 40, kimisi yüzde 50 zam isteyelim diyor. Sonraki toplantı için de çalışma yaparak gelme kararı aldık. Sanayide o zaman 15 bine yakın işçi var. Bu arada bir komisyon oluşturduk. Büyük işyerlerinden birer temsilci, küçük işyerlerinden sokakta sevilen sayılan kalfalar. Toplantıdan sonra patronlar da farkına vardı bizim toplantılarımızın.
"KOMİTE KURDUK, 5-6 BİN KİŞİ OLDUK"
Artık komite kurma sürecine doğru gidiyorsunuz…
Evet. Velhasıl üçüncü toplantıda 1000 işçi geldi. Orada komite seçme kararı aldık. Farklı mahalle ve bölgelerden işçilerden oluşan 15 kişilik bir komite oluşturduk. Sanayi komitesi. Orada işçiler çoğalınca kendine güveni de arttı. O zaman karpuz yeni çıkmış, kalfalardan biri “Arkadaşlar biz evimize karpuz alamıyoruz. Yüzde 100’den aşağı zam olmamalı” dedi. İşçilere sunduk, işçiler de kabul etti. Son toplantıyı cuma gününe, okulun yanındaki basket sahasının olduğu yere aldık. Komitede konuştuk. O zaman haftalık alıyoruz. “Cumartesi günü herkes patronundan yüzde 100 zam isteyecek” dedik. Vermezse şalteri indirip Karaoğlan Mahallesi’nde büyük bir hızar vardı, kereste fabrikası. Önü boş alan. Dedik herkes oraya gelecek. Saat dört oldu, bizim patron parayı verecek. “Usta yüzde 100 zamlı hesapla” dedim. “Yok” dedi, “Sen benimle ortak mı olacaksın?” dedi. “Vermem” dedi. “Vermezsen grev yapacağız” dedim. “Kapatırsan kapat ama anahtar sende kalsın” dedi. Sonra ben meydana gittim. Baktık insanlar sanayinin her yerinden oraya gelmeye başladı. Bu arada makinistler patronlarla oturup anlaşma yapmışlar. Yüzde 52 zam almışlar. Biz toplanınca onlar da geldi. Çıktılar, “Biz patrondan yüzde 52 zam aldık. Bundan iyisi de olmaz. Siz geçin işinize bakın” dediler. O zaman iyi para. Ama bizim kararımız yüzde 100 zam. O zaman bizim komiteden bir arkada çıktı ve dedi ki, “Makinistler bizim temsilcimiz değil, şimdiye kadar bizim hiçbir toplantımıza katılmadılar. Bizim adımıza nasıl karar verirler.” Oradaki makinistleri yuhaladık. Onlar da gittiler. Bir gün önce de bizim komitedeki arkadaşlardan Abdo’yu gözaltına almışlardı. Gelen işçiler, “Karakola yürüyelim, Abdo’yu alalım” dediler. Sanayi büfesine varana kadar 500-600 kişiyiz. Sonra biz komite olarak, yürüyüşü, kapatmayan yerlerin bize katılması için sanayiye doğru yapma kararı aldık. Yürüyüş kolunda Kenan Evren Bulvarı’na gelirken iki tane polis aracı yolu kapatmış. Biz slogan ata ata geçip gittik. Adamlar da hiçbir şey yapamadı zaten. Sanayinin içine girdiğimizde her sokaktan oluk oluk insanlar akıyor. Oraya varana kadar 5-6 bin kişi olduk. Eski Ünaldı dolmuş durağına geldiğimizde çevik kuvvet saldırmaya başladı. O gün 300 kişi gözaltına alınmıştı. Komiteden kimse gözaltına alınmadı. Biz tekrar toplandık. Pazar günü işçi semtlerini, kahveleri dolaştık. “Pazartesi günü kimse işyerini açmayacak, işyeri açık olsa bile kapının önünde bekleyecek” dedik. Pazartesi kimse çalışmıyor. Sanayide hiç tezgah sesi yok. Polis geldi işyerlerinin önünden işçileri kovaladı, “Ya girin çalışın, ya da burada beklemeyin” dedi. Bu sefer çay ocaklarına, kahvelere toplanmaya başladı işçiler. Komite olarak biz de bir çay ocağının önünde oturup konuşuyoruz. Sonra saat iki, üç gibi karakoldan bir komiser ile iki, üç polis geldi. “Temsilcilerinizi seçin, sizi görüşmeye götüreceğiz” dediler. Komitenin kim olduğunu bilmiyorlar. Ben gönüllü çıktım, Ceyhan Halı’dan Şerif Halfe, öbür taraftan başka arkadaşlar. 18 kişi temsilci olarak karakola gittik. Kimliklerimizi topladılar. Orada bir Emniyet Müdürü vardı, bizi bir sıraya dizdiler, “Antep’in kızılları bunlar mı?” dedi. Sonra Ticaret Odasına geldik, 50-60 patron var. Hepsi de büyük patronlar.
Antep’te iki sınıf arasındaki ilk büyük karşılaşma yani…
Evet. Bize en ön sırayı ayırmışlar. Biz Balık Hüseyin’i sözcü seçtik. (1996 Ünaldı direnişinin işçi önderi Hüseyin Özdemir) “Ne istiyorsunuz?” dediler. “Yüzde 100 zam istiyoruz” dedik. “Yüzde 60 verelim” dediler. Sonra yüzde 70’e çıktılar. En son patronlar yüzde 95’e çıktı. Biz yine yüzde 100 diyoruz. Sonra Emniyet Müdür Yardımcısı, patronlara “Arada bir şey kalmamış yüzde 98 verin” dedi, bize de “Arkadaşlar siz de 2 puan düşün” dedi. Biz “Kabul ederiz ama gözaltındaki arkadaşlarımız bırakılacak yoksa biz işçilere iş başı yaptırmayız” dedik. Valilik ve Emniyet Müdürü ile görüştüler. Yarım saat geçti. “O arkadaşları Emniyet’ten bırakmaya başlamışlar” dediler. Serbest kalan Ticaret Odasının önüne gelmiş, Ünaldı’dan da 200-300 kişi Ticaret Odasının önüne gelmiş. Anlaşmayı yaptık. Yüzde 98 zammın uygulanması biraz sancılı oldu ama ilk haftada hepsini uygulattık. O zam işçiyi rahatlattı. Dokuma işçisinin kendine güveni geldi. 1994’e gelindiğinde Tansu Çiller döneminde bir devalüasyon oldu. Aldığımız zam eridi. Bu arada Ünaldı’da siyasi bir mücadele de gelişti. Bildiriler dağıtılıyor. Komiteler oluşmuş. Biz yine bir toplantı kararı aldık, öğle yemeğinde sanayi büfesi dediğimiz yerde. Oraya gittik 200-300 kişi var. Polis hemen ablukaya aldı, coplamaya başladı. Polis beni almaya kalkınca, işçiler beni kucakladı ve bir motora bindirip götürdüler. Orada gözaltına alınanlar oldu. Biz ondan sonra, polisin bize meydanlarda toplantı yaptırmayacağını anladık. Birkaç sefer denedik, olmadı. 1994’ten sonra dernek fikri gelişmeye başladı.
"ÜNALDI’DA İŞÇİ DERNEĞİ KURDUK"
O zaman sendika fikri yok muydu?
O zaman işçinin gündeminde sendika yoktu. Ünaldı’da dernek kurduk. Derneğin kurucuları Ünaldı’nın sevilen halfelerinden. Ne dernekçilik yapmışız, nasıl yönetilir, tüzük nasıl olur bilmiyoruz. 1995’in birinci ayınca ilk sözleşmeyi yaptık.
Derneğimizi kurduk, bir piknik düzenledik. Belediyeler iki otobüs verdi. Bir koyun aldık, kestik, lahmacun yaptırdık. 100’e yakın işçi geldi. İki otobüs, üç tane de arabayla gittik. Sonra saat dört, beş, bitti geleceğiz. Eğit-Sen’liler de açlık grevi yapmışlar. Dedik onları ziyarete gidek. Ziyarete gittik, saat beş gibi sendika binasına sloganlarla çıktık. Öğretmenler heyecanlandılar, kimisi ağladı. Orada “İşçi memur el ele, genel greve” sloganı atıyoruz. Onların başkan ve bizim başkan birer konuşma yaptı. Biz aşağıya inerken polisler bizi otobüse yönlendirdi. 63 kişi gözaltına alındık. Gece yarısına doğru serbest bıraktılar.
Ondan sonraki süreç, 1996 direnişine giden süreç.
"EVRENSEL’DE BİR MANŞET ÇIKTI"
Derneğin kaç üyesi vardı?
Resmi olarak 300-500’ü geçmezdi. Dernekte eğitim toplantıları yapıyorduk. Sigorta hakkı, sendika hakkı üzerine. İş Kanunu kitaplarını getirdik, işçilerle okuyoruz. Artık işçi sigorta istemeye başladı. Bu arada 1995’in sonunda biz yine, 1996’nın birinci ayından geçerli olacak bir sözleşme yaptık. 1995’teki sözleşmede sigortayı gündeme getirdik patronlarla görüşürken. O zaman yüzde 60 civarı zam alacaktık. Patronlar işçisini sigortalı yapsın, zamdan yüzde 15 feragat edelim, dedik. Patronlar sigorta yapmayıp yüzde 15 de kesinti yapınca işçide öfke oluştu. Biz ondan sonra grevin propagandasını yapmaya başladık. Dernekte toplantılar yapıyor, kararları işçilerle birlikte alıyoruz. Bizim için artık en büyük şey sigorta ve 8 saat iş günü. Patronlar ne sigortayı ne zammı kabul ettiler. Biz o zaman son toplantıdan sonra patronlarla anlaşamayacağız, bu işi şalter indirerek çözeriz dedik. Cumartesi şalter indireceğiz dedik, 500 işçi de kabul etti. İndi şalterler, 1996 direnişi başladı. 15 bin işçi iş bıraktı. Evrensel gazetesinde bir manşet çıktı. Dernekte bütün işçiler gazeteyi alkışladı. O arada biz komiteler kurmuşuz, motorlu ekiplerimiz var sanayide dolaşıyor. İşçilerle konuşup çalışan yerleri kapattırıyor. Patronlar bunlar aç kalır, dayanamaz, iki üç gün sonra gelip çalışırlar, diye düşünüyor. O kadar örgütlü olduğumuza o zaman patronlar da devlet de inanmıyor. Bu arada birçok baskıya da maruz kaldık. Gözaltılar oldu.
O dönem hem ulusal hem de yurt dışından, mesela Liverpool liman işçilerinden dayanışma olmuştu değil mi?
Tabi. Oradan, sendikacı bir arkadaş geldi. İşçileri en çok etkileyen şey, başka şehirlerdeki işçileri gönderdiği dayanışma mesajlarıydı. İstanbul’da direnişte olan işçilerden destek geldi. İskenderun Demir Çelik işçileri para toplamış, makarna göndermiş, süt göndermiş. Gümrük’teki işçilerden destek geldi. Ankara OSTİM’den işçilerin kurduğu bir tiyatro grubu vardı, onlar geldi tiyatro oynadı. Öyle zamanlar ki, işçi kemikleşmeye başladı o direnişte. Polis geliyor saldırıyor, Ünaldı’da TOMA’lar dolaşıyor. Direniş süreci çok çetin geçti. Galiba direnişin 28. günüydü. Patronlar işçilerin çözülmeyeceğini anladılar. Ehvenciler dediğimiz halıcılar dediler ki, “Gelin diğer patronlar anlaşma yapmıyorlarsa biz anlaşma yapalım.” İşçi de bunalmıştı ama kararlıydı. Gittik, Ehvencilerle sözleşme yaptık. Kaliteli halıcılardan oluşan ağır halıcılara da dedik ki, “Sizinle de sözleşme yapalım.” Onlarla da sözleşme yaptık.
"BALIK, SENİN GÖZÜN BENİM YERİMDE"
Biraz da o dönemdeki sendikalaşma mücadelenizi konuşsak…
1996 direnişi sürecinde biz sendikaları da gezdik. DİSK/Tekstil’in başında o zaman Muzaffer Subaşı vardı. TEKSİF’in başkanı Ali Seyvan. 1996 direnişi biterken, biz dernekle bu işin yürümeyeceğini görmüştük. Bir sendikamız olmalıydı. Çünkü derneğin bir bağlayıcılığı yok. Biz direniş sürecinde DİSK’e de TEKSİF’e de giderek, “Gelin işçileri üye yapın” dedik. DİSK’in şube başkanı Muzaffer Subaşı ile görüştük. Balık Hüseyin ile birlikte gitmiştik. Hiç unutmam. Subaşı kalktı ve dedi ki, “Balık, senin gözün benim yerimde.”
Sonra arkadaşımız Seyfettin Bayramoğlu aracılığıyla Türk-İş’e bağlı TEKSİF ile görüşme sağladık. Ali Seyvan dedi ki, “Size şube açacağım, Balık Hüseyin’i de maaşlı temsilciniz yapacağım. Siz orada örgütlenin. Ben genel merkez ile konuştum.” Biz de “Tamam” dedik. Balık’ı maaşa bağladılar, sigortasını yaptılar. Temsilciliği açtık, işçiler gelip gidiyor. Sendikaya üyelik noterden yapılıyor. Ben o zaman işi bıraktım. Gece sabaha kadar sanayideyim. Balık görevli, ben görevliyim, Cuma Uzun görevli. Bir gelirimiz de yok. 2 ay, gece sabaha kadar sanayide geziyorum. Toplantılar yapıyoruz. Sabah temsilciliği açıyorum. TEKSİF’te işçilerin dilekçelerini yazıyoruz ve notere gidip üye yapıyoruz. 2-3 ayda, 12 işyerinde binin üzerinde üye yaptık. Sonra yetkiler gelmeye başladı. 7-8 işyerinde yetki geldi. Patronlar da bazı şeyleri fark etti, işçileri atmaya çalışıyorlar. Seydi Bulut Halı’nın önünde işçilerle direnişe başladık. Yetki gelmiş, süreç geçmiş, biz Ali Seyvan’a sözleşme imzalamak gerektiğini söyledik, bize dedi ki, “Sizin ne yetkiniz var ki, siz kimsiniz ki sözleşme imzalayacaksınız! Sözleşme imzalanacaksa ben imzalarım.” Dedik, “Yetki gelmiş, patron çağırıyor, git sözleşme imzala.” Gitmiyor. “Hele durun, biraz daha örgütlensin” diyor. Patronun biri, “Kardeşim bizim bu çektiğimiz ne? Sendikanızı gönderin sözleşme imzalasın” dedi. Ali Seyvan gidip sözleşme imzalamadı. Sonra bitti o süreç. Bizi, Balık Hüseyin’i görevden aldılar.
Bugün ile o dönemi kıyaslayınca benzerlik ve farklılık olarak neler görüyorsunuz?
1993 öncesi ile bugün, 2022’de dokumacının aldığı ücret hemen hemen aynı alım gücüne sahip. 2012’ye kadar ben asgari ücretin üç, dört katı ücret alıyordum. 1993’teki direniş döneminden itibaren dokumacı hep asgari ücretin üç, dört katı alırdı. 2012’den sonra düşmeye başladı. Şu anda en fazla asgari ücretin 1.5 katı alınıyor.
1993’ten önceki dokuma işçilerinin örgütsüzlüğü, dağınıklığı ile bugün işçilerin örgütsüzlüğü, dağınıklığı da aynı.
O dönem ile bu dönem arasında hem mekansal hem de teknolojik açıdan değişimler var. O zaman işçiler iç içeydi, herkes birbirini tanırdı. Şimdi semtleri ayrılmış işçilerin, fabrikaları ayrı. Birbiriyle görüşemiyorlar. Eskiden fabrikalara girebiliyorduk. Bugün en büyüklerden biri Merinos. 3 bine yakın işçisi var. Erdemoğlu o zaman sanayinin yine en büyüklerinden biriydi ama 12-13 tezgahı vardı. O tezgahlar da bugünkünün onda biriydi. Erdemoğlu o zaman 12 tezgahta ürettiğini, şu anda bir tezgahta üretiyor. O zaman 40 kişi ile yaptığı üretimi şu anda üç kişi ile yapıyor. İnsanlar yine geçim sıkıntısında. Bir şeyler yapmak istiyor. Ama birleştirici bir güç, bir örgüt yok şu an. Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikasını (BİRTEK-SEN) kurmamızın nedeni de bu örgütlülüğü sağlamak.
İşçinin çalışma saati bakımından durum ne?
İşçinin çalışma saati 8 saat yıllardır. 2000’lerden bu yana, işyerleri Başpınar Organizeye taşındığında 12 saat çalıştırdılar ama 8 saate dönmek zorunda kaldılar. Çünkü 2-3 saat yol sürüyor. İşçiler çalışamamaya başladı, mecburen 8 saat yaptılar. Şu an sigortasız işçi almıyorlar. Ama iş yükü daha ağır.
ŞU AN KALİFİYE DOKUMACI YETİŞMİYOR
Son bir soru ile bağlayalım isterseniz. Eskiden “Dokumacıysan hayatın kurtuldu” diye bakılırmış Antep’te. Şu anda durum nasıl?
Ben evleneceğim zaman eşimi istemeye gittiğimizde “Dokumacıyım” dediğimde verdiler. Şu anda dokumacılığı gençler yapmıyor. Şu an kalifiye dokumacı yetişmiyor. Eskiden bir iplik fabrikasında çalışanların en az üç katı maaş alırdık. Şu an iplik fabrikasıyla, bizim telciler, o genç işçiler aynı.
Bu güzel sohbet için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
"PATRON ALDI YÜRÜDÜ, BENİM MAAŞIM AÇLIK SINIRININ BİR TIK ÜSTÜNDE"
1990 yılında dokuma işçiliğine başlayan 32 yıllık İşçi İbrahim Kalfa anlatıyor: “1993 yılında askerliğimi bitirip geldim. Memur olan eniştem sınava girmemi ve gardiyan olmamı istedi. Gardiyanların ücretini sordum. Misal o zaman gardiyan 100 lira maaş alıyorsa dokuma ustası 300 lira haftalık alıyordu. Maaşı düşük diye gardiyan olmadım.”
1996 yılında Ünaldı direnişinde çırak olarak bulunan İbrahim Kalfa; şöyle devam ediyor: “Ünaldı’da yüksek zam talebi ile ustalar direniş yaptı, biz de katıldık. O zaman bütün haklarımızı aldık. Ben 96 yılında bir haftalığımla bilezik bir de urup (çeyrek altın) alıyordum. Yıl 2022 olmuş şimdi aldığım maaşımla yemezsem içmezsem ancak bir kelle (cumhuriyet altını) alabilirim. O zaman devlet memurundan 2-3 kat fazla para alıyorduk. Dokumacı ustasının maaşı asgari ücretin 4 katıydı. Dokumacıyım diyen bekar erkeklere hemen kızı verirlerdi. Dokumacı Almanya’da çalışan işçi gibi görülürdü. Ünaldı’da benim çalıştığım firmanın bir dokuma tezgahı vardı, şimdi 10 makinesi var. O zaman bir arabası vardı. Şimdi, Mercedes, Megan, cip olmak üzere birkaç arabası var. Normal evi, bağ evi… Aldı yürüdü. Benim ise maaşım ortada. Açlık sınırının bir tık üstünde.”
Yarın: BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen ile söyleşi ve son döneme dair eğilimler.