Nazife Yaşar, Mıgırdiç Margosyan'ın ardından yazdı: Niye böyle yaptın Kirvem!
Sorardı bazen: “Nazife yazıyoruz ama okuyan oluyor mu?” diye. Gelen yorumları ilettiğimde çok memnun oluyor, ona giden mesajları da utangaçça anlatıyordu. Bir Margosyan geçti bu cavalacoz dünyadan.
Fotoğraf: SergeyManvelyanWikimedia (CC BY-SA 4.0)
Nazife YAŞAR
Niye böyle yaptın gavur?
Kim mi bu gavur? Mıgırdiç Margosyan. Adını doğru yazıp yazmadığımdan emin olmak için defalarca kontrol ettiğim gavur. Şerif Karataş’ın onu kaybettiğimizi haber veren satırlarını okurken gazeteyi baskıya hazırlıyorduk. Yüreğime çöken acıyla baş etmeye çalışarak, yıllardır yazmaktan vazgeçmediği gazetesine yetiştirmeye çalıştım ölüm haberini, iki damla gözyaşı dökme şansı bulamadan. Kulaklarımda “Nazife, hastayım kızım. Yazıyı yetiştiremeyeceğim” diyen son sesi. Yıllardır editörlüğünü yapıyorum, bir gün bile yazısını aksattığına şahit olmadım. Bu yüzden sağlık durumuna ilişin kaygım arttı. Ben sağlığıyla ilgili sorular sorarken o yazıyla ilgili bilgi vermeye çalışıyordu. O haldeyken bile yazıyı düşünüyordu. “Nazife, bu hafta beni affet” diyordu mahcup sesiyle. Affetmiyorum çünkü bana ‘hastayım’ demiştin. Birkaç güne iyileşeceğini söylemiştin. Ölmek nedir? Yaptın yine gavurluğunu.
Türkçe konuşan herkes gavurun, Müslüman olmayan, dinsiz kişilere dendiğini, mecazen de acımasız, merhametsizlere söylendiğini bilir. Margosyan, gavur denilen insanların kendimizden olduğunu anlatmaya çalıştı. O nedenle kendisine gavur demekten gocunmuyordu. Onun satırlarında geçen gavur, bizden biri, en sevdiklerimizdendi.
Margosyan 2011 yılında arkadaşımız Devrim Büyükacaroğlu’na verdiği röportajda gazeteye geliş hikayesini şöyle anlatır:
“Gazetenin ilk çıktığı gün yazı yazdıydım, çarşamba günüydü. Köşe yazısı yazma açısından Evrensel ilk göz ağrımdı ve doğrusu daha önce aklımdan köşe yazmak hiç geçmemişti. Türkçe gazetelerde yazmaya da ilk defa Evrensel’de başladım. ‘Çengelli İğne’ diye bir köşem vardı. Sonra bir müddet böyle devam ettikten sonra -ne kadar doğru bilmiyorum ama- “senin yazıların çok seviliyor bu köşeyi pazar gününe alalım” dendi. Benim için fark etmez “Pazar gavurlar azar” diye matrak da bir laf ettim. Epeyce yazdıktan sonra 1-2 sene kadar ara verdik. Yine “Hocam seninle bir görüşelim” dediler. Dedim: “Gavurdan dost, ayıdan post olmaz.” (Gülüyor) Bu kez “Kirveme Mektuplar” dedim, öyle devam ediyoruz.”
Yazılarının editörlüğüne başladığım zamanı hatırlıyorum. Koca bir TDK sözlüğü eşlik ediyordu okumalarıma. Yazısının sonunda herhangi bir harfe uzunca basıp oluşturduğu harf dizisinin hata değil, yazının sonunu işaret ettiğini düzeltmenimiz Ahmet ağabey gülerek anlatmıştı. Sözlükten bulamadığım kelimeleri Ahmet ağabeye paslardım. Sonraları alıştım cavalacoz dünyaya, kırtıpil aleme, kafle’ye, kahir ekseriyete, avara kasnak’a, demirkazık’a, gavur’a… Ve binlerce meseleye…
Teknolojiyle arası hoş değildi. Selma ablayla tanışmamız da bu vesileyle oldu. Teknik sorunlarda telefonu Selma ablaya verir, onunla çözmemizi isterdi. Yazısını gönderdikten sonra arar, ‘Bak bakalım gelmiş mi?” diye sorardı. Bir keresinde, bulunduğu yerde internet gitmişti. ‘Yazıyı gönderemiyorum’ demeyip konuyu komşuya ulaşıp, ne yapıp edip yazıyı göndermişti. Bilgisayarı bozulduğunda ‘Kağıda yazıp telefonda bana okuyun, ben yazayım” önerime nasıl da sevinmişti. Yazmaktan vazgeçmedi, hasta olduğunu haber vermek için aradığında da yazmıştı. “Yazdım ama yarım kaldı, pek beğenmedim, üstelik bulamıyorum” demişti. Sesi o kadar yorgun geliyordu ki teknik yardımımı kabul eder, o haliyle uğraşır diye teklif edemedim. Bugün Selma ablayla o yazıyı konuştuk, ‘Bulursam mutlaka sana ulaştıracağım” dedi.
Yıllar önce her bir servise özel e-posta adresleri oluşturmuştuk. Servise dahil olan yazarlara da o adresleri verdik. Fakat sonra o uygulamadan vazgeçtik ve tek hesaba geçtik. Bir tek Margosyan’ı o adrese geçirmedik, uğraştırmak istemedik. toplum@evrensel.net adresimizi Margosyan için kapatmadık.
En çok da yazılarına fotoğraf bulmakta zorlanırdım. Meğer o da bunun farkındaymış, “Yazı yayımlanınca, Nazife nasıl bir fotoğraf uydurmuş diye merakla bakıyorum” demişti.
Öykü tadındaki yazılarına Kirvem’le başlayıp mesajını kirvemle verirdi. Söylemek istediklerini öğretmen edasıyla değil, kadim gelenekle anlatırdı. Her bir okura kirve olur, dost olurdu Allah’ın gavuru.
Sorardı bazen: “Nazife yazıyoruz ama okuyan oluyor mu?” diye. Gelen yorumları ilettiğimde çok memnun oluyor, ona giden mesajları da utangaçça anlatıyordu.
Bir Margosyan geçti bu cavalacoz dünyadan, bu kırtıpil alemden…
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz/Ben kolay ölmem/Ocakta küllenmiş közüm/Karnımda sözüm var…