“Bir ihtimal daha var…”
Bizleri işsizlik kırbacıyla terbiye etmeye ve kariyer günlerine bağımlı kılmaya çalışan bu düzen, güzel bir gelecek vaat edebilir mi?
Fotoğraf: Pixabay
Emirhan DURMAZ
İzmir
Yerli ve/veya uluslararası tekellerin kâr hesaplarına dayanan projeler; üniversitelerimizde günbegün hükümet, YÖK ve bunların izdüşümü olan rektörler tarafından uygulamaya konuluyor. Üniversitelerimiz; araziler, salonlar, bünyesinde bulunan işletmeler vs. üzerinden toplamda birer şirket mantığıyla işletilmekte iken öğrenciler ise buralarda birer müşteri olarak görülüyor diğer yandan ise mezun olacak her bir öğrencinin potansiyel işçi/emekçi olacağı gerçeği hasebiyle eğitim ve sanayi iç içe geçirilerek üniversitelerimizin kapıları şirketlere ve holdinglere açılıyor.
Eğitimin tüm olanaklarının alınıp satılan yahut yatırıma dönüştürülen birer meta haline getirilmesinin en canlı örneklerini yaşadığımız bir dönemden geçmekteyiz. Öyle ki, bugünlerde “yetenek kapısı”, “kariyer fuarı” gibi isimlerle lanse edilen ama özünde “modern köle pazarı” olan türlü etkinlikler üniversitelerimizde kol gezmekte iken; toplumun, halkın ihtiyaç ve taleplerine yönelik herhangi bir bilimsel çalışmayı, projeyi desteklemeyenler, bilakis karşısına türlü engeller dizenler, söz konusu piyasanın, şirketlerin, patronların arzı ve iştahı olunca ev sahipliği yapmak için yarışıyorlar. Mevzubahis etkinliklerde kimi holding yöneticileri, şirket CEO’ları “yetenekli, akıllı ve başarılı” öğrencileri henüz üniversite sıralarında firmalarının elemanları olmaya teşvik ederken; diğer yandan kimi patron ve yöneticiler ise kendi “başarı hikayelerini” anlatarak, girişimcilik teknikleri gibi masalların sonunda sertifika hediye ederek katılan binlerce öğrenciye umut tacirliği yapıyor, bireyin kendini geliştirdikten sonra tüm mevkileri edinebileceği mavalını okuyor.
ŞİRKETLER İÇİN DEĞİL HALK İÇİN BİLİM
Pekala, burada şunu sormamız elzemdir: Bilimin ve bilimsel çalışmaların amaç ve işlevini şirketlerinin kâr maksimizasyonu ile sınırlandıran bir anlayış, bizlerin gelişimi önündeki en büyük engel değil midir? Araştırma, çalışma ve öğrenimin; kendi yetenek ve ilgilerimiz doğrultusunda özgür, bağımsız ve fırsat eşitliğine uygun olarak yapılması ve bu çalışmaların halk yararına kullanılabilir olması talebi ile yalnızca kendi kârlarını düşünen şirketlerin ucuz işgücüne dayalı “büyüme” talebi ebette birbirleriyle çelişmektedir. Öte yandan bu durum, üniversitelerimizin ve yükseköğrenimin; personelinden akademisyenine, müfredatından ideolojisine kadar alabildiğine sermayenin ihtiyaç ve arzına göre dizayn edildiğinin ve bu bağlamda “bilim yuvalarımızın” bağımsızlığını ve özerkliğini yitirdiğinin kanıtıdır. *
Bir diğer elzem soru ise şudur: Bizleri işsizlik kırbacıyla terbiye etmeye ve kariyer günlerine bağımlı kılmaya çalışan bu düzen, güzel bir gelecek vaat edebilir mi?
YOKSULLAŞMA ARTTIKÇA UMUT TACİRLERİ MEYDANA ÇIKIYOR
DİSK-AR verilerine göre geniş tanımlı işsizlik oranı %22,9’a ulaşmışken, resmi rakamlara göre her 4 işsizden 1’i mezun ve üniversite mezunlarının %40’ı iş bulamıyor. Kayıt dışı çalışmak durumunda kalan, tarımda istihdam edilen, part-time çalışan, ailesinin yanında çoğunlukla ücretsiz çalışan ve çeşitli sebeplerle 3 ay boyunca iş arama kanallarını kullanmadığı için “umutsuz” kabul edilen ve işsizlik oranlarında hesap dışı bırakılanları da hesaba dahil edersek defter bir hayli kabarıyor. Elbette bu vahamet tablosu, içerisinde yaşadığımız bağlamdan, yani sistemden azade değildir. Öyle ki; Marx, işsizliği sermaye birikim sürecinin zorunlu bir sonucu, kapitalist üretim biçiminin varlık koşulu olarak açıklar. Burjuvazi; çalışmayan işçi ve emekçileri yedek iş gücü ordusu olarak depolarken bu kesimi hali hazırda çalışanlara karşı bir koz olarak kullanmakta ve çalışanları fazla mesailere, düşük ücretlere, berbat çalışma koşullarına karşı koyamaz hale getirmeyi amaçlamaktadır. Diğer bir yandan; gerek ülkemizde gerek dünyada tekeller büyüme rakamlarını göğüsleri kabararak açıklarken, hem ülkemizde hem dünyada yoksulluğun giderek daha geniş bir tabana yayıldığı ve derinleştiği gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Öyle ki, Türkiye sermayesinin sevimli(!) yüzü Koç Holding, 2021 verilerine göre sadece Ford Otomobil üzerinden 4.7 milyar lira kâr elde etmiş durumdadır. Bu veriden hareketle Koç; her bir işçisinden 466 bin lira kâr elde ederken*, her bir işçisine aylık olarak temel yaşam gereksinimlerini dahi ucu ucuna karşılayabilecek bir ücret vermiştir.
Bu bağlamda, “kariyer fuarlarında” boy gösteren ve milyonlarca öğrenciye umut tacirliği yapan, hayaller satan; bir yandan bizler üzerinden elde edecekleri serveti düşünerek ellerini ovuşturan, diğer bir yandan ise kendi işçilerine bizler üzerinden parmak sallayan ve onları üç kuruşa, kölelik şartlarında çalışmaya mahkûm eden holding yöneticileri, şirket CEO’ları ve onların düzeni olan kapitalizm, elbette bizlere güzel bir gelecek vaadedemez.
KURTULUŞUMUZ KENDİ ELLERİMİZDE
Tüm bunlar gösteriyor ki, zaten “bir umut” katıldığımız ve güzel bir gelecek sunacağına yürekten inanmadığımız bu etkinlikler bizlerin kurtuluş veçhesi olamaz. Bizlere ölümü gösterip sıtmaya razı eden, işsizliği bir koz olarak kullanarak yeteneklerimizi ve enerjimizi kendi emelleri ve kendi gelecekleri doğrultusunda kanalize eden bu düzenin fuarları sömürüyü körüklemekten başka bir şey getiremez. Bu sebepledir ki; bizlerin kurtuluşu onların “kendinizi geliştirin” masallarından değil; geleceğimiz önünde en büyük engel olan bu sermaye düzeninin alaşağı edilmesinden ve bilimsel araştırma ve öğrenimin özgürce yapılabildiği, bilimin sermayenin değil halkın hizmetine sunulduğu düzenin inşa edilmesinden geçmektedir.
* https://www.bloomberght.com/ford-otosandan-ilk-9-ayda-4-7-milyar-tl-net-kr-2290886#:~:text=Ford%20Otosan%2C%202021%20yılının%203,3.%20çeyreğine%20dair%20finansallarını%20paylaştı