09 Mart 2022 11:34

Bir Olay: Yeni Akademik Dönemin Başlaması Bir Kavram: Pozitivizm

İnsanın değiştirici ve devrimci gücü, bilinemezciliğin karşısında, ancak bir süreç hakkındaki anlayışın doğruluğu, belirli bir amaca hizmet eden üretici bilinç tarafından, o sürecin kendi koşullarında

Kaynak: Freepik

Paylaş

Bir Olay: Yeni Akademik Dönemin Başlaması

Türkiye akademisi, iktidarın fikir ve bilim üzerindeki baskılarının gölgesinde yeni döneme giriyor. Akademik özgürlüğün olmadığı, fikrin ve bilimin ancak iktidarın çıkarları doğrultusunda ya da izin verdiği sınırlar ölçüsünde yapılabildiği bir ortamda akademik kalite de yıllar içinde sürekli olarak düşmeye devam ediyor. Kişiye özel ilanlarla alenileştiği, akademisyenler üzerinde ekonomik ve politik baskıların arttığı bir atmosferde yeni akademik dönem de gençlerin bilimsel ve nitelikli bir eğitim özlemlerini karşılamıyor.

Her ne kadar Türkiye’de görece daha belirgin biçimde olsa da akademinin egemenlerin ideolojik bir iktidar aracı hâline gelmesi küresel bir sorun. Dünyanın hemen her yanında akademik araştırmalar üzerindeki bütçe sorunları ve araştırmacı akademisyenlerin geçim sıkıntıları baş göstermeye başlarken akademiye hâkim yaklaşımlar da egemenlerin fikir üretim araçlarını kendi çıkarları için şekillendirmesine dayanak oluyor. Türkiye’de yeni akademik dönem başlarken biz de bu sayımızda “bilim” dünyasının dayandığı pozitivist tutumu, bunun bilimsel bilginin gelişimini nasıl sınırladığını ele alıyoruz.

Bir Kavram: Pozitivizm

Güncel anlamını ve biçimini Auguste Comte ile kazanan pozitivizm, bir diğer adıyla olguculuk, bilginin yalnızca deneyime dayanarak bilinebileceğini öne süren bir yaklaşımdır. Buna göre, sadece ampirik olarak kanıtlanabilir olgular üzerinden bilim yapılabilir ve ancak gözlemlenebilen olgular bilinebilir.

Teknik gelişmeler ve burjuva düşünce sistemindeki gelişmelerle birlikte doğa bilimlerinin sıçrama yaşadığı 19. yüzyıl, sadece bilim alanındaki hareketlenmelere sahne olmuyordu. Ayrıca, henüz karakter kazanmaya başlayan işçi hareketleri, kitlesel ayaklanmalar ve toplumsal hareketler özellikle Avrupa’nın toplumsal dönüşümünün karakterini de yansıtıyordu. Comte’un pozitivizmi, böyle bir ortamda burjuvazinin yardımına koştu. Comte’un düşünceleri etrafında temelleri atılan sosyoloji, neden-sonuç ilişkisine dayalı biçimde toplumsal olayları incelemeye soyundu ve toplumsal hareketlerin sebeplerini anlayarak onlara “önlemler” üretmeyi hedefledi. Dolayısıyla, pozitivizmin bilgiye ve bilgiyi bilenler ile bilmeyenlere yaklaşımının bir tesadüf olmadığı henüz ortaya çıkış sürecinde ilan ediliyordu.

POZİTİVİZM BİLİMİN GELİŞİMİNİ NASIL SINIRLAR?

Toplumsal olgularda neden-sonuç ilişkisini anlamaya yönelen pozitivizm, insanların tarihsel eylemlerini bir süreç olarak görmekten ziyade olguları birbirinden net çizgilerle ayırmaya kalkışıyor ve “doğru” ile “yanlış” kavramlarına da kesin bir biçimde yaklaşıyordu. Bu yaklaşım, determinizmin çeşitli biçimlerine zemin hazırlamakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal süreçlerin tanınması ve tanımlanmasını belirli sınırlara hapsediyordu. Böylece bilim dalları arasında net ayrımlar oluşturuyor ve bilgiye ulaşmada diyalektik yöntemi yadsıyordu. Buna göre sosyologlar sadece toplum hakkında konuşmalı, felsefeyi sadece filozoflar yapmalı, fizikçiler sadece fizik alanına odaklanmalı, kimyagerler ise kimya alanı dışında yorumda bulunmamalıydı. Eşyanın tabiatına dair kapsamlı ve diyalektik bir iş birliğine kalkışmak beyhude bir çabaydı. Bu yaklaşımın çok doğal bir sonucu olarak, hele hele halk bilim yapmaya, bu konularda fikir beyan etmeye hiç kalkışmamalıydı. Bilgi, üst zümrelerin sahip olabileceği bir mülkiyet hâline getirilmişti.

Pozitivizmin, bozuk ve çarpıtılmış bir bilim anlatısı ürettiğini ifade eden Cornforth pozitivistler için şöyle diyor: “… bilimi, nesnel dünyanın bilgisini sağlamayan, yalnızca formüllerden ve gözlemlerle bağlantılı kurallardan oluşan bir şey olarak yorumladılar.”

Böylece bilimden ve bilgiyi bilme alanından, bir güç olarak diyalektik mantık ve maddi süreçlerden yola çıkarak oluşturulan prensipler dışlanıyor; çeşitli alanlar arasında “uzmanlık” adına yaratılan yapay ve zorlama kopukluktan ötürü bütünlüklü bir analiz imkânsız kılınıyordu. Böylece yalnızca süreçleri anlamak ya da düşünerek kapsamlı biçimde yorumlamak değil; zihnimizde kurduğumuz ilişkilerin, bağıntıların, bunların tutarlılığının ve düşüncelerimizin birbirleri ile bağlarının ve bu düşünceler ile bağların tutarlılığının bir aracı olarak kullandığımız, yaşayarak ve düşünerek hayatı değiştirmenin bir aracı hâline getirebileceğimiz diyalektik mantık da bilimden kovuluyordu. Maddi dünyanın da talepler etrafında değiştirilmesinin araçlarının bu şekilde bilimden dışlanması, elbette egemenlerin çıkarlarının bilimsel metoda yansımasından başka bir şey değildi.

Pozitivizmin, bilginin bilinebilirliği sorununa taraflı biçimde yaklaştığı ve belirli bir sınıfın görüşünü yansıttığı açıktır. Halkın bilgiden suni biçimde koparılması; yaşamı, üretenlerin değil, “bilen” üst zümrelerin yönetmesi gerektiği çıkarımıyla sonuçlanır ve üretenler, yönetime, hayata yabancılaştırılır. Bu ideolojik yaklaşım, pozitivizmin bilgi karşısında yarattığı yapay çaresizliğin, insanın değiştirici eylemine olan etkisinde de kendisini gösterir. Çünkü insanın değiştirici ve devrimci gücü, bilinemezciliğin karşısında, ancak bir süreç hakkındaki anlayışın doğruluğu, belirli bir amaca hizmet eden üretici bilinç tarafından, o sürecin kendi koşullarından yola çıkılarak tanıtlanabilirse dikilir.

Böylesi bir hiyerarşi bilimde egemen oldukça bilimin üretildiği kurumları da şekillendirdi. Üniversiteleri yönetecek olanlar, onların özneleri olan öğrenciler değil, alanında uzman olan doktorlar, profesörler olmalıydı. Üniversitelerin demokratik biçimde yönetilmesi değil, pozitivizmin çizdiği sınırlar içinde en iyi kalabilen uzmanların bu işleyişi sürdürmesi önemliydi. Sonuç olarak üniversite idaresinin merkezi idarenin egemenliği altında olduğu, öğrencilerin de baskı altındaki üniversite idarelerinin boyunduruğu altında kaldığı bir akademi bürokrasisi kaçınılmazdı.

Öyleyse, bilginin yöntemsel olarak çeşitli alanlarını birbirinden ayıran ve neden-sonuç ilişkisini süreç olarak tanıyamayan, kitleleri bilgiden ve yaşamın yönetiminden koparan, insanın değiştirici gücünü görmek istemeyen mekanik ve idealist pozitivizmin karşısında, diyalektik yöntemi ve kapsamlı bir materyalist anlayışı savunmak, egemenlerin bilimi karşısında herkesin bilimini herkes için savunmaktır.

 

KAYNAKÇA

Aydın Çubukçu – Mantık ve Diyalektik

Maurice Conforth - Pozitivizme ve Pragmatizme Karşı Felsefeyi Savunmak

Karl Marx & Friedrich Engels – Alman İdeolojisi

Friedrich Engels – Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu

ÖNCEKİ HABER

HDP'li Sancar: Muhalefetin mesele HDP olunca hukuk varmış gibi davranması kabul edilemez

SONRAKİ HABER

Bir Olay: Yeni Akademik Dönemin Başlaması Bir Kavram: Pozitivizm

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa