Derdini Marko Paşa’ya anlatmak…
Marko Paşa’nın 1888’de ölümünden sonra bir metafor olarak “derdini ve şikayetini dinleyecek, ilgilenecek hiç kimse yok!” anlamında “sen derdini Marko Paşa’ya anlat” söylemine dönüşmüştür.
Fotoğraf: Wikimedia
Çoğu tarihçiye göre Avrupa’daki ilk soykırım, Haçlı Ordusu tarafından Fransa’nın güneyinde yaşayan Katharlar’a karşı 1209’da başlayıp yıllarca süren ve en az 200 bin kişinin öldürüldüğü Kathar katliamıdır. Yunanca’da saf, temiz anlamına gelen “Kathar” sözcüğünden isim alan bu halkın, Katolik inancından farklılıkları bulunmaktaydı ve Katharlar “İnsanlara itaat etmektense Tanrı’ya itaat etmek daha iyidir!” diyerek orta çağ kilisesini açıkça eleştiriyorlardı. Artık kilisenin bu eleştirilere tahammülü kalmamış, bu insanlara ciddi bir ders vermenin zamanı gelmişti. Adı “masum” anlamına gelen Papa 3. Innocent’in çağırısıyla yaklaşık 30 bin kişilik Haçlı Ordusu, Katharlar’ı cezalandırmak için güney Fransa’ya hareket etmiş ve Beziers kasabasını kuşatmıştı.
Yerel Katolik halk, Katharlar’la dayanışma içindeydi ve onları korumak için, Haçlı Ordusunun “Kasabayı ter edin!” çağrısına uymamış, tam tersine Katharlar’la iç içe girip karışarak, ordunun onları kendilerinden ayırt edemeyeceğini ve bu nedenle de onların canlarını bağışlayacağını ummuşlardı. Ancak “Masum” Papa’nın temsilcisi ve Engizisyon mahkemesi üyesi Arnaud Amalric, yerel halkın bu zekice hamlesinden doğan ikilemi, kolaylıkla aşmıştır: “Herkesi öldürün! Tanrı, hangisinin günahkar olduğunu kendisi seçsin!” Bu emirle, Katharları korumaya çalışan Katolikler de dahil olmak üzere yaşlı, kadın ve çocuk demeden 15 bin kişilik tüm Beziers kasabası kılıçtan geçirilmiş, sağ kalan olmamıştır.
Askeri darbe dönemlerindeki uygulamalar papa temsilcisi Amalric mantığı ile çok benzeşmektedir. Sanık ve suçlu arasındaki fark ortadan kalkmış, mevcut bir delile dayanmayan gözaltı ve tutuklamalar vaka-i adiyeden olmuştur. 12 Eylül’de göz altına alınan 650 bin kişi, yani ülkedeki her 67 kişiden 1’i bu hukuksuz gözaltı ve tutuklama furyasının esiri ve eseri olmuştur. “Gözaltına alındın artık, derdini Marko Paşaya anlatırsın!”
Kimdir bu Marko Paşa?
Asıl adı Marko Apostolidis olan Marko Paşa, Osmanlı ordusunda korgeneral olmuş ilk hekimdir. 14 Mart 1827’de ülkenin ilk tıp okulu olarak açılan, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de okuyan Marko Paşa, 1851’deki mezuniyetinden sonra cerrahi kliniği şefliğine atanmıştır. Bir grup meslektaşıyla birlikte 1868’de Hilâl-i Ahmer Cemiyeti yani Kızılay Derneği’ni kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur. Sultan Abdülaziz tarafından sarayın hekimbaşılığına getirilen Marko Paşa, 1871’de Tıp Okulu Dekanlığına atanmış sonrasında da Sultan Abdülhamid tarafından Meclis-i Ayan üyesi yapılmıştır. Dr. Marko Paşa’nın asıl şöhreti, hastalarını sabırla uzun uzun dinlemesinden sonra Rum şivesiyle: “Anladık, ama ne?” demesiyle, kişi şikayetinin anlaşılmadığını sanıp bir kez daha anlatması ve bitiminde aynı şeyi tekrarlayan Marko Paşa’ya bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha… Sonuçta Marko Paşa’ya bir şey anlatmanın ihtimal ve imkanı bulunmamakta, bir derdinden bahsetmek mümkün görünmemektedir. Marko Paşa’nın 1888’de ölümünden sonra bir metafor olarak “derdini ve şikayetini dinleyecek, ilgilenecek hiç kimse yok!” anlamında “sen derdini Marko Paşa’ya anlat” söylemine dönüşmüştür.
Aziz Nesin, hukuksuzluğa da vurgu yapan bu metaforu, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz ile 1946’da birlikte çıkardıkları mizah dergisine Marko Paşa ismini vererek ölümsüzleştirir. Ancak dergi eleştirel, toplumcu ve gerçekçi bir anlayışla yayın yaptığı için yazarlarına çok sayıda dava açılmasına ve derginin kapatılmasına yol açar. Bunun üzerine dergiye "Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar” veya "Toplatılmadığı zamanlar çıkar" sloganları eklenir. Bir süre sonra hükümet tarafından Marko Paşa dergisi kapatılır ama usta sanatçılarla baş etmek mümkün mü? Dergi her defasında farklı farklı isimlerle, bin bir zorluklara rağmen yeniden çıkarılır. Yeni dergi isimleri: Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler olarak bir süre daha dirense de derginin ilk sayısından kapanmasına kadar gelişmelerin kendisi, hak hukuk adına tam bir kara mizah örneği olarak basın tarihine geçer. Sonunda Aziz Nesin ve arkadaşlarına düşen de “derdini Marko Paşaya anlatmak” olmuştur.
İnsan için hukukun temel ilkesi olarak bilinen meşhur ikilemi, ilk kez duyduğumda “Masum bir insana ölüm cezası mı uygulansın? Yoksa 1000 suçlu serbest mi kalsın? Hangisini tercih ederdiniz?” biçiminde iken, bu ikilem bir üst seviyeye çıkarılarak “Bir insan suçsuz yere sadece bir gün içeride mi yatsın, yoksa 1000 suçlu aramızda mı dolaşsın?” şekline dönmüştür. Bir masuma mı odaklanacağız? Yoksa bin suçluya mı? Çağdaş hukukun cevabı belli: “Masumun kılına dokunmaktansa, 1000 suçlu serbest kalsın!” Çağdaş hukuk anlayışı, suçlunun cezalandırılmasından ziyade, hakkında henüz kesin hüküm verilmeyen sanığın korunması ve suçlu sayılmamasına odaklanmaktadır. Hukukta, masumiyet karinesi olarak bilinen bu kavram temelde, devletin gücünün kötüye kullanılması veya hakimin keyfi uygulamalarından suçsuzun/sanığın korunmasını amaçlamaktadır. Bu paradigma değişimi, hukukun kaydettiği önemli bir aşamadır. Suçlunun cezası, suçu kesinleşmemiş/masum insanlar korunarak da verilebilir.
Ancak yakın tarihimizde yaşanılan darbeler, sıkıyönetim ve OHAL uygulamalarının evrensel hukuk normlarını geçersizleştiren, temel hak ve özgürlükleri sınırlayan veya ortadan kaldıran sonuçlara yol açtığı bugünden bakıldığında daha net görünmektedir. KHK’lar ile kısa sürede gerçekleştirilen 132 bin tedbir, 125 bin kamudan ihraç, 283 bin gözaltı, 95 bin tutuklama ve toplamda 597 bin kişi hakkında işlemin evrensel hukuk normlarına uyularak, masumiyet karinesi korunarak gerçekleştirilmesi ihtimali bulunmamaktadır. Çağdaş hukukun “masumun kılına dokunmak yerine, 1000 suçlunun serbest kalmasını” sineye çekmek anlayışından; geleneksel hukukun Amalric mantığı ile “her sanığı önce suçlayalım sonra masumları ayıklarız” anlayışına dönüldüğüne tanık olmaktayız. Bu anlayışın, yargı eliyle adaletsizlik ürettiği ve kılına dokunulmaması gereken masumların yaşamını cehenneme çevirdiği ortadadır.
Yargıya, Hipokratik uyarlama ile “Adaleti sağla, ama önce zarar verme.”
- Suç ve ceza ekseninde hastalar 12 Ekim 2022 09:07
- Hekimliğin “gelir” ile imtihanı 21 Eylül 2022 09:27
- Köprü 08 Eylül 2022 09:30
- Diktatörlüğe tarihsel ve “tıbbi” bakış 02 Eylül 2022 09:02
- Süpermenlik ile Don Kişotluk arasında bir tıp uzmanlığı 25 Ağustos 2022 11:03
- Cadı avı 17 Ağustos 2022 11:23
- Siyah mantar 10 Ağustos 2022 11:29
- Komünist Ali 05 Ağustos 2022 13:08
- Sağlıkta şiddet ve yanlışlar 27 Temmuz 2022 11:52
- Adli tabip 20 Temmuz 2022 13:13
- Asacaksın bu doktorları! 13 Temmuz 2022 04:16
- Bedo - Hamido sarkacında çocukluk 06 Temmuz 2022 10:43
- Bedenin külleri 29 Haziran 2022 11:07
- Sifilis: Siyasallaşmış bir hastalık 22 Haziran 2022 11:45
- Radyum kızları, silikozis erkekleri 15 Haziran 2022 09:15
- Ahlak, Vicdan ve Umut 01 Haziran 2022 12:25
- Üç darbe, üç yasa 25 Mayıs 2022 03:50
- Azaplık, memuriyet, 23 sentlik askerlik 17 Mayıs 2022 23:38
- Topal Koca 11 Mayıs 2022 07:50
- Ölüm cezası: Organize kötülük 04 Mayıs 2022 07:55
- Hitler’in Mirası 27 Nisan 2022 06:39
- Kır Çiçekleri 20 Nisan 2022 06:49
- Hekimlik kutsal mıdır? 13 Nisan 2022 04:44
- Vebanın düşündürdükleri… 06 Nisan 2022 05:54
- Diyarbakır-Frankfurt hattı 30 Mart 2022 05:27
- Hekimbaşı 23 Mart 2022 07:15
- Hekim sorumluluğu ve Pastör 09 Mart 2022 07:33
- Gerçeğin çokluğu, hakikatin tekliği 02 Mart 2022 06:19
- Tıbbın dönüşümünden notlar 23 Şubat 2022 04:45
- Sürek avı 16 Şubat 2022 06:42
- Ölümsüzlüğe dair… 09 Şubat 2022 06:06
- Toplumsal eşitsizlik ve ölü bebekler 02 Şubat 2022 04:44
- Zakkumun kökü 26 Ocak 2022 04:12
- Çukurova 19 Ocak 2022 07:03
- Diyardan gitmek 12 Ocak 2022 04:47
- Robot hakları 29 Aralık 2021 04:54
- Sinan 22 Aralık 2021 05:37
- Stetoskop ve G(ö)rev 15 Aralık 2021 05:06
- Her göç bir hikayedir! 08 Aralık 2021 03:58
- Futbol, faşizm, felsefe 01 Aralık 2021 08:39
- Neşter, yaşam ve ayak üstü karşılaşmalar… 24 Kasım 2021 04:30
- Cemile 17 Kasım 2021 03:43
- Gerçeğin şamarı 10 Kasım 2021 06:08
- Güvenin kırılgan tarihi 03 Kasım 2021 07:11
- Mutluluğun zor halleri 27 Ekim 2021 06:04
- Kuş gribi, kötü yönetim, Bulut… 20 Ekim 2021 05:52
- Sağlığım sermayemdir 13 Ekim 2021 02:30
- Tıbbın evrimi, Hipokrat ve hekimlik 06 Ekim 2021 05:49
- Yeşil Kart, küçük Amerika 28 Eylül 2021 23:30
- Havuz problemi 21 Eylül 2021 23:35
- 12 Eylül, iki çocuk, bir doktor… 14 Eylül 2021 23:19
- Aşı karşıtlığı ya da mayın tarlasında yürümek… 08 Eylül 2021 05:00