Öykü ve diğer metinlerinin ışığında Erinç Büyükaşık’a bir bakış
Semih Çöre, öykü ve diğer metinlerinin ışığında Erinç Büyükaşık’ı yazdı.

Görsel: Liman Yayınevi
İLGİLİ HABERLER

Felsefeci ve yazar Mustafa Günay: Bana göre şairden çok şiir, şiiri önemli

Danimarka Edebiyatı
Semih ÇÖRE
Daha önce İmleç Yayınları tarafından yayımlanan Öykücü ve Eğitimci Erinç Büyükaşık’ın kitapları 2022 yılında Liman Yayınevi etiketiyle yayımlanmaya başlandı. Hep Uzak’ın ikinci baskısıyla birlikte Sınırlar Kapalı, Dehlizler ve Rüyalar yeni iki kitap dosyası olarak okurlarına ulaşıyor. Hatay-İzmir-İstanbul üçgeninde geçen çocukluk, üniversite yaşamı ve öğretmenlik yaşamı boyunca yazıyı bir kılavuz olarak gören, bir yazı işçisi olma niyetini üniversite dergilerinden, süreli edebiyat yayınlarına ve kitaplara kadar farklı metinlerde ortaya koyan yazar, “tekil”, “birey” ve “varoluş” çatışması gibi güncel izlekleri toplumsal bir arka plan izinde işlemeye öykülerinde yıllardır uğraşıyor. Öykülerinde insan-hayat-toplum bağlamında “öteki”, “sınırlar”, “Bireysel olanın zorunlu toplumsallığı”, “Toplumsal olanın bireyselliği” izleklerini güçlü bir şekilde yazan yazar, kahramanın penceresinden başlayan anlatının zihnin derinliklerinde nasıl çoğul çatışmalar ve kavgalara gebe olduğunu aktarırken adeta Seren Yüce’nin Çoğunluk’undaki Mertkan’ın çoğunluğun onayladığı hayat serüvenindeki azınlık hallerini farklı kahramanlar çevresinde yansıtıyor bizlere. Bu bağlamda kadınlar, çocuklar, yoksunluk ve yoksulluk içinde yaşayan kişisel ve toplumsal travmalara okura kahramanın zihin haritasından yola çıkılarak ulaşılabiliyor. Özellikle hayatımızın iki buçuk yılını alan pandemi sürecinin bizdeki sancıları ve yansımaları da söz konusu öykülerde haylice yerini bulabiliyor.
Metinler bağlamında Büyükaşık’ın öykülerini bir kara öykü olarak nitelendirmek bizim için de yol gösterici olabilir. Anlatım bilim kuramı doğrultusunda ele alırsak kurgusal bir anlatı olarak filmsel metinler ile yazınsal metinler arasında farklılıkların okur ve izleyici ayrımı yarattığı düşünülürse öykünün daha fazla sinemaya özgü ve sahnelerle şekillenmiş hali de okuyucu ve izleyici mesafesini de sınırlandırabilir. Bu açıdan Büyükaşık’ın öyküleri mekan, insan, uzam ilişkisinde haylice sahnelemeyi yeğleyen, öneren bir tutumu sahiplenmiş durumda.
Olaylar, olayların yinelenmesi, olay örgüsü, kişiler ve kişileştirme gibi unsurların her iki kurmaca yapıda taşıdığı benzerlikler ve sinematografik yaklaşım söz konusu öykülerde daha yoğun olarak hissedilir. Sınırlar Kapalı’da “göçmenlik” olgusu, “Dehlizler ve Rüyalar”da “kadınlık ve ötekileşen” kavramları/izlekleri benzer sinematografik yansımalarla karşımıza çıkıyor “Göç”, “Vicdan”, “Tutunamamanın Kamusallığı”, “Taşralaşan Şehir ve Şehirleşen Taşra” imgesi belki de birçok öyküyü kesen ortak paydalar olarak beliriyor yazarın kitaplarında.
Yazarın son iki öykü kitabı olan “Sınırlar Kapalı” ve Dehlizler ve Rüyalar” yine sokaklarda, kalabalık caddelerde, boğucu ofislerde, ev içlerinde soluk almakta zorlanan bir nice insanın zihninden ve rüyalarından sesleniyor okuruna. “Öteki’lerin izini sürdüğü Hep Uzak’tan başlayarak “Sınırlar Kapalı” ve Dehlizler ve Rüyalar” adlı iki yeni öykü kitabında da bir vicdani duruşu, bireyin yaşadığı toplum ve toplumsal ortamın yarattığı yoksulluk ve yoksunluk paradigması kahramanların izinde karşımıza çıkıveriyor. Özellikle “kadın”, “çocuk” kahramanlar, “dezavantajlı gruplar ve bireyler” çerçevesinde soluk aldığımız coğrafyanın içinde ne denli çetin bir yaşam mücadelesine tanık olduğunu görebiliyoruz. Bu açıdan da bir yüzleşmeyle karşı karşıyayız kitapların izinde okur olarak çıktığımız bu yolculukta.
Söz konusu öykülerde özellikle vurgulanması gereken bir nokta da anlatımın mimetik ve diegetik bağlamlar açısından bir uzlaşma çağrısını özellikle serbest dolaylı anlatımın özgür sularında gezinen bir yazar/kaşif tavrıyla daha da somut hale getirebilmesidir. Somutlamak gerekirse öykünün bir eylem halidir bu. İnsan, toplum ve hayatın izinde adeta bilincin içindeki ve bilincin dışındaki bir kameranın peşi sıra giden bir öykücülükten söz etmek mümkündür bu noktada. Bilindiği gibi mimetik anlatım anlatıcının anlattığı olayları ve karakterleri dolaylı olarak ‘göstermesine/taklit etmesine’ dayanırken, anlatımın diegetik yaklaşımı, anlatıcının kendisinin ‘belirtici’ bir sunum içinde olayları aktarmasına dayanır. Mimetik yapılanmada olaylar ‘gözün uzamında’ düzenlenir ve sanki ‘şimdi’ oluyormuşçasına canlandırılarak ifade edilir. O halde gözün uzamı, ‘tanık olma’ paradigmasında temellenir: Olaylar, dinleyen/okuyan kişiye, sanki o an oradaymış ve ‘şimdiki zamanında’ geçiyormuş yanılsamasını yaratacak şekilde sunulur. Gözün uzamında düzenlenen dramatik anlatılarda ise olaylar hızlı, dinamik bir şekilde ve işlevsiz ayrıntılar atlanarak anlatılır. Kent, taşra; kadınlar, çocuklar, bireyin tarihindeki toplumsal yansımalar öykülerin izinde okur için de birer sekans olarak, katmanlı ve çok sesli sinematografik karşılığını bulabiliyor.
Yazarın edebiyat öğretmenliğinden kaynaklanan teorik okumalarıyla şekillenen eleştiri ve denemeleri “Gogol’un Paltosu” adlı kitabı da edebiyat denemeleri bağlamında karşımıza çıkıyor, 2022’de yayımlanan diğer öykü kitaplarıyla birlikte. Bir Erinç Büyükaşık külliyatı olarak irdelediğimizde öyküden, deneme ve incelemelere kadar uzanan geniş bir mecrada okur yazarın farklı seslenişlerine kulak verebiliyor. Gogol’un Paltosu, tüm mitlerin kaynağı olan “söz”ün “kitap-metin-yazar- yapıt ve söylem” bağlamında ele alındığı bir kitap olarak yazarın bir eylem halinde yazma serüveninin esin kaynağını, düşünsel arka planını, toplumsal bağlamını irdelerken mekan-insan ilişkisi adına “gezi” notları sayılabilecek metinleri de okurunun karşısına çıkarıyor. Tanpınar’dan, Bilge Karasu’ya, Marquez’e, Füruğ Ferruhzad, Oğuz Atay’a yazının farklı coğrafyalardaki serüvenleri bu açıdan da metinlerde hak ettiği yeri buluyor. Sözün insanlık tarihinin kısa bir özeti sayılabileceği gerçeğiyle okur da yola çıkarken metni, yazarı, dönemi, sanatın yol haritasını Yazar Erinç Büyükaşık’ın peşi sıra kovalıyor böylece. “Gogol’un Paltosu” bu bağlamda edebiyata ve yazar olma hallerine bir saygı duruşu olarak okunmayı hak ediyor.
Evrensel'i Takip Et