İsrail ziyareti: Çıkar varsa kırmızı çizgi yok

İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un Ankara ziyareti Arap basınında eleştirilere neden oldu. Türkiye yönetiminin kırmızı çizgilerinin Filistin davası değil kendi çıkarları olduğu yorumları yapıldı.

İsrail ziyareti: Çıkar varsa kırmızı çizgi yok

Isaac Herzog ve Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un resmi ziyarette bulunmak üzere Ankara’ya gelmesi şüphesiz ki coğrafyada üzerinden atlanamayacak bir gelişmeydi. Bilindiği üzere AKP’nin ve özelde Erdoğan’ın İsrail karşıtlığı ve Filistin davasına söylemde sahip çıkması, Arap sokağının gönlünü kazanmada en önemli argümandı. Daha düne kadar özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başlattığı İsrail’le normalleşme adımlarını eleştirirken, Herzog’u ağırlayarak eleştirdiği normalleşme sürecine çok daha ileri bir noktadan katılmış oldu.

Şüphesiz ki Filistin davası ve bölgesel gelişmeler bakımından bu kadar önemli bir ziyaretle ilgili olarak Filistin basınının ne dediği öncelikli olarak dikkat edilmesi gereken bir husustu. Filistin’de yayın yapan yirmiden fazla internet sitesi ve gazeteyi taradık. Ukrayna’daki gelişmelerle ilgili onlarca makale mevcutken, İsrail Cumhurbaşkanının Ankara ziyaretiyle ilgili Filistin gazetesinde Ahmed Ebu Zuhri’nin makalesi dışında özel bir değerlendirmeye rastlamadık. Belki de bu kayıtsızlık, Filistin halkının Erdoğan yönetiminden herhangi bir beklentisinin olmamasının ve Cumhurbaşkanı Herzog’un ziyaretle taçlandırılan hem söyleminin hem de ikili ilişkilerdeki tutum değişikliğinin bir sonucu.

 Ebu Zuhri de makalesinin başlığında “Türkiye-İsrail yakınlaşması: Dönüşüm mü manevra mı?​” sorusunu sorarak aslında cevabını da vermiş oluyor. Ebu Zuhri, Erdoğan politikalarında değişimi, bölgedeki ekonomik gelişmelere bağlayarak; “Bu nedenle, son zamanlarda birçok ilişkiyi restore etti ve elde edilebilecek büyük çıkarlar olduğunu gördüğü sürece işgalle ilişkisini geliştirmesini engelleyen herhangi bir ‘kırmızı çizgi’ yok” dedi. Erdoğan’ın İsrail’le ticaret hacminin geçen yıl yüzde 36 artarak 8.5 milyar dolara ulaştığını ve bu değeri 10 milyar dolara çıkarmayı umduğu ifadelerini bunun kanıtı olarak sundu.

Yurt dışında yaşayan Filistinli Yazar Abdulbari Atwan da konuyu gündemine alan yazarlardan biri oldu. Atwan, Herzog’un ziyaretinin “Gazze Şeridi’ndeki kuşatmayı kırmak için yola çıkan ‘Mavi Marmara’ gemisinde İsrailli  komandoların gerçekleştirdiği  ve on kişinin öldüğü katliamdan 14 yıl sonra geldiğine vurgu yaptı. Erdoğan’ın İsrail’le geliştirdiği politikanın hayal kırıklığı yaşattığını belirtti. Ürdünlü Yazar Nazar Hüseyin Raşid de ziyaretle ilgili olarak “Erdoğan’ın Herzog’a karşı  misafirperverliği, milli marş, kırmızı halı ve tokalaşmayla karşılaması Erdoğan’ın Türkiye egemenliğindeki saltanatının sonunu ifade eden mükemmel bir final sahnesiydi” ifadesini kullandı.

Türkiye Uzmanı Lübnanlı Akademisyen Muhammed Nureddin, “Türkiye, İsrailli katilin gelişini kutluyor: İşte geldik, ortak olarak geri döndük!” başlıklı makalesinde iktidar yanlısı basının İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un ziyaretini misafirperverlikle kutladığını yazdı. Nureddin, AMP basınında İki ülke arasında açılan “yeni sayfa” ve getireceği sonuçlar için büyük övgüler dizdiğine dikkat çekti. Nureddin, “Türklerin kendi dertleriyle meşgul olmalarına ve Antalya’da Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları ile görüşmesine rağmen, bu gazeteler olayı haber yapmak için geniş alanlar ayırdı” ifadesini kullandı.

BAE basınının amiral gemisi konumundaki al Halic gazetesinin başyazısında da Türkiye’nin girişimiyle  Antalya’da yapılan Ukrayna-Rusya toplantısı yer aldı. Görüşmede herhangi bir sonuç çıkmamasına rağmen diyaloğun sürmesi bakımından olumlu bulundu.


TÜRKİYE-İSRAİL YAKINLAŞMASI: DÖNÜŞÜM MÜ MANEVRA MI?

Ahmed Ebu ZUHRİ
Filistin Gazetesi

Türkiye-İsrail ilişkileri son zamanlarda dikkat çekici bir gelişmeye sahne oldu. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un 14 yıl sonra Ankara’ya yaptığı ziyaretle ilişki doruğa ulaştı. Türk medyasının ve işgale bağlı bazı medya platformlarının aktardığına göre en öne çıkan gerekçe, enerji ve savunma alanlarında ikili ilişkiler ve iş birliğinin tartışılması oldu. Ukrayna-Rus dosyasındaki gelişmeler, Doğu Akdeniz dosyası ve İsrail’den Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğal gaz boru hattının uzatılması projesi gündemi oluşturan konulardı.

Erdoğan’ın görüşmelerin ardından düzenlediği basın toplantısında ziyaretin maksadını “Bölgede istikrar ve barışı desteklemek için Türk-İsrail ilişkilerinin iyileştirilmesinin çok önemli olduğu” ifadeleriyle açıkladı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan; bu ziyaretin hassasiyetini, yansımalarını, Filistin halkı ve hatta ziyareti toptan reddeden ve gerçekleşmesi için hiçbir gerekçe görmeyen Türk halkının büyük bir kesimi üzerindeki etkisini çok iyi biliyor.

Bu nedenle, Filistin meselesinin bu tartışmalarda yer aldığını vurgulamaya hevesliydi. İsrailli mevkidaşına iki devletli çözümün önemi konusunda güvence verdiğini ve kendisine göre Türkiye’nin İsrail’in Filistin’e yönelik politikasına ve Kudüs’ün tarihi ve dini durumuna duyarlı olduğunu Herzog’a bildirdiğini belirtti. Bu açıklamaların ardında birkaç hedefe ulaşmak istedi:

  1. Arap ve İslam dünyasındaki öfke durumunu absorbe etmek ve işgalle ilişkisini yeniden kurmanın bir sonucu olarak kendisine yöneltilen sert eleştirileri hafifletmek.
  2. Türk cumhurbaşkanının Filistin halkına desteğini her koşulda terk etmeyeceği konusunda Filistin halkına güvence vermek.
  3. Türkiye’nin işgale atıfta bulunarak, çıkarlarına bakarken, evraklarını düzenlerken ve sizinle yakınlaşırken Filistin sorununa büyük önem verdiği ve İsrail’in Filistinlilere ve kutsallıklara yönelik saldırganlığından rahatsız olduğunu göstermek gibi saikleri olabilir. Ancak ilişkilerde daha kötü bir dönüşüme yol açan ziyaretle ilgili bu açıklamalar Filistin halkının, Arap ve İslam kitlelerinin öfkesi açısından yeterli değildir. Çünkü işgal bu milletin baş düşmanıdır ve onunla yakınlaşmak suçtur.

Ancak buna rağmen Türk liderliğinin Filistin-İsrail çatışması ne olursa olsun elde etmeye çalıştığı; ilişkilerin çökmesine veya gelişmesine engel olmayacak farklı hesapları ve çıkarları var. Çünkü Türkiye, devam eden ihtilafların ışığında çeşitli alanlarda ilerlemek için zamanla yarışıyor. Bu nedenle, son zamanlarda birçok ilişkiyi restore etti ve elde edilebilecek büyük çıkarlar olduğunu gördüğü sürece işgalle ilişkisini geliştirmesini engelleyen herhangi bir “kırmızı çizgi” yok. Örneğin, ekonomi alanında iş birliğini arttırmayı ve derinleştirerek geliştirmeyi hedefleyen Türkiye için eşi görülmemiş kazanımlar elde etti ve elde ediyor. Türkiye Cumhurbaşkanının, ülkesi ile İsrail arasındaki ticaret alışverişi hacminin geçen yıl yüzde 36 artarak 8.5 milyar dolara ulaştığını ve bu değeri 10 milyar dolara çıkarmayı umduğunu söylediği söz bunu kanıtlıyor.

İlişkiyi yeniden kurmada İsrail’in daha büyük çıkarlar ve niteliksel atılımlar elde etme ihtiyacına rağmen; bir İsrail girişimi değil, bir Türk girişimi oldu. Bu durum Türk liderliğinin son dönemde bölgede ve dünyada yaşanan değişimlere paralel olarak çıkarlarını koruyan ve varlığını güçlendiren farklı politikalar izlediğini ve pozisyon değiştirdiğini göstermektedir. İşte bundan dolayı seçilmesinden dolayı tebrik etmek için İsrail Cumhurbaşkanıyla acele temasa geçmeye sevk etti. Böylece bu adım, Filistin halkıyla dayanışmaya giden “Mavi Marmara” gemisindeki Türk gönüllülerin öldürülmesinin ardından keskin bir şekilde bozulan ilişkinin yeniden canlanması için en önemli ve öne çıkan noktalardan biri oldu.


UTANÇ ZİYARETİ

Abdulbari ATWAN
Rai al Youm

İşgalci İsrail’in Devlet Başkanı Isaac Herzog, Türkiye’nin başkenti Ankara’ya yaptığı iki günlük ziyarette sıcak bir şekilde karşılandı. Ziyaret, Gazze Şeridi’ndeki kuşatmayı kırmak için yola çıkan “Mavi Marmara” gemisindeki Türk aktivistlere İsrailli  komandoların gerçekleştirdiği  ve on kişinin öldüğü katliamdan 14 yıl sonra geldi.

Kendisini Osmanlı halifeliğini ihya etmek ve ihtişamını geri getirmek isteyen Müslümanların halifesi olarak takdim eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrailli konuğunu kucakladı. Herzog’un ziyaretini “tarihi” İslami kimliğini yok etmeye çalışan ve başta Kudüs ve çevresinde olmak üzere en iğrenç suçları işleyen ırkçı bir terör devleti arasındaki ilişkilerde “yeni bir sayfa olarak” değerlendirdi.

Özellikle onun liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi; demokrasi, ılımlı İslam ve sosyal adalet modeli sunduğunda ve Türkiye’yi G20  Ekonomi Kulübüne soktuğunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kandırdığı milyonlarca Arap ve Müslüman arasında biz de vardık. 2009’daki Davos zirvesinde “Sizler çocuk öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyerek evraklarını toplayarak toplantıdan çekilmişti. Terörist Haganah çetesinin bir üyesinin oğlu ve en kötü biçimleriyle terör ve ırkçılığı uygulayan bir ülkenin başkanı olan Herzog’u, Erdoğan’ın desteklediğini iddia ettiği Filistin halkına karşı kucaklayacağını bilmiyorduk.

Komşu Suriye’yi yok etme projesine önderlik ederken ve topraklarının önemli bir bölümünü ve Irak topraklarını işgal etmek için güçlerini gönderirken güvenilirliğini büyük ölçüde yitirdi. Savunmasız Suriyeli mültecileri Avrupa Birliği ile mali pazarlık kozu olarak kullandı. Libya ve Azerbaycan’da savaşmaları için çok sayıda paralı asker topladı ve belki de yakında Ukrayna’da Amerikan-İsrail projesini desteklemek için aynısını yapacak.

Arap hükümetlerinin işgalci devletle normalleşme yolunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı solladığını çok iyi biliyoruz. Filistin Kurtuluş Örgütünün 1993’te Oslo Anlaşmalarını imzalayarak ihanet yoluna ilk adım atan olduğunun da farkındayız. Ama biz Halife Erdoğan’ın farklı olmasını, hepsinin karşısında onurlu bir kale olmasını bekliyorduk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mecusi İran’ın direniş füze ve insansız hava aracı sağladığı şekilde Filistin direniş gruplarına tek bir kurşun bile teklif etmedi. Mescid-i Aksa’yı desteklemek için herhangi bir savaşa girmedi ve şu ana kadar sunduğu tek şey bu grupların (Hamas) bazı liderlerine sadece iyi “kelimeler” oldu. Bir sonraki adımın bu grupların üyelerinin üzerindeki baskının artması, Müslüman Kardeşler hareketinin liderlerine veya daha doğrusu onun Mısırlı kısmına karşı uygulanan benzer bir senaryonun tekrarı olmasını garipsemeyeceğiz.


POZİSYON DEĞİŞİKLİĞİNİN BAŞLANGICI

al Halic
Başyazı

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Ukraynalı mevkidaşı Dmitro Kuleba, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katılımıyla yapılan Antalya’daki görüşmede somut bir ilerleme sağlanamamış olsa da, iki tarafta müzakerelerin devamı  ve insani koridorları mültecilere açık tutmak konusunda kapıyı açık bıraktı. Bu tutum, Moskova ile bir dizi Avrupalı ​​ve uluslararası lider arasındaki mevcut iletişime ek olarak, iki taraf arasında da iletişim olduğu anlamına geliyor. Nihayetinde savaşı sona erdirecek bir anlaşmaya varmak için diyalog olasılığını artırıyor.

Moskova, Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov’un açıkladığı gibi “Ukrayna, Moskova’nın güvenlik endişeleri hakkında konuşmaya hazırsa” diyaloğa hazır olduğunu teyit ediyor. Kendisini başarısızlığa uğratan ve kendi deyimiyle “Sözlerini yerine getirmeyen” Batılı ülkelerin tutumlarına üzülen Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin artık Atlantik Antlaşması Örgütüne (NATO) katılma konusunda hevesli olmadığı açık.

Ukrayna Cumhurbaşkanı, Rusya ile Ukrayna arasında er ya da geç diyaloğun başlayacağını ve “Müttefiklik dışı durum da dahil olmak üzere Moskova ile herhangi bir konuyu tartışmaktan korkmadığını,” yani herhangi bir askeri ittifaka katılmaktan uzak olduğunu belirtti.

Bu, diyalog için zemin olduğu anlamına geliyor, çünkü Zelenskiy’nin açıkladığı şey, ikili ilişkilerle ilgili olarak Rusya’nın bazı koşullarını karşılıyor. NATO’nun doğuya doğru genişletilmemesi ve Doğu Avrupa’ya kitle imha silahlarının yerleştirilmesinden kaçınılması konusuna gelince, Moskova’nın bu konuda resmi ve belgelenmiş karşılıklı güvenlik garantileri talep ettiği ABD başta olmak üzere Batılı ülkeleri ilgilendiren bir konu.

Ayrıca Moskova, askeri operasyonunu durdurma koşullarının bir parçası olarak mevcut Ukrayna Cumhurbaşkanına bir alternatif konusunu gündeme getirmedi. Bunun yerine, bunun “Halkının seçimine bağlı bir mesele” olduğunu, bunun için koşullar uygun olduğunda onunla diyaloğa girmeye hazır olduğunu doğruladı.

Ancak Rusya ile Ukrayna arasındaki müzakerelerin nereye kadar gidebileceği, ABD’nin ne ölçüde hareket edip Kiev’e baskı uygulayabileceğine bağlı olduğu açıktır. Özellikle Washington’un şimdiye kadarki tutumları, Moskova’nın herhangi bir hedefine ulaşmasını engellemek için Moskova ile daha fazla siyasi ve ekonomik gerginliği tırmandırmaya doğru ilerliyor. ABD yönetimi şimdiye kadar Rusya’ya karşı alınan sert tedbirlerin Rusya’yı zayıflatacağına, dolayısıyla askeri ve ekonomik tükenmesine ve Ukrayna çamurunda boğulmasına yol açacağından emin.

Evrensel'i Takip Et