Arap basınında Türk dış politikası
Yeni yılın ilk haftasındaki ilk yazımızda, dış politikada oldukça iddialı söylemlerle yola çıkan AKP’nin sürdürdüğü siyasetin “Arap Coğrafyası’nda” nasıl algılandığına yer vermek istedik. Türkiye’nin dış politikasını değerlendiren yazı Muhammed Nureddin’e ait. Muhammed Nureddin, Assafir başta
Ali Karataş / Yusuf Ertaş
Yeni yılın ilk haftasındaki ilk yazımızda, dış politikada oldukça iddialı söylemlerle yola çıkan AKP’nin sürdürdüğü siyasetin “Arap Coğrafyası’nda” nasıl algılandığına yer vermek istedik. Türkiye’nin dış politikasını değerlendiren yazı Muhammed Nureddin’e ait. Muhammed Nureddin, Assafir başta olmak üzere birçok Arap gazetesinde makaleleri yayınlanan Lübnanlı bir siyaset bilimci.
Öte yandan, Filistin’in, “Birleşmiş Milletler’de bağımsız gözlemci devlet” olarak kabul edilmesinin üzerine koparılan fırtınalar dinmeden bu sefer Gazze’nin Ürdün’le bir konfederasyon oluşturması tartışılmaya başlandı. Bu tartışmaların kendisi bile, daha birkaç hafta önce “gözlemci devlet” olarak kabulün bağımsız (!) Filistin devleti için önemli bir adım olarak nitelendiren Katar ve Suudi Arabistan merkezli basının, nasıl bir iki yüzlük sergilediklerini ortaya çıkardı. Ocak ayında seçimlerin gerçekleşeceği Ürdün, içten içe kaynayan bir ülke. Hatırlanacağı gibi bu küçük ülkede Kasım ayında hükümetin akaryakıt zammına karşı başkent Amman başta olmak üzere bütün şehirlerinde on binlerce kişi sokaklara dökülmüştü. Hafta boyunca devam eden gösterilerde, yaklaşık 200 kişi tutuklanmış, 70’in üzerinde kişi yaralanmış ve bir kişi ölmüştü. Ürdün’ün 23 Ocakta yapılacak seçimlere nasıl bir tabloyla girdiğini de sayfamızda bulacaksınız.
TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASININ BİR YILI: DARLIKLAR VE İHTİRASLAR
Muhammed Nureddin/ Assafir Lübnan
Türkiye, bölgedeki ve özellikle Suriye krizi karşısındaki tutumu 2011’de ne ise 2012’de de aynı şekilde tamamladı. 2011 yılı, Türkiye’nin Arap Baharı öncesi oluşturduğu, temel esası derin stratejiye dayanan ve komşularla sıfır sorun olarak ifade edilen dış politikada bütün hatlarıyla çöküş yılı oldu. Türkiye’nin 2012’de sürdürdüğü dış politikanın temel dayanağı, soğuk savaş döneminde oluşan ve şimdi İslamcı AKP’nin siyasetinde vücut bulan NATO stratejisi üzerine oturmaktadır.
Türkiye geçen yıl, bölgedeki her ülkenin kendi içindeki çatışmaların daha fazla etkisine girdi. Suriye krizi Türkiye bakımından sadece Irak, Rusya, İran ve hatta Lübnan’dan oluşan diğer kampla çatışmayı kapsamaktadır.
Türkiye, “hangi durumda olursa olsun Suriye iktidarının ülkede, gelecekteki muhtemel bir çözümde yeri olmadığı” şiarını taşımaya devam etti. Bu yaklaşımın sonucu, Suriye muhalefetinin iktidarla görüşmeye yönelik bütün girişimleri reddetmesi olarak yansıdı. Suriye muhalefetine açık lojistik desteğine devam eden Türkiye, sınırını İsyancıların koridoruna çevirdi.
Türkiye kendisine düşman olan güçleri çözmeye çalıştı. Bölgede ittifak kurma çalışmalarında, Irak’ın birliğine engel olan ve Maliki hükümetinin Suriye rejimini desteklemesini kolaylaştıran, Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi önden gitti. Ayrıca Irak yargısı tarafından idama mahkûm edilen devlet başkanı yardımcısı Tarık Al Haşimi’yi kucakladı. Haşimi, Irak’taki iç cephenin ısınmasının başlangıcının işareti olan Anbar ve Ramadi’de Sünni cephesinin Maliki hükümetine karşı gösterilerin düzenlemesinde önayak oldu. Bu gösteriler temelde Ankara’nın Irak’ı, Suriye iktidarının yıkılması, sonrasında Suriye’yi ve İran’ı destekleyen Maliki hükümetinin düşürülmesi politikasına yöneltmeyi amaçlamaktadır.
Türkiye Suriye rejimini devirmeye yönelik bütün uluslararası girişimlere katkıda bulunmasına rağmen gelişmeler; Mısır, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel güç olmasında ters tepti. Suriye ulusal koalisyonunun Doha’da oluşturulması, “ulusal meclisin” ebeveyini olan Türkiye’nin ayaklarının altındaki halının çekilmesidir.
Gazze olayları, Türkiye dış politikasının ulaşmak istediği düzen kurucu bölgesel bir oyuncu olması ve özellikle yeni Ortadoğu’da lider ülke olması hedeflerin de Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 27 Nisanda parlamento konuşmasında ifade ettiği gibi başarısız olduğunun bir göstergesidir.
Şüphesiz ki Suriye krizi Türkiye’ye güvenlik sorunlarını kapsayan büyük riskler getirdi. 2012’de PKK, ülke içinde eylemlerini arttırdı. Kuzey Suriye’de Kürt realitesinin ortaya çıkmasını Ankara bir tehdit olarak gördü. Resmi konuşmalarda Suriye ve bölgeyle ilgili olarak ulusal ve mezhepsel konuşmaların yüksek tonla ifade edilmesi, ülkede Aleviler ve Sünniler arasında mezhepsel tıkanıklığın artması, Kürtlerle gerginlik olarak yansıdı. Türkiye, Suriye’ye sınır olan kentlerinin ekonomileri Suriye olaylarının etkilerinden de kaçamadı.
Aynı zamanda Türkiye, kendi topraklarından giren silahlı gurupların İran’da mukaddes yerleri ziyaret eden on Lübnanlının kaçırılmasının etkisinden de kurtulamaz. Bu dosyada Ankara gevşek durdukça ve ciddi adım atmadıkça her türlü ihtimale açık olacaktır.
Türkiye’nin temel amacı hala, kendisinin bölgesel büyük zaferinin gerçekleştirmesinin önünde ki engel olarak algıladığı Suriye iktidarının düşmesidir. Sonrasında atacağı adımlar Irak’a uzanmak, devamında İran’ı zayıflatmak ve ona karşı İsrail ve Amerikan darbesini yönetmek olacaktır. Ve bunun yanı sıra, Suriye iktidarının İran nüfusunun halkası olan Hizbullah’ın düşürülmesidir. Bu şekilde Rusya’nın engellenmesi, acele bir şekilde topraklarına girilmesidir. Bu ihtiraslar İsrail’e, NATO’ya ve Batıya hizmet etmektedir. Diğer yandan mezhepsel çatışmaları bölgede kışkırtmak bölgeyi, mezhepsel katliamların gerçekleştiği bir alana dönüştürecektir.
MISIR'DA YENİ SELEFİ PARTİSİ KURULACAK
Al Yavm
Mısır cumhurbaşkanı yardımcısı Amad Abdulgaffur 1 Ocakta Al Azhar’da düzenlediği basın toplantısında Selefileri temsil edecek olan Vatan Partisi adında yeni bir partinin kurulacağını açıkladı. Abdulgaffur, yeni partinin kuruluşuna öncülük etmek için Nur Partisi’nden istifa etti. Abdulgaffur, Mısır başkanlığı için muhtemel aday olan Şih Hazim Salah Abu İsmail ile sonraki parlamento seçimlerinde ittifak edeceklerini ifade etti. Abdulgaffur, yeni partinin bütün Selefileri ayırt etmeksizin kapsayacağını söyledi.
SURİYE BÖLÜNME RİSKİYLE KARŞI KARŞIYA
Al Kubs/Kuveyt
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah Suriye’nin geçmişten daha fazla bölünme riskiyle karşı karşıya olduğunu ifade etti. Her bölge için bölünme planlarının varlığını vurguladı. Narallah, Baalbekte Kırk Hüseyin’i canlandırma törenlerinde Hizbullah’a bağlı Al Manar televizyonunun canlı yayınladığı konuşmasında bütün mıntıkanın Yemen’den, Suriye’ye, Irak’a kadar bölünmenin her zamandan daha fazla bölgeyi tehdit ettiğini söyledi.
ÜRDÜN'DE REFORM İÇİN DÖNÜM NOKTASI
Rami G. KHOURİ/The Daily Star -Lübnan
Amman’da, arkadaşlarla geçirdiğimiz eğlenceli üç günün ardından, geniş bir yelpazeyi kapsayan Ürdünlülerle ve analistlerle konuşma fırsatı buldum. Parlamento seçimleri ile ilgili gözlemlerimde şu kanata vardım; eğer Ortadoğu’yu şekillendiren birçok gücün anlayışlarını öğrenmek istiyorsanız sadece bir ülkeyi, Ürdün’ü ziyaret etmelisiniz. Çünkü Arap dünyasında görünen her önemli siyaset, din, ekonomi, ideoloji, kültür ve sivil unsur bu ülkede mevcut ve aktif.
Bu unsurların arasında, Pan-Arap milliyetçileri, dar Ürdün devlet milliyetçileri, ana akım İslamcı Müslüman Kardeşler, katı tutumlu Selefiler, aşiretler ve etnik güçler mevcut. Bu tabloda derin istihbarat sistemi, güvenirliliği sınırlı bir parlamento, göstericilere saldıran haydutlar, İsrail ile birlikte yaşamayı kabul eden veya karşı olan Araplar, monarşistler ve cumhuriyetçiler, sözünü sakınmaz genç aktivistler, dijital sektör hareketlendiriciler de yer alıyor. Diğer ülkelerden gelen mülteciler, ciddi ekonomik gerilim ve sosyal farklılıklar, ateşli sosyal girişimciler, yerel iç işlerine burnunu sokan Arap ve yabancı güçler, anayasal düzenlemeler, yurt içinde yetişen birkaç terörist, kahvehane ve kafe eğlence kültürü de tablonun geri kalanı.
Ürdün, I. Dünya Savaşı’nın ardından 90 yıl önce kurulduğu günden bu yana tarihinde ilk kez bir dönüm noktasından geçiyor. Devleti tanımlayan tüm unsurlar şimdi hareket halinde. Ülkenin politik ve ekonomik yapısı ya yeniden şekillenecek ya da mevcut sistemin artan gerginlikleri ve güvenlik açıkları ile devam edeceği anlaşılacak.
Ürdün var oluşsal bir tehditle karşı karşıya değil ve monarşinin de bir yere gittiği yok. Ürdünlülerin çoğunluğu şiddetli bir şekilde şikâyetçiler fakat yaşamlarına devam ediyorlar ve aşamalı bir şekilde daha iyi bir yaşama, gerçek reformlara ve daha iyi ekonomik koşullara bel bağlıyorlar. Yine de monarşi kesinlikle şimdiye kadarki en ciddi hatta 1950’lerin ve 1960’ların karışıklıkları ve 1970 yılında Filistinli gerillalarla yapılan kısa çatışmadan bile daha ciddi sorunlarla karşı karşıya. Bunun nedeni ülkedeki üç kritik grubun yavaş yavaş yönetici elitin ülkeyi etkili bir biçimde ve hakkaniyete uygun olarak yönetme kapasitesine olan inançlarını kaybediyor olmaları ve siyasi ve ekonomik yönetim sistemlerinde önemli değişikliklere ilişkin taleplerini daha yüksek bir sesle dile getirmeleri.
Bu gruplar; Filistin kökenli ve birkaç büyük kentsel alanda yaşamaya eğilimli yüz binlerce İslamcı; Tafileh ve Maan gibi Ürdün ötesi kırsal yerlerde Tunus, Mısır ve Suriye kırsalında gördüğümüz aynı savunmasızlık ve korku duygusunu tehlikeli bir biçimde yansıtan marjinaller ve Doğu ve Batı Şeria kökenli Kral Abdullah saltanatının son on yıllarında ekonomik gelişmeler ve siyasal reformun kilitlenmesi nedeniyle hayal kırıklığına uğramış binlerce eğitimli, dinamik, yaratıcı ve sadık genç profesyoneller.
KONFEDERASYON KİMİN YARARINA?
Hassan A. Barari / Jordan Times - Ürdün
Gözlemcilerden Ürdün ve “Filistin Devleti” (sanki öyle bir devlet varmış gibi!) arasında bir konfederasyon hakkında konuşmaya başladı. Son günlerde tartışılan Ürdün ve kaldığı kadarıyla Batı Şeria arasında konfederasyon kavramı, en hafif deyimle felakettir.
Birincisi; zamanlama bundan daha sıkıntılı olamazdı. Sağlıklı ve doğru konfederasyonun gerçekleşmesi için; Filistinlilerin kendi bağımsız devletlerinin farkına varması ve kendi kendini yönetme pratiğini edinmesi gerekir. Şimdiye kadar Filistinliler, bu noktaya ulaşmaktan uzaklar. Bu düşünce arabayı atın önüne koymayı öneriyor.
Bu fikrin kendilerine karşı yöneldiğine inanan Ürdünlülere konfederasyonun dayatılması da aynı derecede önemlidir. Bu konu üzerindeki tartışmalara yakından bir bakış, Ürdünlülerin konfederasyonu kendi kimliklerine ve ülkelerine karşı bir komplo olarak algıladıklarını açık bir şekilde gösterecektir. Ayrıca İsrail’in Ürdün pahasına kendi demografik sorununu çözmek istediği iddiası da bulunmaktadır. İkincisi, Filistin Önderliği “Filistin Otoritesi” İsrail’den taviz koparılamayacağı sonucuna varmıştır. Bu durum Ürdün’e bir B planı olarak dönüyor. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, iki cephede gelen ısıyı hissediyor, zemini Hamas’a kaptırıyor. Giderek artan sayıda Filistinli, Hamas’ın Abbas’tan daha iyi iş çıkaracağını hissediyor. İsrail onu ciddiye almıyor ama Filistin bünyesinde siyasi sürtüşme sürdürebilmek için onu kullanıyor. Bu nedenle Abbas, kendisinin hayatta kalmasını sağlayacak herhangi bir çözüme ulaşma umudu olarak yeni bir taktik kullanıyor. Bu senaryo, bölgede barış ve istikrar için bir reçete değildir. Kısacası konfederasyon, sorunu çözemeyecek ancak başka bir çatışma yaratacaktır. Bu durumda kaybeden sadece Ürdün olacaktır.