28 Şubat 2022 13:07

Nuray Sancar : Yetmez… Ama evet değil

Nuray Sancar, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni”ni yazdı: Resimde halk yok. Ama onun adına konuşanlar çok.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Nuray SANCAR

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” onu hazırlayan Millet İttifakı partilerinin sadece bir seçim programı değil. Zamanın koalisyon hükümetinin ‘postmodern bir darbe’yle devirildiği 28 Şubat 1997’den itibaren revizyona uğratılan bir Anayasal sistemin restorasyonuna yönelik bir yol haritası. Bu bakımdan AKP iktidarları döneminde rayından çıkarılan Yasama, Yürütme ve Yargı sisteminin tek adam iktidarı döneminde tamamen CB bedeninde merkezileştirildiği uzun süreç geriye sarılırken tahrip olanları tamir etme derdine odaklaşılması anlaşılır bir konu. 

Mutabakat metninin satır araları tarihsel göndermelerle dolu. CB önünde düğme ilikleyen yüksek yargı mensupları, parlamentonun noterleşmesi, temsili değil atanmış yürütmenin varlığı, kayyum atamaları gibi sistemdeki ağır yozlaşmanın belirtisi bazı anlar ve süreçler bu satırlar okundukça ister istemez göz önünde beliriyor. Ama daha önemlisi, siyasal sistemi faşizmin eşiğine kadar getirmeye teşne tek adam yönetimine karşı, parlamento içinde ve dışında mücadele eden güçlerin, iğneyle kuyu kazarak kazandığı mevzilerin böyle bir metni hariçten zorlayan asıl güç olması. KHK’ler, torba yasalar, belediyeye atanan kayyumlar, tutuklu yargılamalar, çoklu baro yasası, İstanbul Sözleşmesinin iptali, Boğaziçi kayyumu vb.ni püskürtmek için ortaya çıkan direnişler ile işçi ve emekçi eylemleri ve nihayet tek adam rejimine karşı her alanda süren mücadeleler olmasaydı seçilmek için toplumsal mutabakata ihtiyaç duyan partilerin mecal bulup bulamayacağı bir soru işaretidir. Emekçilere ve mağdurlara sokağı men eden ittifak söyleminin dayanak olarak bu eylemleri arkasına almış olması bir ironi sayılır. Saadet Partisi’ne İstanbul Sözleşmesine evet dedirten zamanın ironisidir bu. 

Ama bu taleplerin asıl sahiplerini, asıl mücadeleci güçleri yani sol kesimleri, HDP’yi, hakları için mücadele eden emekçileri kendi en geniş ‘milli mutabakat’ kurgusunda görüp bunları oy havuzuna dahil ettiği halde Millet İttifakı, programında örneğin Kürt sorununa hiç değinmemiştir? Hem Kürtlerin oyunu bekleyip hem Kürt sorununun çözümü ile ilgili programatik bir görüşü olmamak sadece Kürtlerin düşünmesi gereken bir konu değildir nihayetinde. Bir memleket meselesi, demokrasi sorunudur Kürt sorunu. “Din ve vicdan ayrımı yapılmadan herkesin kendi kimliği ve kendisi olarak katılacağı” toplumsal ve siyasal hayat; “ama eksi Kürtler” diye kurulamaz.  

İkincisi; Bu program ihale sisteminin değiştirilmesi, belediyelere sübvansiyon, vergilerin, bütçenin şeffaf kullanımı gibi birtakım ekonomik önlemlere değinerek bölüşüm ilişkilerini düzenlemeye yönelik bir vaatte bulunurken Türkiye’nin kanını emen ekonomik çetelere ilişkin hiçbir şey söylemiyor. Şimdiye kadar vergi indirimi, iltimas, ihale önceliği ile milyarlar kazanan bu ekonomik güçlerden sorulacak bir hesap yok; burada derin bir sessizlik var. Özelleştirilmiş eğitim, sağlık ve enerjiye ne olacağı ise hiç yok.

Mevcut iktidar sosyal hakları birer birer tasfiye etti, malum. Her şeyden önemlisi hak kavramının altının oyulup yerine parti lütfunun geçirilmesi oldu. Bu yüzden yoksullara, ölmeyecekleri kadar para ya da erzak yardımının bahşedilmesi yeni bir sosyal politika haline geldi. Bu metinde de yardım ekonomisi telaffuz edilmekte. Programın bölüşüm sisteminde düzenlediği tek şey ihale paylaşımıyla ilgili. Oysa Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun ve finans kapitalin yüzünü güldüren ekonomik programların sonucunda enflasyon zirvede paranın değeri yerlerde iken, tam da işçilerin sokakta olduğu bugünlerde emeğe bir selam göndermeyen, adını anmayan ittifak kürsüsü, “tarafsız cumhurbaşkanı” söylemi altında gerçekte bir taraf olduğunu gizleyemez. Yetmez… Ama evet değil.

Yetmeyen bir şey daha var. Bilkent’te 700 kişinin toplandığı salon gerçekten tarihidir. Sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kesimleri, kadın ve çevre örgütleri temsilcileri orada hazır bulundular. Demokrasi sendikaların, ne oldukları açıkça tarif edilmiş sivil toplum örgütlerinin (AKP kendi vakıflarını, Cemaatleri ve tarikatları sivil toplum örgütü olarak görüyordu mesela) meslek odaları, aydınlar, her türlü kültür ve hak örgütlerinin siyasete ve yönetime katıldığı bir biçimdir. Bu doğru, ancak şimdiye kadarki pratiği Meclis dışındaki; sokaktaki, işyerindeki siyaseti, üretimden gelen gücün kullanılmasını tanımamak, onunla ilgilenmemek, tersine sokağı yasaklamaktan ibaret olan ittifak partilerinin katılımcılara sadece tanık olmak veya alkışlamak için alan açtığı bir salon resmi güzel ama geleceğe ilişkin bir teminat vermiyor.  

Türkiye’nin ihtiyacı, toplumsal aktörlerin etkin katıldığı bir kurucu meclis. Bunca zamandır yaşanan baskının, tahribatın, hak kayıplarının ve toplumsal hayattaki erozyonun ortadan kaldırılacağı bir kurucu meclis. Her alanda atanmışların değil seçilmişlerin yönetimi. Bu ise devletin, metinde hiç değinilmeyen askeri aygıtın, merkezi ve yerel yönetimler arasındaki ilişkinin halk nasıl istiyorsa öyle düzenlenmesi için adım atmak demek.

Bu yok. Kısacası resimde halk yok. Ama onun adına konuşanlar çok.

ÖNCEKİ HABER

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencileri: Rusya Ukrayna savaşı Türkiye’yi de etkileyecek

SONRAKİ HABER

Pas South fabrikasında işten atılan işçiler direnişin 12. gününde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa