09 Mart 2022 07:59

Barış istemeye cüret edelim!

Emperyalist barbarlık düzeninden, bu kan gölünden, savaşlar dünyasından refah-huzur-barış çıkması imkânsızdır artık.

Evrensel

Paylaş

Bundan 30 yıl önce, devasa medya organlarından bir peri masalı yazılıyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni dünyanın alametleri sıralanıyordu bir bir. Savaşlar, işgaller, göçler, kitlesel katliamlar, toplama kampları tarihe karışmıştı. İkinci Dünya Savaşı gibi felaketler, atom bombası atılan kentler, Nazizmin suçları vb. bir dizi travmatik olayı unutmanın vaktiydi. Yeryüzü bu türden tehditlerden arınmıştı. Modern toplumun son düşünsel evresi “liberalizm” ve onun toplumsal düzeni “kapitalizm” soğuk savaştan galip ayrılmış, yeryüzünün tek hâkimi olmuştu. Sosyalizm bütün kalıntılarıyla yok olmuş, tarihin ve uygarlığın ilerlemesine çomak sokan sapmalar kesin bir yenilgi almıştı. Artık, barış, refah, ilerleme dönemiydi. Tarihin kaybedecek zamanı yoktu!

DEVREDEN YILLARDA O YENİ DÜNYA

Aradan 5 yıl geçmedi. Yugoslavya karıştı, Hırvat Nazi örgütü Ustaşa’ların Almanya eliyle silahlandırılması, Sırp etnikçilerinin IMF eliyle kışkırtılmasıyla, Srebenitza gibi sistematik “soykırım”lar dirilivermişti.

Aradan 5 yıl daha geçti. 50 bin sivilin ölümüne yol açacak 20 yıllık bir savaş başlamıştı. ABD ve NATO, Afganistan’ı işgal etmişti. Aynı güçler, Irak’ı da benzer “güvenlik” ve “terörizm” gerekçeleriyle işgal edecekti.

Bir 10 yıl daha geçti, Suriye karıştı. NATO yapımı cihatçı çeteler, Batı medeniyetlerinin “devrim” propagandası ve askeri yardımıyla 500 bin ölümle süren, bitmeyen bir savaşa sürüldü. 5 yıl sonra tarihin en “kurumsal” örgütlerinden biri oldu IŞİD, batı uygarlığının finansmanıyla kendi reklam ajansından cihat ordusuna katılım reklamı yayınlıyordu. Grafikler, kamera açıları vb. ile modern uygarlığın oyunlarını kuralına göre oynuyordu.

Bir 5 yıl daha geçti. Ukrayna’da 2014’teki darbeden sonra iktidar ortağı olan Svoboda Partisi, İkinci Dünya Savaşı’nda Kızıl Ordu’ya karşı Nazilerle işbirliği yapan Ukrayna nazi hareketinin lideri S. Bandera’yı “ulusal kahraman” ilan eden bir neo-nazi partisiydi. “Gamalı haç” simgeli Sağ Sektör, yasal statü kazandı. Aynı Sağ Sektör, 2014’te 48 kişinin yakılarak öldürüldüğü Odessa Katliamı’nın failiydi. Liderleri, genelkurmaya atandı. Başka bir nazi örgütü Azov Taburu Milli Savunma gücü oldu. Sürece su taşıyanlar say say bitmezdi. 2004’teki Turuncu Devrim denilen NATO provokasyonunun arkasında hayırsever iş insanı Soros’un yardım kuruluşları bile vardı!

Ve bugün… Avrupa’nın ortasında bir savaş cereyan ediyor. Rusya ve Ukrayna arasında uzun yıllardır süren siyasi gerilim Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle sıcak çatışmaya vardı. Şimdiden bir buçuk milyon insan Ukrayna’yı terk etti.

PERİ MASALININ SONU

90’ların peri masalı yerle bir oldu. Avrupa’nın ortasında nazizm, militarizm, toplu katliamlar, savaş suçları, kitlesel göç, nükleer silahlar gibi “tarihe karışması” öngörülen bir dizi “lanet” yeni imajıyla can buldu. Hem de öyle piyangodan değil, apaçık, tasarlanmış, planlı bir diril(t)me harekâtıydı bu. Komutasında ise özgürlüğün, demokrasinin bekçileri vardı: ABD, Fransa, İngiltere vb. Görüntüleri de moderndi artık. Dünyanın en rezil örgütleri kurumsallaşmıştı: bakanlıklar, reklam ajansları, belediye başkanlıkları, sivil toplum dernekleri… Modern kapitalizmin sonuçlarıydı hepsi, modern barbarlık zamanları. Naziler kravat takmış, cihatçılar reklamcı olmuştu sadece. Sürekli terörizmin merkez üssü, neredeyse bütün savaş çetelerinin finansörü NATO “gönüllülük” esasına dayanan bir “güvenlik” kuruluşu olarak anılıyordu. Lanetlenen, tarihe karıştığı ilan edilen diskurların hepsi capcanlıydı.

Brecht, tarihin karanlık günlerinde, Nazizmin ve toplama kamplarının şok gölgesinde, Cesaret Ana ve Çocukları(1939) isimli tiyatro metnini kaleme almıştı. Klasik bir savaş karşıtı metin değildi. Seyircinin savaş kurbanlarına üzülmesinden, savaşı lanetleyerek rahatlamasından fazlasını kışkırtıyordu. Çünkü bir tarafta savaş, bir tarafta ona lanet okuyan biz yoktu. Savaş, bizzat konusu, tarafı, öznesi olduğumuz, bir sonuçtu. Kapitalist emperyalizmin, yağma, sömürü ve baskı üzerine inşa edilen toplumsal düzenin organik sonucuydu. Her gün “normal” karşıladığımız toplumsal ilişkilerin “başka araçlarla” sahneye çıkmasıydı savaş. Brecht’in oyunu, barışı istemenin de rahatlatıcı bir duygudan çok “rahatsız edici” olmasını talep ediyordu. Bizzat taraf olmanın, göç, toplu katliamlar, savaş suçları gibi bütün çıktılarıyla devasa bir “savaş makinesine” karşı çıkmanın zorlu yoluna çağırıyordu. Barış istemek, bugün yaygın olarak sahnelendiği üzere konforlu, kılçıksız bir politik tutum değil insanlık-dışı bu düzene karşı açıktan cephe almayı, değiştirmeyi, karşı çıkmayı içeren bir “harekete geçme” hali, bir “cüret etme” meselesidir.

EMPERYALİSTLERE KARŞI BARIŞIN SAFI

Brecht, Çağrı şiirinde de “sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın” diyerek savaş karşıtı tutumun öznelerine sarsıcı bir çağrı yapıyordu. Barıştan yana kırmamız gereken direksiyonun başındakileri dürtüyordu. Çünkü kapitalizm baştan aşağıya, devlet aygıtlarından hükümetlerine, sivil toplum kuruluşlarına kan ve pisliğe batmıştır. Uygarlığın en ileri temsilcilerinin egemen sınıfları, yönetici eliti, siyasal iktidarları, düzen partileri her birinin eli çoktan kana bulanmıştır. İzlanda, Norveç gibi ülkelerin “doğa dostu, refah kapitalizmi” maskesinin altında NATO üyeliği vardır örneğin. Emperyalist barbarlık düzeninden, bu kan gölünden, savaşlar dünyasından refah-huzur-barış çıkması imkânsızdır artık.

Dünyanın paylaşılması ve toplumsal yıkıma dayanan savaş düzenine karşı siyasal tutum almak artık yalnızca halklara, ezilenlere bahşedilmiştir. Öyle olduğu içindir ki devasa savaş gündemine, medyasına, hükümetlerine rağmen Rusya’da savaş karşıtları, Ukrayna’dan Türkiye’ye komünistler uluslararası dayanışma gösterileriyle sokağa çıkıyor. Nereden alıyorlar bu gücü? Brecht’in çağrısına kulak veriyor, yalnızca halklara güveniyorlar çünkü. Şirketlere, tekellere, demokrat Biden’lara, yeşil Scholz’lara, hayırsever Soros’lara değil, bizzat dünyayı yaratanlara dönüyorlar yüzlerini. “Katillerin önüne dikilme” cüretini bu zeminden alıyorlar Brecht’in dediği gibi, “Hayır yaşayacağız!” demek için.

O halde senaryosunda fikrimizin alınmadığı bu oyunu yeniden yazmanın zamanıdır. Savaş üreten bu düzenin köklerine karşı mücadeleye atılmakla barışı istemek aynı siyasal tutumun zorunlu parçalarıdır. Türkiye ve dünya gençliğinin antifaşist, antiemperyalist mücadele kökleri, bu hikâyeyi yazmak için yeterli birikimi bize taşıdı, şimdi mesele onunla ne yapacağımızdır.

ÖNCEKİ HABER

Hekim sorumluluğu ve Pastör

SONRAKİ HABER

Sağlık örgütlerinden 'Gidiyorlarsa gitsinler' tepkisi: ‘Eylemlerimizle gereken cevabı vereceğiz’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa