Orhan Silier ile TİP tarihine yolculuk: Yaralarımızı tımar etmek için özü olan tartışmalar yapmalıyız
Orhan Silier; "TİP’in Dağılmasının 1979-80 Aşaması, Belgeler, Tanıklıklar" kitabını anlattı.
Orhan Silier | Fotoğraf: Fatih Polat (Evrensel)
Fatih POLAT
“Gençlik yıllarımın çok büyük bir bölümünün, 19-36 yaş dönemimin merkezi Türkiye İşçi Partisi (TİP) oldu. Şimdi artık üçüncü çeyrek yüzyılımı tamamlamaya çalışırken, bu yıllarda katıldığım mücadelenin, aslında sonraki tüm yaşamımın, arayışlarımın da eksenini oluşturmuş olduğunu daha iyi fark ediyorum. Akademik çalışma, yayıncılık, tarihçilik, arşivcilik, müzecilik, kültürel miras korumacılığı gibi alanlarda uğraştığım işlerin çoğunu da bir anlamda TİP’teki mücadelemin bir uzantısı olarak yaşadım.”
Orhan Silier, TÜSTAV Sosyal Tarih Yayınları’ndan çıkan, TİP’in Dağılmasının 1979-80 Aşaması, Belgeler, Tanıklıklar adlı kitabına böyle başlıyor. 524 sayfa hacimli kitabında TİP’in ilk dönemi içindeki etkisine rağmen bir süreklilik yaratamamasını tartışırken, hem eleştirel hem de öz eleştirel bir dil kullanıyor. Bunu, ‘Yaralarımızı tımar etmenin’ gereği sayıyor.
Silier ile içerdiği belgeler ve tanıklıklar açısından da önemli bir başvuru kaynağı olma özelliğini taşıyan kitabını konuştuk.
"O DÖNEMLERİ ÇOK DAHA SERT YAŞAYANLAR OLDU"
14 Eylül 1980’de, darbeden iki gün sonra, TİP MYK Azınlık Grubu olarak Sarıyer’de bir araya geliyorsunuz ve Çoğunluk Grubunun sizin parti üyeliğinizin dondurulmasına karar verdiğini öğreniyorsunuz. Böyle bir noktaya doğru gidişi hissettiğinizi anlıyoruz. Yine de bir partide uzun yıllar mücadele eden biri için çok sarsıcı olmalı. Üstelik iki darbe üst üste. Neler hissettiniz o an?
İnsan mücadele içinde kendini daha kötü alternatiflere hazırlamış oluyor. 12 Eylül’de yalnız partimden, ülkemden uzaklaşma durumunda kalmadım. Benim için işlemler sonuna kadar götürülmedi, ama yurttaşlıktan çıkartılma listesinde de adım çıktı. Bu arada ailem de dağıldı. Ne var ki, insan yedekleri çok olan bir mahluk. Kediler için dokuz canlı derler, biz herhalde yirmi canlıyız. Sonuçta bütün bunlar göğüslenebiliyor, aşılabiliyor. Hem ‘Bu kadarı da olur mu?’ duygusunu yaşıyorsunuz, hem de ‘Bu da geçer, bunları da aşarım’ diyorsunuz. Kaldı ki o dönemleri bana göre çok daha sert yaşayanlar oldu…
Yaşadığınız ve kitabınıza da konu ettiğiniz meselelerin üzerinden 42 yıl geçmiş. Bazı taşların yerli yerine oturmasını ve duygularınızın yatışmasını mı beklediniz?
Doğrusu daha çok, TİP’in son döneminde, 1980 sonrasında yönetimde görev alan arkadaşların bu konuda açacağı bir tartışmaya katılmayı bekledim. Ama böyle bir şey olmayınca ve artık yaşım da 70’li yaşlara gelince, hayatımda büyük bir kırılma yaratan bu süreci yazarak daha iyi anlamak istedim. Ayrıca, madem ki partide bu işle görevliler defterleri, belgeleri güven altına almadılar, bense sürece ait önemli bazı belgeleri koruyabildim, bunları yeni mücadeleci kuşağa sunayım dedim.
"SOSYALİST HAREKET TEK MERKEZLİ OLMAKTAN ÇIKTI"
TİP’in bıraktığı başlıca izleri nasıl özetlersiniz?
TİP, 1961’de kurulduktan sonra, eski kuşak sosyalistler partiye alınınca söyleyecek sözü olan ve bu sözün oluşması için yeterli güven veren, büyük etki yaratan bir parti olma yoluna girdi. 1962-1968 arasında, Türkiye’de soldan, emekçiden yana ne varsa, TİP’in bir parçası, çevresi haline dönüştü. 1960’ların koşullarında, TİP, inandırıcılığı, saygınlığı, ortaya koyduğu politik önderlik olarak, neredeyse tüm sınırları zorladı. Ancak, bir yandan Milli Demokratik Devrim teziyle ortaya çıkan Mihri Belli ve arkadaşlarının yıkıcı muhalefeti ve TİP’in gençlik hareketini yönetmeyi, birlikte mücadeleyi, en azından diyaloğu başaramaması, öte yandan tepe yönetimi içindeki ayrılıklar partinin dağılmasının 1968 aşamasını ortaya çıkardı. Sosyalist hareket 1968’den sonra tek merkezli olmaktan çıktı.
Gençlik hareketi olarak başlayan ve bugüne uzanan devrimci damarları besleyen hareketlere karşı TİP yönetiminin söylemi, ‘Gençler oyuna geldiler’ şeklinde olmuştu. Bu söyleme katılıyor musunuz?
Bence komplocu yaklaşımlardan uzak durmalıyız. Türkiye’de bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm mücadelesinin 1965-66’dan sonraki aşamasında, başarının ortaya çıkardığı güçleri, aynı politik hareket içinde barındırmak, mücadeleye sokmak güçleşti. Burada TİP yönetimi ve o yönetimin üniversitedeki, fabrikalardaki, mahallelerdeki uzantıları olan -aralarında benim de bulunduğum- genç partililer sekter, dar davrandık. O dönemdeki gençlik heyecanını, üzerlerine gelen faşistlerle baş etme çabasını, bugünden yarına devrime kavuşma beklentisini iyi kavrayamadık. Sabırla onlara sahip çıkmak, onlarla birlikte doğruyu bulmak, aralarındaki maceracı kişileri izole edip, gençlik kitlesiyle diyalog kurmak yerine yaftalamayı seçtik. Bu tutum, TİP’in, işçiler, emekçiler içinde çalışmaya yatkın veya zaten kendisi, işçi, köylü kökenli genç insanlarının önemli bir kesiminden uzak düşmesini de birlikte getirdi. Halbuki sözünü ettiğimiz gençlerin bir kolu daha 1969-70’ten itibaren fabrikalara gitmeyi, oralardaki mücadeleyi paylaşmayı başarmışlardı.
TİP’in Kürt sorunuyla ilişkisi açısından neler söylersiniz?
1968-69’a kadar neredeyse bütün Kürt Marksistleri, demokratları TİP saflarındaydı; meşhur Doğu Mitingleri vs. o dönemde örgütlenmişti. 1968’den sonra bu bağ hızla zayıfladı ve Kürt arkadaşlar arasında kendi örgütlenmelerine yönelme eğilimi ağır bastı. TİP ise, tıpkı öğrenci hareketinde olduğu gibi, kendi yasal örgütsel varlığını korumakla, Kürt halkının gelişen kitle hareketine sahip çıkmak arasına sıkıştı. Giderek, tek yönlü, diyaloğu eksik bırakan bir tutum aldı. TİP, 1969’daki 4. Kongresi’nde bu işin adını koyma, ‘Kürt meselesi vardır, Kürt halkının hakları için mücadele sosyalizm mücadelesinin bir parçasıdır’ kararını aldı. Ancak, artık bağlar zayıflamaya başlamıştı. Parti geç kalmanın da etkisiyle aceleyle ve keskin bir ifadeyle tutumunu biçimlendirdi. Bu da burjuvaziye TİP’in kapatılması için aradığı fırsatı verdi. Unutmayalım ki 1971’de Anayasa Mahkemesinin TİP’in kapatılmasına ilişkin kararı, çoğu CHP yanlısı olan üyelerin oy birliği ile aldığı bir karardı. Atılan adıma henüz toplumsal meşruiyet kazandırılamamıştı.
"DAĞILMAYA DAİR ÜÇ AŞAMADAN BAHSEDİYORUM"
1980’e gelirken TİP’in içe kapandığından söz ediyorsunuz. Peki, ‘dağılma’ diye tarif ettiğiniz aşamalarda sizce hangi faktörler daha etkili oldu?
Kitapta dağılmaya dair üç aşamadan bahsediyorum. İlki 1968, ikincisi 1979-80, üçüncüsü de 1987-91 dönemi. Bunlardan ilki, çok büyük ölçüde TİP’in kendi çoğulculuğunu geliştirerek koruyamaması, dar, sekter tutumlara girmesinin sonucudur diye düşünüyorum. 1975’ten sonraki TİP ise önceki TİP’ten bir hayli farklı oldu. İkinci TİP, esas olarak Marksist partilerden, hatta Pro-Sovyetik partilerden yalnızca biri haline dönüştü. Demek ki bu dönemde TİP yöneticileri olarak biz dağılmayı tersine çeviremedik. Bir yandan stratejik seçimlerindeki bulanıklık, sosyalist devrimcilik adı altında, slogancılığa dönüşen, günün görevleri ile nihai hedefi birbirine karıştıran bir tavır aldık. Parti içinde karşılıklı güven temelinde, farklı görüşlere saygının korunması, demokratik bir işleyiş yeterince başarılamadı. Bu iki önemli öge partiyi darboğaza sürükledi. 1977 seçimlerinde, özellikle 1979 ekim seçiminde alınan kötü sonuçlar sonrasında bir tartışma başlayabildi ve 1980’de muhafazakar çoğunluk kanadı azınlığı tasfiye ederek partinin dağılmasında yeni bir aşamaya yol açtı. Üçüncü, 1987-91’deki dağılma aşaması ise çok büyük çapta uluslararası sosyalist hareketteki dağılmaya paralel bir gelişmedir. Bu nihai dağılma kaçınılmaz mıydı? Bence hayır. Türkiye’de TİP, TSİP, TKP’nin de içinde olduğu ve art arda yeni partileşme adımları atan Marksist çevreler, Sovyet türü sosyalizmin öğrettiklerini, ona eleştirel biçimde sahip çıkarak, sancılı da olsa yeni bir döneme geçişi gerçekleştirebilirdi. Bu yönde atılan bazı değerli adımlar oldu. Ama kurulan partiler içinde dar grup ve grupçukların kendi varlıklarını önceleme ısrarlarıyla bu süreç sonuçsuz kaldı.
‘TİP’in dağılması’ ifadesine tepki geldi mi?
Hem de telaşlı bir tepki geldi. Daha kitabı okumaya bile ihtiyaç duyulmadan hayli sert bir biçimde TİP’in dağılmadığı, en azından 1979-80’de dağılmadığı söylendi. Halbuki ben elbette TİP’in 1980’de tümüyle yok olduğunu yazmadım, nihai dağılmayı getiren üç aşamalı bir sürece işaret ettim. ‘Dağılma’ teriminden olan bu korkumuzun altında hepimizin yaşadığı travma var. Düşünün, sosyalist sistem çökmüş, yüzün üzerinde parti ya dağılmış ya isim değiştirmiş ya da küçülmüş. Biz, bizim için taşıdığı değer ne olursa olsun, ortalıkta artık çoktan beri böyle bir siyasi faaliyet yokken ve TİP adını yeniden kullanan bir partiyi de şiddetle kınarken, bir partinin şu an varlığını sürdürdüğü iddiasında bulunuyoruz.
Ben kitapta da belirttiğim gibi, böyle bir belgeleme çalışmasına tepkiler gelebileceğini, kişisel karalamalara girişilebileceğini, demiştin-demiştim temelli kanıtsız, kalitesiz dedikodular yapılabileceğini de göze alarak bütün bunları yazdım. Şimdi de önemli olanın, bunlara takılmayıp, özü olan tartışmalara yoğunlaşmak olduğu düşünüyorum. Ki böylece yaralarımızı tımar etmek mümkün olabilsin. Çünkü gençler, araştırmacılar bu önemli deneyimlerden bir şeyler öğrenmek isterlerse, bizim onlara öze ilişkin bilgi, belge ve tartışmalardan başka verebileceğimiz bir şey yok.
"BOYUNA AYRILIKLAR KAŞINIYOR"
Kitabınızda, yaşananlardan ders çıkarıp yüzleşerek iyileşmeye işaret etmek üzere, iki ifade kullanıyorsunuz: ‘Yaralarımızı tımar etmek’ ve ‘Yaramızı yalamak’. Bu açıdan Türkiye sosyalist hareketinin performansını nasıl görüyorsunuz?
Böylesi bir tımarı başarabilmenin öncelikle kendine ve yanındakilere güven sorunuyla ilgili olduğunu söylemek istiyorum. Elbette, sonuç ayrıca Marksist hareketin biriktirdiği teorik ve pratik mirası bu yarayı tımar etmek için kullanabilme becerisine de bağlı. Ne yazık ki, bizde ve bize benzer ülkelerde tartışmalar genellikle hemen tartışma olmaktan ayrılık olmaya, ayrılıklar tasfiyeye, tasfiyeler de düşmanlaşmaya dönüşüyor. Bu koşullarda özgürce düşünmek, birbirine güvenerek derinliğine tartışmak çok zor bir görev olarak ortada duruyor. Bu yapılmadığı durumda da yaralar tımar edilmiyor. Boyuna ayrılıklar kaşınıyor.
Güncel bir soru ile bağlayalım. Türkiye yaklaşan seçimleri konuşurken, üzerinde önemle durulan başlıklardan biri de üçüncü seçenek ya da ittifak. Bu konudaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreçte adı ‘üçüncü ittifak’, ‘demokrasi ittifakı’ vs. ne olursa olsun solun değişik kesimlerinin kendi programlarıyla ve güncel önerileriyle yan yana gelmeleri çok yaşamsal. Seçimlerle sınırlı olmayan böyle bir yapıda, gündemdeki somut iş ve eylemler bağlamında olmak üzere, Kürt demokrat hareketine karşı olan eleştiriler de, sol hareket içinde Kemalizmle yakınlık kurmuş kesimlere ilişkin eleştiriler de tartışılabilir; onlar da kendi platformlarını açıklayıp karşı eleştirilerini dile getirebilirler. Yeter ki birbirine sahip çıkan, soğukkanlı, saygılı bir dil tutturulabilsin. Böyle bir yan yana geliş, ittifaka katılan tüm gruplara da, sonunda ‘Millet İttifakı ile ilişkilere de, var olan rejimin iktidardan düşürülmesine de önemli bir araç sağlayabilir. Seçimle başlayıp seçimle bitmeden ve somut iş -eylem temelli olmak üzere, birbirini dinleme, birbirini anlama, eleştirilerini soğukkanlılıkla açıklama, hiç yoksa bazı konularda ikna etme-ikna olma denemeleri yapılması, bu vesileyle bir-iki adım atılması çok değerli. HDK ve HDP içindeki tartışmalar ve geçen seçimlerde HDP çevresinde verilen mücadelenin kazanımları çok öğretici. Bunu daha da ileriye götürürsek, süreç bizi burjuva partileri arasında seçimler yapma durumundan çıkartıp yeni kapıları açabilir.
ORHAN SİLİER HAKKINDA
TİP ile ilişkisi 19 yaşında başladı. TİP’in birinci döneminde Ankara Çankaya ilçesi ve Merkez Eğitim Bilim Kurulu üyesi, ikinci döneminde İstanbul Kartal ilçesi üyesi, Bilim Yayınevi Müdürü, İl Yönetim, Merkez Yönetim ve Başkanlık Kurulu üyesi olarak TİP’e emek verdi. Ardından Uluslararası Emek Tarihçileri Kongresi Başkan Yardımcısı, Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü Türkiye Bölümü Kurucu Başkanı, Tarih Vakfı Kurucu Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu Başkanı, Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu (Europa Nostra) Yürütme Kurulu üyesi ve Europa Nostra-Türkiye Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. Türkiye işçi hareketi tarihi, sanayi tarihi, tarih eğitimi, müzecilik üzerine araştırmalar yaptı. Barış Bloku, Yanyanayız Biraradayız ve Demokrasi İçin Birlik çalışmalarında yer aldı.