23 Mart 2022 07:15

Hekimbaşı

Sonunda, hekimler arasında yol açtığı rekabetle, tabiri caizse onlarca hekimin başını yiyen hekimbaşılık kurumu, 1850’de Sultan I. Abdülmecid tarafından tamamen kaldırılır.

Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi’nin Hamse-i Şânîzâde kitabı | Fotoğraf: ActuaLitté/Flickr (CC BY-SA 2.0)

Cemal Hüseyin Güvercin
Cemal Hüseyin Güvercin

Dr. Şanizade Mehmet Ataullah Efendi, Arapça ve Farsça’yla birlikte İtalyanca, Fransızca, Rumca ve Latince olmak üzere altı dil bilen bir Osmanlı aydını ve önemli bir hekimdir. Tarak imalatçısı olan dedesinin Farsça’daki tarakçı anlamına gelen “Şani” lakabını taşıyan Şanizade, Süleymaniye Tıp Medresesi ve Halıcıoğlu Mühendishanesi’nde eğitimini tamamlamış ve Osmanlı’da kurulan ilk bilim derneği olan Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi’nin de kurucularındandır.

Avrupa’daki önemli tıp kitaplarının çevirisini yapmış ve klasik İslam tıbbı yerine batılı çağdaş tıbbı Osmanlı’ya getirmeye çalışmıştır. Şanizade’nin yazdığı ve 5 tanesi tıp kitabı olmak üzere toplam 14 kitap olduğu bilinmektedir. Osmanlı’da basılan ilk tıp eseri olan Hamse-i Şanizade ya da Şanizade Beşlemesi, 1820’de İstanbul’da basılmış ve anatomi, fizyoloji, patoloji, cerrahi ve farmakloji bölümlerinden oluşmaktadır. Bir yandan da tıp terimleri üzerinde çalışarak tıpta Türkçeleşme akımını başlatmış ve çalışmaları ölümünden çok sonra basılan Tıp Sözlüğüne (Lugat-ı Tıbbiye) temel oluşturmuştur. Şanizade’nin diğer eserleri matematik, tarih, edebiyat, askerlik ve coğrafya alanındadır. Ayrıca resim yapan, tambur çalan, hattat olan Şanizade’nin saat yaptığı da bilinmektedir.

1821’de sultan II. Mahmud tarafından saraya vakanüvis (tarih yazıcısı) olarak atanıncaya kadar, çok sayıda medresede öğretmenlik, hatta kadılık yapan Şanizade, tarih yazıcısı olarak 1808-1821 yılları arasındaki olayları çok düzenli bir şekilde kaydetmiştir. 1825 sonlarına kadar bu görevi sürdüren Şanizade’nin saraya “hekimbaşı” olarak atanması gündeme gelmiştir. Ancak mevcut hekimbaşı Dr. Mustafa Behçet Efendi’nin görevi bırakmaya da pek niyeti yoktur. Peki kimdir bu Dr. Mustafa Behçet Efendi?

Büyük şair Abdülhak Hamit Tarhan’ın amcası da olan Dr. Mustafa Behçet, Şanizade gibi Süleymaniye Tıp Medresesi’nden mezun olmuştur. O da batılı çağdaş tıp anlayışını benimsemiş ve çeviriler yapmıştır, ayrıca kendi yazdığı “Kolera Risalesi” Almanca’ya çevrilmiştir. Mustafa Behçet bir yandan da batılı tıp ile pek uyuşmayan, eski tıbba ilişkin folklorik bir kitap olan “1000 Sır” anlamına gelen “Hezar Esrar” adlı kitabını kaleme almıştır. 1803 yılında sultan III. Selim döneminde ilk kez saraya hekimbaşı olmuş ve dört yıl görev yapmıştır. Ardından da II. Mahmud döneminde 1817-1821 ve 1823-1834 dönemlerinde iki kez daha hekimbaşı olmuştur. Dr. Mustafa Behçet Efendi’nin asıl ünü, padişah II. Mahmud’u ikna ederek, günümüzde Tıp bayramının kutlanma nedeni olan, 14 Mart 1827’de açılışını yaptığı batılı anlamdaki ilk tıp okulu ile olmuştur. Ülke dışından davet ettiği çok sayıda hekim ve eğitimciyi Bebek’te bulunan “Hekimbaşı Yalısı” (günümüzde çok sayıda dizinin çekildiği ve iki yıl önce dümeni kilitlenen bir yük gemisinin çarpıp hasar verdiği yalı) olarak bilinen konutunda ağırlaması ve yalı çevresinde botanik bahçesi kurması padişahın da takdirine yol açacaktır.

Şanizade’nin adı hekimbaşı adayı olarak geçerken, 1825 Eylül ayında aniden vakanüvislik görevinden alınır. Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin başını çektiği bir grubun Şanizade’ye karşı başlattığı olumsuz propaganda sarayda etkili olmuştur ve Şanizade, II. Mahmud tarafından azledilir. Dönemin siyasal ikliminin rüzgarları, Mustafa Behçet Efendi’den yana esmektedir. Şanizade’nin Bektaşi olduğu ve Bektaşilik derneği üyesi olduğunun yayılması yeterli ve zamanın ruhuna uygun bir gerekçedir. Çünkü Sultan II. Mahmud, aynı zamanda Bektaşi Ocağı’da olan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmaya kararlıdır. Dolayısıyla devlet yapısı içinde sessizce bir Bektaşi avı başlamıştır.

Şanizade bir Bektaşi derneği olarak da bilinen Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi’nin kurucu üyesidir. Gerçi dernekte, felsefi, bilimsel ve sanatsal etkinlikler dışında bir faaliyet yürütülmese de Bektaşi olmak bir suça dönüşmüş ve yapılan etkinlikler de ulema tarafından dine aykırı bulunmuştur. Şanizade büyük çatışmadan birkaç gün önce 15 Haziran 1826’da İstanbul’dan, İzmir Tire’ye sürgüne gönderilir. Sonrasında, Sultan II. Mahmud’un verdiği emirle Haliçteki donanmanın Yeniçeri Ocakları’nı top atışlarıyla ortadan kaldırması ve devamındaki kanlı çatışmalarda 6 binden fazla Yeniçeri öldürülüp, 20 binden fazlası tutuklanır. 26 Haziran 1826’da sona eren bu kanlı çatışmaya ironik olarak resmi tarihte “Hayırlı Olay” (Vaka-i Hayriye) denilmektedir. Şanizade’nin kurucusu olduğu Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi de kapatılır. Yeniçeri sorunu ile özdeşleşen ve bir zamanlar Osmanlı’nın Avrupa’ya açılmasında en önemli dini ve felsefi yaklaşım olan Bektaşilik’de artık alaşağı edilmiş, dindışı kabul edilip yasaklanmış ve ülkede Bektaşiler’e karşı toplu bir cezalandırma başlamıştır.

Devletin bekası için kardeş katlini onaylayan bu gelenekte, sürgüne gönderilenlerin çoğunun arkasından, bir süre sonra da “ölüm fermanı” gönderilmektedir. Kimlik siyasetine kurban giden, görevden alınan, sürgüne yollanan bu Osmanlı aydını için de aynı risk bulunmakta, bu nedenle Şanizade, Tire’de korku içinde İstanbul’dan gelecek haberi beklemektedir. Kaynaklara göre, bir süre sonra Sultan II. Mahmud sürgün kararından vazgeçip, Şanizade’ye af fermanı yazdırıp gönderir. Ancak, Tire Voyvodası Eğinli Ali Bey’in “Şanizade’nin itlâkına (affına) ferman getirdim” demek yerine, yanlışlıkla “Şanizade’nin itlâfına (idamına) ferman getirdim” diyerek gelmesi üzerine, Şanizade fenalaşır ve hastalandıktan birkaç gün sonra da talihsizce ölür. Tire’de gömülen Şanizade’nin bulunduğu mezarlık 1916’da kaldırılınca, diğer mezarlar gibi kendi kabri de kaybolur. Yıllar sonra o yörede tesadüfen bulunan mezar taşı müzeye kaldırılır. Mezarı kaybolmuş olsa da Tire’de anıtı dikilen Şanizade’nin adı, ilçede hem bir caddeye hem de bir meydana verilerek yaşatılmaktadır.

Şanizade’yi azlettirip, sürgüne yollanmasında etkili olan Mustafa Behçet Efendi, 1834’te yakalandığı şarbon hastalığından ölümüne kadar hekimbaşılığa devam eder. Mezarı Üsküdar Doğancılar Nasuhi Dergahı’ndadır. Ölümünden sonra hekimbaşı olarak yerine kardeşi, şair hekim Abdülhak Molla geçer ve ağabeyi Mustafa Behçet Efendi gibi o da üç kez azledilip sonra yeniden hekimbaşı olur. Sonunda, hekimler arasında yol açtığı rekabetle, tabiri caizse onlarca hekimin başını yiyen hekimbaşılık kurumu, 1850’de Sultan I. Abdülmecid tarafından tamamen kaldırılır.

Son hekimbaşı olan Abdülhak Molla da ağabeyinden kalan ikametgahı hekimbaşı yalısındaki eczanesinin kapısına, yaşadığı “hiçlik” duygusuyla yazdırdığı hicivli cümlesi halk arasında da popüler olmuştur: “Ne arasan bulunur, derde devâdan gayri.”

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI