21 Mart 2022 23:41

Hakan GÜNGÖR

“Bir solukta okuyacağınız bu kitap karakter özelliklerini başarıyla ortaya koyuyor. Bu kitabı tüm edebiyat okurlarına tavsiye ederim.”

Bir anlığına edebiyat dünyasında bir karar alındığını ve klişe övgü cümlelerinin yasaklandığını varsayalım. Yazı yazmakta zorlanacak epey yazar olduğuna eminim, üstelik övgüyü de yasaklamıyoruz, kastımız sadece övgü klişeleri…

Baştan belirteyim, herhangi bir kitabın övülmesi ya da görünür hale gelmesiyle ilgili bir sorunum yok.

Nihayetinde kitap yazan ve kitapları hakkında tanıtım yazıları da yayımlanan biri olarak bu konuda ikiyüzlülük yapacak değilim.

Sorun, Türkiye’de kitap tanıtım yazarı olmakla eleştirmen olmak arasındaki farkın gözden kaçmaya başlaması. Eleştirmenlik niteliğinin tanıtım dünyası içinde eriyip gitmesi.

Sorun, aslında “eleştirmen” olarak görülen, kabullenilen kişilerin gerçekten bu vasfı hak edip etmedikleriyle ilgili.

Esasen biliyoruz ki bir kitap yazısı “övme”nin ya da “yermenin” dışındadır.

Eleştirmenden beklenti “ortalama bir okurdan (diyelim ki mesela benden)” daha farklı bir bakış, profesyonel bir görüş sağlaması. Kitaba dair, ortalama bir okuma deneyimin dışında yaklaşımlar sunması, yazarın yapmak istediği ile yapabildiği arasındaki farka da işaret edebilmesi. Kitaba dair okura, “Peki şunları fark ettin mi?​” demesi.

Bunu yaptığı ölçüde yazı ister övgü ister yergiden ibaret olsun, amaç hasıl oluyor.

SON BİR YILDA KAÇ KİTABI ÖVDÜNÜZ?

Kendini kolaylıkla eleştirmen olarak tanımlayan kişilerin bir tablosunu yapsak ve şu soruları sorsak nasıl bir sonuçla karşılaşırız?

Son bir yılda kaç kitabı tümden övmüş?Son bir yılda kaç kitabı eleştirebilmiş?

Bu tabloyu kendi zihin dünyamızda yaratıp sayısız yazara bir de bu gözle bakabiliriz.

Peki nasıl oluyor da kimi “eleştirmenler” sadece övgü yazabiliyor?

Hakkında yazdığı tüm kitapları hararetle övmek ne anlama geliyor?

Buradaki kaçış noktası, “Ben sadece sevdiğim kitapları yazarım” argümanı olabiliyor.

Peki bir yazarın bir yayında kusurlu kitaplarla ilgili tek satır yazmaması âdil mi? Dahası, kusurlarıyla güzel kitaplardan mı bahsetmiyor, yoksa güzel kitabın kusurlarından mı?

İçinde bir eleştiri donesi (mesela hiç olmazsa bir paragraf) yer almayan yazıların sayısı kaç?

NEDEN SADECE ÖVGÜ?

Bazı isimlerin nasıl olup da sadece övgü yazdığıyla ilgili sayısız nedenden bahsedebiliriz. O kitabın yayıneviyle kurulabilecek muhtemel ilişki, yazının yayımlanacağı mecra ile yayınevinin ilişkisi, yazarla (son günlerin moda tabiriyle) “edebiyat ortamlarında” kurulabilecek ilişki ya da rastlama ihtimali…

Sadece tanıtım yazılarından bahsetmiyorum, “karşılaştırmalı edebiyat” konusunun bir yazarı hunharca övme aracı olarak kullanılması da söz konusu.

Sartre’ın varoluşçu felsefesi açısından falancanın filanca kitabı gibi makalelerde de buna rastlıyoruz.

Yazar kendine iş edinip Sartre hakkında yazdığı yazara el vermiş gibi bir yazı kaleme alabiliyor. Peki bundan Sartre’ın ya da varoluşçuluğun haberi var mı?

İşin daha da garip yanı şu: Türkçe sahiden bu kadar “kesin öneriyorum” dedirtecek, “mutlaka okuyun” diye çırpınılacak, “o güzel üslup”lardan söz edilecek kadar iyi ürünler veriyor mu? Vermediğine emin olduğum kadar, verilen kimi nitelikli kitapların da sessizliğe mahkûm edildiğinden de eminim.

KİTAP TANITIM YAZILARINA İHTİYACIMIZ VAR MI?

Tanıtım yazıları bir ihtiyaç mı?

Aslında evet. Çünkü süreç şöyle işler: Eğer PR bombardımanı yapacak bir yayıneviniz yoksa kitabınızın niteliği ne ölçüde olursa olsun görülmemeye mahkûm olabilirsiniz. Bu nedenle herhangi bir ekte yazılan bir tanıtım yazısı bir yazarı elbette sevindirir.

Belirttiğim gibi, sorun tanıtım yazılarında ölçünün kaçması, eleştirinin de tanıtım tanımlaması içinde kaybolup gitmesi.

Ölçünün nasıl kaçtığına gelecek olursak…

Edebiyat dünyasının tümden dışında kalmak mümkünse de bunun pek kolay olmadığını söyleyebilirim. Özellikle yazı yolculuğunuzun ilk yıllarında (bende bu üniversite dönemime işaret eder) bir gazetenin kitap ekine yazı yazma imkânı oluştuğunda bu oldukça heyecan vericidir. Zira amiyane tabirle henüz gözünüz açılmamıştır, edebiyat atmosferinin içine girdiğinizi ve yazılarınızın aslında sadece defterlerde ya da word’de kalmayacağını düşünürsünüz. Heves her şeyden önce gelir. Sonra sizden beklenen “tanıtım” yazılarınızı yazarsınız çünkü kitap ekleri o kitapları basan yayınevlerinin verdiği reklamlarla hayatta kalır. Bu nedenle sadece “tanıtmanız” istenir. Kitap eklerini bu nedenle edebi bir yayın olarak değil, kitap reklamları olarak görmek gerekir. Sonrasında ise klişeler devreye girer. Tanıtımı da soğukkanlı yapamayabilir, kendinizi klişelerin yapışkan iş görürlüğünden faydalanırken bulabilirsiniz. Ki bu satırların yazarı olarak artık sıkça eleştirdiğim o klişeleri ilk gençlik dönemimde kullandığımı ifade etmeliyim.

Ancak zaman içinde şunu anlarsınız:

Kitap tanıtımının ölçüsünü kaçırdığınızda aslında pek de beğenmediğiniz, kitaplığınızda olsun istemeyeceğiniz kitapları başkasına överken bulabilirsiniz kendinizi. Bu nedenle ya “tanıtım” yaptığınızı kendinize ve okura hatırlatma sorumluluğu görmeli, kantarın topuzunu iyi ayarlamalısınız ya da kitap tanıtmayı bırakmalısınız.

EKONOMİK VE NİTELİKSEL ÇORAKLIK

Eleştirinin tanıtım meselesi içinde eriyip gitmesi konusundaki temel açmaz, aslında çoksatar yazarları bir kenara bırakırsak edebiyat dünyasının ekonomik ve niteliksel çoraklığı.

Kendisi yazar olmayan ama son bir yılda genç kuşak edebiyatçılardan 10’unun kitabını okumuş kaç kişi var dersek “ekosistemin” küçüklüğünü daha iyi anlayabiliriz.

Hal böyle olunca, hayatını bir övgü yazarı olarak geçirmek istemeyenlerin kendilerine mecra bulması, mevcut koşullarda o mecrayı yaratması oldukça güçleşiyor.

Ancak yine de zihnimizdeki tabloya bakabilir, “Peki siz son bir yılda kaç kitabı eleştirdiniz?​” sorusunu hazırda bulundurabilir, “Ben sadece sevdiğim kitaplar hakkında yazıyorum” diyenlere de bir solukta sorularımızı sorabilirsiniz:

Gerçekten “bir nefeste” mi?

Sahiden “çok” mu önemli?

Hakikaten “öyle güzel bir üslup” mu?

Mutlaka mı “herkes” okumalı?

Evrensel'i Takip Et