Şair Merve Arlı: Şiir benim için gerçekliği genişletmenin bir yolu
Merve Arlı “Hiç Seslenmemiş Olan” isimli şiir kitabını anlattı.

Fotoğraf: Kişisel arşiv
Bengi ÇAKMAK
Şiirleri, öyküleri çeşitli dergilerde yayımlanan Merve Arlı’nın yıllarca ilmek ilmek dokuduğu şiirlerini bir araya getirdiği ilk şiir kitabı “Hiç Seslenmemiş Olan”, Anima Yayınları’ndan çıktı. Aynı zamanda bir felsefeci olan Arlı’nın şiirlerinden bu felsefi tadı almak mümkün. Nitekim Arlı’nın anlatımının en özgün yanlarından biri, felsefi düşüncenin işleyiş biçimi ile şiirin engin duygusal potansiyelinin bir araya gelmiş olması diye düşünüyorum. Bu birliktelikten doğan derinlik, sorgulayıcılık ve tamamlanma hislerinin okuyucuyu etkisi altına alması ve bir yolculuğa çıkarması söz konusu. Evrenin ve canlılığın varoluşunu iç içe dillendiren bu kitap, “Evren Rüyası,” “Enkaz” ve “Yabancı” adında üç bölümden oluşuyor. Arlı ile “Hiç Seslenmemiş Olan”ı konuştuk.
Şiirlerin oluşma, yazma ve bunları bir kitap haline getirme sürecini merak ediyorum. Bu süreçler nasıl gelişti, gündelik hayatına nasıl yansıdı?
Şiir benim için gerçekliği genişletmenin bir yolu. Diğerlerinin arasında belki de en estetik olanı. Bu duyguyu hem şiir yazarken hem de okurken duyuyorum. Dünyayı keşfetmeye başlayan bir çocuğun zihninde yeni bağlantıların kurulması gibi… Burada gerçekliği genişletmek derken ondan kaçmaktan bahsetmiyorum elbette. Realitenin içinden yeni imkanlara varmak, o imkanların var olduğunu bilmek benim için şiir. Yazma sürecimde hayatımda bir yandan hep felsefe vardı. Akademik anlamda felsefeyle uğraşıyordum. Bu yüzden Hiç Seslenmemiş Olan’ı oluştururken çok durdum. Gerçekten durdum. Zihnimde ise zaman zaman yazdıklarım geri dönüyor ve bana kendilerini hatırlatıyordu. Sanki eski bir şarkıyı mırıldanır gibi zihnim yazdığım dizeleri mırıldanıyordu. O zaman yazdıklarımı yabana atmamaya karar verdim ve diğer bekleme süreci, yayınevi süreci başladı. Bundan sonrası ise ilk kitabını yayımlatmak isteyen birinin yaşadığı çaresizce bekleyiş, vazgeçiş, yeniden deneme gibi döngülere girdim. Sonunda Editör’üm Kenan Yücel’le konuştuk ve sonrası artık güneşli güzel bir günü beklemek gibiydi.
"ŞİİR SANKİ BİR KÖKSÜZLÜK ARAYIŞI"
Felsefe eğitimi almış ve bu alanda doktoranı tamamlamış bir akademisyensin. Aynı zamanda şair ve öykü yazarısın. Felsefe ve edebiyat birlikte ne ifade ediyor senin için?
Felsefe ve edebiyat hayatımın tamamını kaplıyor diyebilirim. Her ne kadar felsefeye edebiyat tutkum için başlamış olsam da felsefe edebiyat için bir araç olarak kalamadı. Felsefenin çıkış kapısı yokmuş meğer. Şimdi baktığımda ise şiir ve felsefede bulduğum en temel yakınlık ikisinin de farklı şekillerde düşünce biçimleri olması. Bu ortaklığı çok seviyorum. Ayrıca hem felsefe hem şiir yalnızca kendisini amaçlayan etkinlikler. Bu yüzden her iki etkinlik de özgür ve sahici olmalı. Öylesine yapılan şeyler değil yani. Ne felsefenin ne şiirin doğasında öylesinelik var olabilir. İkisi de yaşama, evrene, doğaya ve kendimize farklı bakma biçimleri sunuyor. Varoluşumuzu, dünyada oluşumuzu yeniden anlamlandırmayı sağlıyor. Etkinliğin kendisine bakarsak benzerlikten çok kopukluk görüyorum. Aynı anda ikisine birden insanın kendini kaptırması mümkün değil. Şiir sanki bir köksüzlük arayışıyken felsefe illa kök salmak istiyor. Bu yüzden söylediğim gibi şiirde hep dura dura ilerledim.
"BU SES KİMSENİN OLSUN İSTEDİM"
Kitabın bir anlatıcısı, yani şiirleri söyleyen biri var ve onu yalnızca şair ya da yazar olarak değerlendiremiyoruz sanki. Canlı/cansız, insan/insan dışı ikiliklerinin ötesinde bir varlığın konuşmalarına tanıklık ettiğimi hissettim. Bir yandan da evren, varoluş, belki yaratılış ve fırlatılış, yıkım, yabancılık ve ölüm gibi varoluşsal temalar oldukça belirgin. Anlatıcı bu temalar üzerinden yaşam ve ölüm döngüleriyle, kozmos ve kaosla, kendi tanıklıkları ve herkesin deneyimleriyle ilgili konuşuyor gibi.
Galiba yapmak istediğim metafizik ayrımların dışından konuşmak ve sözün kendisini ortaya çıkarmaktı. Ötelerden bir ses konuşsun istedim. Bu ses kimsenin olsun. Çünkü yazarken ortada bir ben kalmıyor. Düşünen her kim ise ses onun olsun. Bu yüzden herkese ait olabilecek bir ses ve herkese ait olabilecek sorular sormak istedim. Bunun klasik felsefeyle uğraşıyor olmamla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Özellikle İlk Çağ düşüncesinde bu soru ortaklığını görmek mümkün.
Kitabın ikici bölümüne de adını veren yabancı, toplumsal cinsiyet deneyimi olarak kadınlığı yaşayan birinin yabancılığı mı? Öteki olarak kadından söz edebilir miyiz kitabın yabancısından?
Bugüne kadar insanın dünyaya yabancılığı, dünyanın aşılamaz bir mesafe olarak orada duruyor olması çokça konuşuldu. Ancak kadının yabancılığı aynı düzlemde kalmıyor. Kadının hikayesi daha trajik çünkü dünyaya olduğu kadar medeniyete de yabancı bırakılmış durumda. Daha doğrusu medeniyet onun yabancılığı üzerine kurulu… Saçma da olsa zaman zaman kendimizi kaptırdığımız bir oyun sürüp giderken kadına oyunda bir özne olmadığı durmadan hatırlatılıyor. Kadının öncelikle yalanı gerçek gibi yaşaması mümkün olmuyor. Sonra yalana yalan dediği pozisyonda susturuluyor. Bu yalanı hatırladığı için de Platon’un mağarasından çıkarılan mahkum gibi dönüp konuştuğunda sesi kesilmek isteniyor. Burada ayrıca felsefede olduğu kadar şiirde de kadının yabancılığını hatırlatmaya bilmiyorum gerek var mı?
Evrensel'i Takip Et