13 Mart 2022 03:45

Yazar Hasan Kıyafet: Ordusuz, askersiz, silahsız bir dünya düşledim hep

Tacim ÇİÇEK

Hasan Kıyafet, “Komünist İmam” romanıyla tanınır. Bu Türkiye’de en çok satan yüz roman arasındadır. Ayrıca “Umut Direniyor” romanıyla DİSK-Abdullah Baştürk, “Asur Mührü” romanıyla KESK-Deniz Gezmiş Edebiyat Onur Ödülü, “Diyarbekire Girmek” öyküsüyle MKM, “Yürüyüş Okulu” film öyküsüyle Kültür Bakanlığı birincilik ödülleri ve “Baraç” adlı öyküsüyle de Sabahattin Ali Öykü Yarışması Başarı Ödülü aldı. Yeni öykü kitabı “Devrimi Beklerken” üzerinden, ülkemizi, savaşları ve hayatı konuştuk… “Sosyalist kimliğim iki omzuma oturmuş hep beni gözlüyor” diyen Kıyafet “Ordusuz, askersiz, silahsız bir dünya düşledim hep” ifadelerini kullandı.

Hasan Kıyafet’in edebiyatçı kimliği, kimi zaman mücadeleci yanının önüne geçer. Onu ötelerse, sanki yazmak istediği güzelliklere engel olduğunu düşünür. Sahiden de bu durum böyle midir?

Sevgili Çiçek, yazarlığınızdaki deneyiminizle eleştirmen yanınızı bütünleştirerek, en zor soruyu başa almışsınız. Bir an yanıtlamakta sıkıştığımı itiraf etmeliyim. Neyse ki bir ömür toz kondurmadığım sosyalist kimliğim imdadıma yetişti. Bu da, sol sosyalist inancım ve mücadelemin önüne hiçbir şey geçemez anlamına gelmez mi? Çünkü siyasetsiz kuşun uçmadığını, çöpün sallanmadığını güçbela öğrenenlerdenim. Din iman, edebiyat sanat, hasılı bütün üstyapı kurumlarının birer siyaset ürünü olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. Kısacası gerisi cambaza bak hikâyesidir!..

"ÜRETENLER YİNE YOKSUL, ZENGİNLER YİNE ZENGİN"

Bizim, dünyanın nesi değişti veya değişmedi Komünist İmam’ın ilk defa okurla buluştuğu 55 yıldan bu yana? Onca yıl öğretmenlik yapmış, halkların kardeşliği için mücadele etmiş ve yazmış biri olarak ülkemizin içinde olduğu durum, savaşlar ve eğitimimiz için ne söylemek istersiniz?

Bu sorunuz bir kez daha edebiyat ve sanatın, siyasetle iç içeliğini ortaya koyuyor. Marx amca bir yandan: “Değişmeyen tek yasa değişim yasasıdır. Öte yandan insana ilişkin her şey edebiyat ve felsefenin konusudur” diyor. Bir de iki yakın dost olan Ünlü Yazar Günter Grass ile, Alman Şansölyesi Willy Brant arasındaki yakıcı şu söyleşi vardır. Brant sitemle: “Hep eleştiriyorsun, lütfen söyle de yapalım” der. Günter Grass: “Yok öyle yağma, neden siz yapacakmışsınız. Bırakın herkes kendi işini kendi yapsın.” İşte işin özü budur… Neyse günümüzde, diyalektik gereği birtakım şeylerin değiştiğini söylemek mümkün kuşkusuz. Genelde hiçbir şey değişmedi. Çünkü genel siyaset değişmedi. Emekçiler, üretenler yine yoksul, zenginler yine zengin. Son on yılda intihar eden işsiz öğretmen sayısı 57’dir. Bu anlamda olumlu tek örnekse, İhsan Eliaçık’ın Gezi olaylarında başını çektiği ünlü “Antikapitalist Müslümanlar” hareketidir. Bir de Komünist İmam romanında, dine karşı savaş açan aydınları, entelektüelleri, öğretmenleri uyarışımı ne yazık ki tarih haklı çıkarttı. Çünkü din bir yel değirmeniydi. Don Kişot’luğa gerek yoktu. Açlık ve sömürü iktidarının şiddete dayalı korkusu olduğu sürece, o da olacaktı. Kısacası parmağa değil parmağın gösterdiği yere bakmamızın altını çizmiştim orada. Her türlü soyut inancın, korkutulanlar için en yakın sığınak olduğunu artık herkes biliyor. Günümüzdeki teolojik okulların kursların yaygınlığı bunu kanıtlamıyor mu?..

Eğitimimiz için ne dersiniz sorunuza gelince, elbette sıfır sıfır elde sıfır derim. Çünkü çarpık kapitalist siyaset, halen iktidarda. O da kendi çıkarı için halkın içinde bulunduğu karanlığı özenle koruyor. Çünkü başka türlü olması eşyanın tabiatına karşı… Eğitim denince bizde olumlu anlamda hep köy enstitüleri gündeme gelir. Bana göre bu konuda bile söylenecek söz var.  Evet, köy enstitüleri eğitim açısından Türkiye’nin yakaladığı en büyük şanstı. Düzeltiyorum, bu şans, kurum olarak köy enstitüleri değil, birey olarak Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel’dir. Kurum olarak köy enstitüleri de kapitalist sistemin okullarıydı. Baştaki derin devletin emir komuta zincirinin dışına çıkamazdı.  Çıkamadı da! Örneğin ders programlarında, yabancı dil, felsefe, mantık yoktu. Bu demektir ki buradan çıkan öğrenciler diğer liseler gibi altı yıl okuduğu halde lise mezunu sayılamayacaktı. Yani üniversiteye gidip doktor, mühendis, hakim savcı olamayacaklardı.  Yoksa baldırı çıplak ve de yetenekli köylü işçi çocukları, gelecekte devlet katında önemli mevkiler alıp sistem için sorun yaratabilirdi. Var ötesini sen düşün…

"SOSYALİST KİMLİĞİM HEP BENİ GÖZLÜYOR"

Anladığım kadarıyla “Devrimi Beklerken” oldukça dolusunuz. Bu öyküler toplamı için ne dersiniz? Çünkü ‘Devamı var’ havası sezdim okuyup bitirdiğimde kitabı…

Sosyalist kimliğim iki omzuma oturmuş hep beni gözlüyor. “Edebiyat sanat cinayet seyircisi değildir, müdahalecidir” sözünü anımsatıyor. Konformist bir rehavetle, ceviz gölgesinde uyuklayıp durma diyor. Bu kötü düzenin değişmesi için ne yapabiliyorsan yap, bahaneler uydurma diyor. Bu sorumlulukla yazdım “Devrimi Beklerken” öykü kitabını. İçindeki 13 farklı öykünün tümü, konusunu yaşamın canlı kaynağından almıştır. Batılı beğendiğim yazarlardan W. Faulkner, John Steinbeck, bu tarza “Living Story” (yaşayan öykü) diyorlar. Yani bekleyelim günü gelsin diyenlerden değilim. Parmağı kırılarak alyansı alınan gelinin, alyansıyla değil, parmağıyla ilgilenenlerden olacağım hep… Siz de bir yazarsınız sevgili kardeşim, tezgahımız boş kalırsa durumun vahim olduğunu iyi bilirsin…

Meraklıları sevecektir kuşkusuz öykülerinizi. “Yazmasaydım eksikliğini hissedecek ve asla huzur bulmayacaktım,” dediğiniz konular, çalışmalar ve de yeni kitaplar var mı tezgahınızda?

Elbette var. Ordusuz, askersiz, silahsız bir dünya düşledim hep. Kesici bir aleti, silahı yakaladığımızda suç aleti sayıyoruz, polislerin bellerindeki, askerlerin ellerindeki için ne düşünüyoruz acaba?..  Bu çelişkiyi yazmak istedim hep. Hele işkence yapanların devlet memuru olmasını hiç içime sindiremedim!.. Gerçek mutluluğu, sevdayı yazabilmek için bazı engellerin mutlaka ortadan kalkması gerektiğine inandım hep!  Ohoo, yazacak çok şey var. Onun için devrimi görene dek ölmek yasak diyorum ya…

Evrensel'i Takip Et