Doç. Dr. Ümit Akçay: Eski paradigmalar yıkılıyor yenisi de henüz yok
Kriz var, sağ yükseliyor ama buna karşı toplum kesimlerinin çıkarlarını savunabilecek bir sol hareketin toplumsal temellerinin oluşmasına ihtiyaç var.
Ümit Akçay | Fotoğraf: Serpil İlgün/Evrensel
Serpil İLGÜN
İkinci haftasını geride bırakan savaş yıkıcılığı, tarifi zor insani dramlarıyla devam ediyor. Antalya’da kurulan diplomasi masasında bir sonuç çıkmazken, NATO, AB, ABD ve Rusya cephelerinden gelen açıklamalar, yakın zamanda Rusya’nın işgali sonlandırmasına dair beklentileri havada bırakıyor.
Daha önce Rusya’ya karşı 7 Rus bankasının SWIFT’ten çıkarılması dahil, finans, enerji gibi temel başlıkları da içeren yaptırımlara Avrupa Birliği (AB) ve ABD’den yenileri eklendi. AB, kripto paraların Rusya’ya yönelik yaptırımlara karşı kullanılmasının engellenmesi, bazı ürün ve teknolojilerin Rusya’ya gönderilmesinin yasaklanması gibi kararlar alırken, ABD ve İngiltere de Rusya’dan petrol, doğal gaz ve kömür ithalatını durduracaklarını açıkladılar. Zaten yukarıda seyreden petrol fiyatlarını daha da tırmandıran bu karara AB dahil olmasa da, Rusya’ya enerji alanındaki bağımlılığın nasıl ikame edileceği konusu, AB ülkeleri arasında temel gündemlerden biri haline geldi.
Savaşın ekonomik yansımalarını doğrudan hissetmeye başlayan ülkelerden biri Türkiye oldu. Çok temel bir girdi olan akaryakıt fiyatlarına her gün gelen yüksek zamlar, zaten rekor enflasyonu, zamları yüklenecek durumu kalmayan işçi emekçiler için daha da zor günlerin geleceğini gösteriyor. Hafta içinde yaptığı açıklamalarda hayat pahalılığını kabul eden ancak bunu küresel fiyat artışlarının Türkiye’ye yansıması olarak değerlendiren AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, stokçuları ve ülkeyi darda gösterme kampanyası yürüttüğünü iddia ettiği muhalefeti yine tehdit etti.
Cumartesi söyleşisinde bu hafta Doç. Dr. Ümit Akçay’la Rusya-Ukrayna savaşının ekonomi politiğini konuştuk.
Rusya ekonomik yaptırımlarla durdurulabilir mi? Çin, zayıflamış bir Rusya mı istiyor? Savaşın dünya kapitalist sistemi değiştireceği iddialarının karşılığı ne, değişim ne yönde olacak? Yaşanan derin ekonomik krize savaş koşullarının eklemlenmesinin Türkiye için yakın vadedeki etkileri ne olacak?
Ümit Akçay yanıtladı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşın gerekçelerinin örtüsü kaldırıldığında nasıl bir ekonomik, iktisadi arka plan ortaya çıkıyor?
Bu işgali, Rusya’nın Ukrayna üzerindeki ekonomik çıkarlarıyla bağlantılandırmak mümkün olmayabilir. En azından yakın, güncel bir ekonomik çıkar nedeniyle bu işgalin başladığına dair bir neden göremiyorum ama bu yaşananları bir bağlama oturtmak gerekirse şunu söyleyebilirim. Geçmişte de bu tip dönemler yaşandı. Belirli bir küresel hegemonik gücün gerilemeye başladığı ama onun yerini alabilecek rakip güçlerin de henüz hakim olmadığı dönemlerde bu tür emperyalistler arası rekabetin arttığı dönemler oluyor. Gerçi somut durumda Rusya’nın bu tip bir ülke olduğunu söylemek zor ama askeri ve tabii nükleer kabiliyetinin verdiği güçle boşluklardan istifade etmeye çabalıyor. Biz bunu Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki döneme benzetebiliriz. Çünkü o zamanın hakim gücü olan Büyük Britanya gerileme dönemindeydi, onun yarattığı uluslararası güç hiyerarşisindeki boşlukta farklı ülkeler orayı doldurmaya yönelik hamleler içerisindeydi ve bunun sonucunda iki dünya savaşı yaşandı. Şimdiki hegemonik güç olan ABD finansal olarak hâlâ çok güçlü olmasına rağmen üretim alanındaki ağırlık Asya’ya doğru kaymaya başlamış durumda. Yani finansla üretim arasında bir gerilim var. Hakim hegemonik güç ABD gerilemeye başladı ancak, onun yerini dolduracak en yakın aday olan Çin’in, henüz o rolü alabileceği bir durumda da değiliz. Dolayısıyla bir boşluk var. Ben bunu küresel ara rejim olarak adlandırıyorum.
Bu dönemin temel özellikleri neler? Dünyada kapitalist sistem nasıl bir evreye giriyor?
Belirsizliklerin olduğu, hakim paradigmaların yıkıldığı ama onun yerine tek bir paradigmanın hakim olamadığı bir dönem. Para sistemi açısından, hegemonik devlet açısından, iktisat politikaları açsından böyle. Çeşitli alanlarda bunun yansımalarını görebiliriz. Rusya’nın işgal hareketi benzeri bir dönemden geçtiğimizi düşündürtüyor. Daha açık nedenlere baktığımızda Ukrayna üzerinden Rusya ile NATO’nun, yani ABD’nin çekişmesi var, Ukrayna’nın kendi iç siyasetinde yaşanan dalgalanmalar var. Ancak bunların gerisindeki kök nedenlere baktığımızda, 2008 krizi sonrası merkez kapitalist ülkeler açısından krizden çıkış bir türlü sağlanamadı. Bu toparlanma tam sağlanamamışken pandemi geldi. Savaş patlak vermeseydi, 2021 ve 2022’de şu tartışılacaktı; pandemide ortaya çıkan istihdam kaybı nasıl toparlanacak? Ekonomiler büyümeye nasıl geçebilecek ve büyümeye geçen ekonomiler enflasyonla nasıl başa çıkacak? Faiz artışı olursa tekrardan resesyon yaşanır mı? Bu tip sorunlar gündemde olacaktı. Şu anda Rusya savaşıyla hızlanan bir konjonktürü görüyoruz.
Hızlanan şeyler neler?
Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlar, doların dünya parası olma özelliğini aşındıran yaptırımlar haline gelebilir bir süre sonra. Şöyle bir şeyle karşı karşıya kalıyoruz: Bir yandan aralarında Türkiye’nin de, Rusya’nın da olduğu, parası rezerv para olmayan pek çok ülkeye bugüne kadar şu önerildi; “Eğer paranızın değerini korumak istiyorsanız merkez bankası rezervlerinizin yüksek olması gerekiyor!” Rusya merkez bankasında çok büyük miktarda dolar rezervi olan bir ülkeydi. Ancak bu tip bir savaş durumunda rezervlerin pek bir anlamının kalmadığını görüyoruz. Çünkü bu rezervler işlemlerin doğası gereği başka ülkelerde, başka bankalarda da bulunmak zorunda. Bir savaş durumunda ortaya çıkan ekonomik yaptırımlarla bu rezervlerin dondurulabildiğini gördük. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelere söylenen “Döviz rezervinizi arttırın. Finansal krizlerden bunu yaparak korunabilirsiniz” önerisinin oldukça siyasi bir yönü olduğunu ve bu tip olağanüstü durumlarda bu rezervlere el konulabildiğini gördük. Çin ya da başka ülkeler de bunu görüyor. “Yarın Amerika ile başım belaya girebilir” diye düşünen ülkeler başka yollar denemeye başlayabilir. Dolayısıyla bu dönem başka para sistemlerinin doğmaya başlayacağı bir dönem olabilir. Bu açıdan kendisinden önce var olan eğilimleri hızlandıran bir dönemden geçiyor olabiliriz.
Başka ne gibi sonuçlar ortaya çıkabilir?
Bunu ileride görebileceğiz ancak burada kısa vadede dediğim gibi önceki paradigmaların yıkıldığı, yeninin henüz var olmadığı bir dönem var, o yüzden kaotik aslında. Sağ güçler, faşizm 1930’lardaki gibi yine yükseliyor. 1930’lardan farklı olarak güncel durumda tabloda eksik olan solun yükselmesi. Kriz var, sağ yükseliyor ama buna karşı daha geniş toplum kesimlerinin çıkarlarını savunabilecek, hem barış hareketini üstlenebilecek, hem de toplumsal adaleti sağlayarak bunu demokratikleşme ile birleştirecek bir sol hareketin toplumsal temellerinin oluşmasına ihtiyaç var. Bütün bu olumsuz tabloyu ortadan kaldırabilecek ya da aşılmasını sağlayabilecek şey bu gibi görünüyor. Bunun koşullarının nasıl oluşacağı ile ilgili daha fazla kafa yormamız gerekiyor.
YAKIN VADEDE YAPTIRIMLAR NEDENİYLE ÇATIŞMANIN DURMASI YÜKSEK BİR BEKLENTİ OLUR
Neredeyse her gün kapsamı genişletilen ekonomik yaptırımların Rusya’yı zorladığı belirtiliyor. Söylendiği gibi Rusya yaptırımların bu kadar yoğunlaşacağını öngöremedi mi ve önlem alabilir miydi?
Bekliyorlardı aslında, çünkü Kırım savaşından sonra ekonomik yaptırımlar zaten başlamıştı. Bu nedenle Rus Merkez Bankası rezervlerini Amerikan tahvillerinden boşaltmaya başlamış, euroya kaydırmıştı. Belki Avrupa’yla bu denli bir sorun yaşanacağını beklemediler, bu nedenle euroya kaydırdılar. Enerji bağımlılığı nedeniyle Avrupa’nın Rusya’ya karşı bu tip ekonomik yaptırım uygulayacağını öngörmemiş olabilirler. Rezerv kaydırma hareketinden bir önlem aldığını görüyoruz ama bütün bir Batı koalisyonu yaptırım uyguladığı zaman oradan kaçış pek mümkün değil.
Rusya batı finans ağlarından çıkarılarak, ekonomik yaptırımlarla durdurulabilir mi?
Yaptırımların amacı Rusya’nın somut olarak işgalini durdurması ve Putin’in ekonomik zorluklar nedeniyle bu işten vazgeçmesi. Ama bunlar askeri operasyonu sonlandırır mı, şüpheliyim. Çünkü, Rusya’nın petrolü var ve askeri operasyonu sürdürmek için gerekli olan şey petrol ve onun için bir döviz harcaması yok. Uzun vadede, savaş uzun sürerse elbette etkilenebilir ama bir ay, üç ay gibi bir vadeden bahsediyorsak, ekonomik yaptırımlar nedeniyle askeri çatışmanın durması yüksek bir beklenti olur.
ABD ve İngiltere, Rusya’dan petrol ve gaz ithalatını durduracağını açıkladı. AB ülkeleri içinde de bu doğrultuda görüşler kuvvetleniyor ve Rus gazını ikame için alternatifler tartışılıyor. AB için bu vazgeçiş yakın dönemde mümkün olabilir mi? Ve Rusya, enerji kartı gücünü yitiriyor mu?
Bu Avrupa’da yoğun olarak tartışılan konulardan biri ama örneğin Alman Sanayicileri Birliği bu tip bir kararın ekonomi için çok yıkıcı olacağını söyledi. Bu ilginç bir gündeme denk geldi, biliyorsunuz Avrupa’da yeşil dönüşüm tartışması AB metinlerine de girdi. Yeşil dönüşümden kastedilen fosil bazlı yakıtların enerji üretimi içerisindeki payının azaltılması. Bugün Almanya’da en temel tartışma Rus gazını ikame edecek alternatif enerji yollarının neler olabileceği üzerine. İsrail tarafından, Ortadoğu’dan yeni bir doğalgaz hattının döşenip döşenmeyeceği konuları da gündeme geliyor. Ama tabii bular uzun vadeli. O nedenle güneş enerjisi yatırımlarının artacağı ama daha da önemlisi tekrardan nükleere dönülüp dönülmeyeceği konusu tartışılmaya başlandı. Örneğin Fransa, enerjisinin büyük kısmını halen nükleerle karşılıyor, Almanya nükleeri azaltma yönünde adım atıyordu ama bunun tersine döneceği yorumları var. Dolayısıyla Avrupa’nın önümüzdeki dönemdeki tek gündemleri muhtemelen Rus gazına bağımlılığı azaltmak olacak. Amerika’nın yaptırımlar konusunda eli rahat çünkü Rusya’yla ticari bağları o kadar yüksek değil ama özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin doğalgaza bağımlılığı çok yüksek ve bunun kısa vadede ortadan kalkması mümkün görünmüyor. AB içindeki en önemli karar alıcı ülke olarak Almanya da henüz Rus gazını almama kararı almadı. Dolayısıyla Rusya’nın enerji silahının gücünü yitirdiğini söylemek için erken ama AB, bunun bir silah olmaktan çıkması için elinden geleni yapmaya başlayacak.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE TOPLUMSAL HAREKETLER YENİDEN CANLANABİLİR
ABD ve İngiltere’nin Rusya’dan petrol ithalatını durdurma kararı, sonrası zaten yukarı yönde seyreden petrol fiyatlarını daha da yükseltti ve fiyatların düşmesi konusunda iyimser yorumlar yapılmıyor. Türkiye’yi ayrıca soracağız ama bu durumun genel yansımaları nasıl olacak?
Bu çok önemli bir konu haline geldi çünkü dünya ekonomisine baktığımızda petrol fiyatlarının seyriyle, çok önemli ekonomik ve siyasi gelişmelerin birbirine çakıştığını görüyoruz. 1970’li yıllarda petrol krizi olarak yaşanan süreç gerek merkez kapitalist ülkeler, gerek bizim gibi geç kapitalistleşen ülkelerde neoliberal ekonomi politikalarına geçilmesini hızlandırdı. Bizatihi petrol krizi nedeniyle olmadı ama o sürecin katalizörüydü. O dönemde şöyle bir şeyle karşılaştı ekonomiler, bir yandan petrol fiyatlarının artması nedeniyle girdi maliyetlerinin de artması, enflasyonu doğurdu. Enflasyonu kontrol etmek için faizlerin arttırılması ekonomik yavaşlamayı ve durgunluğu getirdi. Dolayısıyla bir açmazla karşılaştı. Buna da stagflasyon dendi, hem durgunluk hem de artan işsizlik ve enflasyon var. Daha kötüsü, siz faiz silahıyla enerji fiyatlarındaki artışı kontrol edemiyorsunuz. Şu anda çok benzer bir durumla karşı karşıyayız. Savaş başlamadan önce ABD Merkez Bankası mart ayında yüzde 0.50 oranında faiz artışı düşünüyordu, şimdi yüzde 0.25 arttırılacağı söyleniyor, AB Merkez Bankası faiz arttırmayacağını, bir süre daha ekonomiye desteğinin süreceğini söyledi. Ama enflasyon da artmaya devam ediyor. Yani AB ve ABD merkez bankaları ’70’lerdeki ikilemle yine karşı karşıya kalmış durumdalar. Hatırlarsak 1970’lerdeki çözüm faizlerin sert biçimde arttırılarak iç talebin baskılanması oldu. Bu aynı zamanda örgütlü işçi sınıfının siyasal, iktisadi ve toplumsal güçlerinin de tasfiye edildiği, sendikalara da savaş açıldığı bir dönem oldu. Bugün çalışan sınıflar ’70’li yıllardaki gibi bir örgütlülük içinde değiller, dolayısıyla çalışanların ücretleri nedeniyle yükselen bir enflasyondan söz etmiyoruz. Bu ortamda tekrar faizlerin yükseltilerek talebin bu yolla bastırılmaya çalışılması ilginç sonuçlara neden olabilir.
Nasıl?
Zaten örgütsüz ve düşük ücretle çalışan milyonlarca çalışanın daha da zor koşullarda çalışmaya başlamasıyla sonuçlanabilir. Şöyle bir şeyle karşılaşabiliriz: Hatırlayalım, Türkiye’de AKP döneminde ilk kez bu kadar yüksek enflasyonla karşılaşıldı ve buna karşı ilk kez kısmen kazanımlarla sonuçlanan yoğun bir direniş, grev dalgası başladı. Önümüzdeki dönemde de AB ve ABD açısından düşündüğümüzde zaten sıkışık bir ortamda, talep enflasyonu yokken, enflasyon enerji fiyatlarıyla gelirken buna faiz artışıyla yanıt verilirse ve bu ekonomik yavaşlamaya neden olursa bu kez aşağıdan ciddi bir itirazla karşılaşabilirler. Dolayısıyla önümüzdeki dönem bu tip toplumsal hareketlerin yeniden canlanacağı bir dönem de olabilir. Baştaki örneğe dönerek söylersem, iki dünya savaşı arasında bir yandan faşizm ortaya çıktı ama diğer yandan 1917 devrimiyle sosyalist alternatifler ortaya çıkmıştı. Merkez kapitalist ülkelerdeki siyasi elitlerin buna verecekleri tepkinin nasıl sonuçlar doğuracağını kestirmek güç. Bu sıkışık kaotik dönemde her seçeneğe açık bir toplumsal yapı oluşuyor.
KOŞULLAR ERDOĞAN’I SAVAŞIN SONUÇLANMASI İÇİN ÇABALAMAYA ZORLUYOR
Bugüne kadar uluslararası krizlerden fayda sağlamaya dönük politikalar izleyen Erdoğan yönetimi, Ukrayna-Rusya savaşında da aynı yönelimi sürdürüyor. Zaten her gün daha kötüye giden bir ekonomik kriz yaşanırken savaştan nasıl fırsatlar devşirebilir?
Bunu bir fırsat olarak görme yanında bir zorunluluk durumu da var. Ne Ukrayna’dan, ne Rusya’dan vazgeçmeme tutumu bu zorunluluk nedeniyle ortaya çıkıyor. Çünkü Türkiye ekonomisi geçtiğimiz yıldan itibaren yeni bir konjonktüre girdi. 2021 eylül ve aralık arasındaki faiz indirimleriyle kur ve enflasyon patladı. Kur korumalı mevduat hesabı uygulamasıyla yeni ekonomik programın işlemesi yaz ayında Türkiye’nin turizm sayesinde elde etmeyi umduğu dövizlerle de ilgili. Yani o kadar bıçak sırtı bir süreçten geçiliyor ki 2023 seçimlerine kadar, yanı başımızda bir savaşın yaşanması gibi hesapta olmayan büyük bir sorunun oluşması işleri daha da tıkanıklığa sürüklüyor. Türkiye’nin hem tarım ürünleri hem de turizm açısından döviz ihtiyacı gibi konularda bağımlı olması Erdoğan’ı bir an önce savaşın en azından ateşkesle sonuçlanması için elinden geleni yapmaya zorluyor. Buna Suriye ve Libya’da Rusya’yla birlikte çalışma zorunluluğunu da eklemeliyiz. Dolayısıyla ateşkes olmayacaksa da iki tarafla da ilişkileri mümkün olduğu kadar koparmamaya çalışacaklar. Türkiye’nin aktif şekilde ara buluculuk yapma isteğini biliyoruz, bu konuda bir trafik de yürüyor. AKP bu yolla bıçak sırtında yürüttüğü ekonomik programını bir U dönüşü yapmak zorunda kalmadan sürdürmeyi hedefliyor.
Sürdürebilir mi? Bu konuda nasıl işaretler var?
Bu süreci nasıl yürüteceklerini gerçekten merak ediyorum çünkü mevcut durum devam ederse TL değersizleşmeyi sürdürecek ve bunun ek yükü hazineye gelecek. Yine TL değersizleşmeyi sürdürürse enflasyonun daha da ucu kaçacak, fiyatlar daha da artacak. Kurun 13’ten 14’e çıkması halinde bir şey olmaz ama birkaç günde aralık ayındaki gibi bir hareketlilik olursa yeniden dövize doğru hücum başlaması riski var. Bu olursa, ya vatandaşın dövize erişimini daha da kısıtlayacak önlemler setine gitmesi gerekecek, ya da şu ana kadar uyguladığı politikadan bir U dönüşü gerçekleşecek. Ekonomi yönetiminin bu sıkışması 2023’e varmadan gündeme gelebilir.
Erdoğan, şu günlerde ayçiçeği yağı üzerinden tartışılan yüksek enflasyonun, dolayısıyla hayat pahalılığının stokçular, asıl olarak da savaş nedeniyle oluştuğunu propaganda ediyor. Bu “Savaş var ondan oluyor” mazereti krize örtü yapılabilir mi?
Şöyle bir vurguyla başlayayım, biz kriz diyoruz ama Türkiye ekonomisi 2021’de yüzde 11 büyüdü. Bu şu demek, geniş toplum kesimlerinin büyük zorluklar yaşadığı dönemde, muazzam kârlar elde edilmiş ve bazı kesimler muazzam şekilde büyümüş. Kriz, toplumsal kriz haline gelmiş durumda ama iktisadi açıdan sermaye kesiminin muazzam kârlar elde ettiği bir yıl oldu 2021. Bunu TÜİK verisinde de görüyoruz, emeğin milli gelirden aldığı payın hızla azaldığı, buna karşılık sermayenin payının arttığı bir yıl oldu. Yani aslında sermayedarlar açısından bir krizden bahsedemeyiz. Toplumun, halkın yaşadığı bir kriz var. 2023’ün bahar aylarından itibaren yüzde 60’lardan yüzde 30’lara düşen bir enflasyonla seçime girmeyi planlıyorlar. Savaş çıkmadan önceki durum bu idi. Şimdi bunda nasıl bir değişiklik olacak kestirmek zor ama TL üzerinde baskı artmaya başladı, enflasyon yüzde 50’ler, 60’ların daha da üzerine çıkacak muhtemelen. Bu, “Sadece Türkiye’de değil, kriz her yerde var” söylemiyle ne kadar tutulabilir bilemiyorum ama bu ekonomik zorlukların seçimlerde de bir sonucu olacak elbette. Yani AKP 2015’ten sonra bir kere daha seçimi kaybetmekle karşı karşıya bu ekonomik tablo nedeniyle.
Son bir haftadır her gece yüksek oranda zamlanan petrol fiyatlarını da soralım. Dünyada da artıyor evet, ama Türkiye’de neden bu kadar yüksek oranlarda artıyor? Erdoğan yönetimi petrolden alınan vergileri neden düşürmüyor?
Petrol fiyatının belirlenmesinde bildiğim kadarıyla otomatik bir mekanizma var. Ancak TL değersizleştiği için de fatura artıyor. Şu son bir hafta on gündür gelen baskı savaşla ilgili. Ama ondan önceki baskı TL’nin değersizleşmesi nedeniyleydi.
RUSYA’NIN AYAKTA KALMA KOŞULLARINDAN BİRİ ÇİN’LE DAHA FAZLA ENTEGRE OLMASI
Savaşa doğrudan angaje olmamaya çalışan Çin’in pozisyonunu nasıl değerlendirirsiniz? Rusya’nın savaştan zayıf çıkmasını, böylece Rusya’yı etkisi altına alarak dünya sahnesindeki gücünü pekiştirmek istediği yorumlarına katılır mısınız?
Rusya’nın ABD merkezli finansal sistemden dışlanması onu ister istemez Çin’e doğru itiyor, hem finansman kaynağı olarak, hem ticari açıdan. Ama Çin’in bunun getireceği maliyetleri üstlenmeye hazır olduğu gibi bir tabloyla karşı karşıya değiliz. Rusya’nın başına gelenler Çin için de büyük bir endişe kaynağı. Çünkü Çin’in de hem rezervleri, hem ticari ilişkileri ABD ve batıyla. Üstüne üstlük Çin’in Tayvan gibi ABD’nin Ukrayna’ya benzettiği benzer bir problemi de var. Hatta geçenlerde Çin Dışişleri Bakanı, Pasifik NATO’suna benzer bir oluşumun kurulması çabalarına karşı ABD’yi uyardı. Diğer yandan ABD’nin ağırlık merkezini Asya’ya kaydırdığı resmi dokümanlarında da ilan edilmiş durumda. Böyle bir durumdayken Rusya’nın ortaya çıkardığı iktisadi ve siyasi sorunları üstlenmesini bekleyemeyiz ama söylediğiniz şekilde batıyla ilişkileri giderek zorlaşan Rusya’nın ayakta kalma koşullarından biri Çin gibi büyük bir pazarla giderek daha fazla entegre olması ve belki de Çin’in istediği koşullarda entegre olması. Dolayısıyla bu yakınlaşmayı umuyor olabilirler, bundan fayda sağlamayı umabilirler ama bu bütün maliyetleri üstlenme gibi bir yola da gitmeyecekleri açık.