06 Nisan 2022 01:00

Savaş neden gerçeğimiz ve barış bir ütopya mı?

SSCB’nin yıkılmasının ardından savaşların geride kalacağı söylemine rağmen yaşananlara baktığımızda küreselleşme söylemi emperyalist gerçekliğin ötesine geçmiyor diyebiliriz.

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Cenk Yılmaz BAYIR

Boğaziçi Üniversitesi

 

Yıllardır akademi içinde ve dışında dile pelesenk olmuş bir kavram var, küreselleşme. Kelimenin ortalara çıktığı zemin ve zaman içerisindeki dönüşümü bile bazen küreselleşmeye bir sınır çizmeyi zorlaştırıyor. Ancak en basit tabiriyle ülkeler arasında karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin arttığı; sermaye, meta, hizmet, kültür ve insan hareketliliğinin geçmişe nazaran çok daha hızlı ve kolay yapılabildiği bir dönem. Kendi içerisinde bazen üç bazen dört döneme ayrılan, kimlerince 19. yüz yıldan başlayan küreselleşme dönemi, çoğunlukla 1970’lerdeneoliberal dönüşüm ile birlikte tartışılmaya başlandı. Gümrük duvarlarının inmeye başladığı, özelleştirme furyasının yaşandığı, sermaye ihracının arttığı bu dönemde burjuva ideologlarının ortaya koyduğu önemli bir argüman “küreselleşme dönemindeki karşılıklı bağımlılık ilişkileri sayesinde artık savaşların yaşanmayacağıydı.” Ülkelerin birbirlerine karşı çıkarları olması onların ticaretlerine zarar vermeyecek şekilde barışçıl hareket etmelerini sağlayacaktı. Özellikle SSCB’nin de dağılışından sonra artık tarihin sonunun geldiği ve liberal demokrasinin diğer ideolojiler karşısında zaferini ilan ettiği öne sürüldü. Liberal demokrasi geri kalmışlığın karşısında bir çözüm yolu olarak propaganda ediliyordu. Post-Sovyet coğrafyası ise artık açık bir pazar haline getirilmeye çalışılıyor ve şok doktrinleri gibi oligarkları ortaya çıkartan, özelleştirme dalgasını başlatan ve halkı büyük bir çöküntüye uğratan doktrinler yine liberal demokratik Batı tarafından dayatılıyordu.

Tek hegemonun ABD olarak görüldüğü bu dönemlerde savaşların geride kalacağı söylemine rağmen yaşananlara baktığımızda küreselleşme söylemi emperyalist gerçekliğin ötesine geçmiyor diyebiliriz. İçinde bulunduğumuz tekelci kapitalizm döneminde uluslararası tekellerin çıkarlarıyla örtüşmeyen durumlarda, bu tekellerin bağlı olduğu emperyalist devletlerin savaşa başvurduğunu ya da oluşması için zemin hazırladığını görebiliyoruz. Irak, Suriye, Libya, Yugoslavya, Afganistan, Sudan, Ukrayna vb. birçok ülkeye doğrudan emperyalist devletlerin işgal girişimi oldu ya da destekledikleri taşeron örgütler üzerinden savaş yürütüldü. Adını saydığımız ülkelerdeki savaşlarda “liberal demokratik” değerleri yerleştirme, diktatörlük yönetimlerini devirme, Nazilere karşı savaşma, iç savaşı bitirme vs. gibi argümanlar üzerinden savaşa meşruiyet sağlanmaya çalışıldı. ABD, Rusya, Çin ve diğer emperyalist devletlerin ve onların tekellerinin çatışma sahasına dönen dünyamızda bağımlılık ilişkilerinin ya da küreselleşmenin herhangi bir savaşı ortadan kaldırdığını ya da savaşları azalttığını göremiyoruz. Aksine bu devletlerin farklı cephelerde dolaylı yoldan çatıştığı bir durum söz konusu. Özetle karşılıklı bir bağımlılık varmışçasına lanse edilen ancak bağımlı kapitalist devletlerdeki artı-değerin sürekli emperyalist devletlere aktığı bir durumdayız ve buralardaki çıkar çatışmaları kendini sadece ekonomik yaptırım olarak değil yeri geldiğinde askeri müdahaleler biçiminde de ortaya koyuyor.

EMPERYALİZM DÖNEMİNDE SAVAŞIN ZORUNLULUĞU

Peki ya emperyalizm döneminde sürekli savaşlarla karşı karşıya kalmaya muhtaç mıyız? “Emperyalist kapitalizm çağı, yeryüzünün sermaye tarafından fethedildiği; tekelci kapitalist gruplar ve emperyalist devletler arasında paylaşılmasının tamamlandığı ve yeniden paylaşmak üzere, dünyanın bağrında kendini sürekli yenileyen bir mücadelenin zorunlu olarak ve inatla yürütüldüğü kapitalizmin çağıdır.”* Pazar, etki alanı, egemenlik için mücadele emperyalizmin vazgeçilmez bir olgusudur. Dünyanın toprak olarak bölüşümünün tamamlanmış olması, kapitalizmin eşitsiz gelişiminin güç dengelerinde yarattığı değişim, bunların yarattığı çelişkiler emperyalist savaşları kaçınılmaz bir olgu haline getirmiştir ve bu yüzden emperyalizm döneminde savaş, zorunluluktur. Çünkü bir emperyalist ülke pazar, etki alanı ve egemenlik için savaşmadan emperyalist bir ülke haline gelemez. Ayrıca savaşı sadece bir ülkenin diğer ülkeyi kendi sınırlarına katması gibi algılamamak gerekir, artık kaybeden ülkeyi kazananın topraklarına katmasından ziyade savaşın sonucunda kaybeden ülkenin hükümetini emperyalist bir gücün desteklediği kukla hükümetlerle değiştirme, pazarı, emeği ve doğal kaynakları sömürme, kendi tekellerini o ülkeye yerleştirme amacı daha yaygındır. Emperyalizm dönemindeki bu çatışmalar, çelişkiler, yaşanan savaşlar, sosyalizmin barış için kaçınılmaz bir alternatif olduğunu kanıtlamaktadır, sermaye cephesindeki her anlaşmazlık ise işçi sınıfının ve halkların burjuvaziye karşı zaferini olgunlaştırır. Elbette şunu belirtmek gerekir ki her emperyalist savaşta en çok zarar gören işçi sınıfı ve halklar olmuştur. Savaş tehdidiyle haklar kısıtlanmış, grevler yasaklanmış, savaşa daha fazla bütçe ayrılmış, burjuvaziye karşı muhalefet sindirilmiş, cepheye gönderilen her zaman işçi sınıfının evlatları olmuştur. Halkların savaştan herhangi bir çıkarı yoktur. Bugün hem Ukrayna hem de Rusya’ya baktığımızda bölge halklarının savaşın açtığı yaraları derinden hissettiği bir durum vardır. Rusya açısından gençler cepheye emperyalist işgal uğruna sürülmüş, ekonomik sıkıntılar artmaya başlamış, halklar savaşa karşı birçok kentte protesto düzenleyip savaşın son bulmasını istemişlerse de muhalifler sindirilmeye çalışılmıştır. Ukrayna açısından savaşın getirdiği yıkım halkları göçe zorlamış, evlerinden işlerinden etmiş, açlık ve ölümle burun buruna bırakmıştır. Savaş sürecinde Ukrayna içinde etkisi olan faşistler daha çok güçlenip manevra alanı bulmuş, Ukrayna’daki halklar üzerinde çeşitli baskı mekanizmaları uygulamıştır. Elbette bu örgütlerin Ukrayna burjuvazisi ve Batılı emperyalistlerle sıkı sıkıya ilişkisi vardır. Batılı emperyalistler pek gündeme düşmese de faşist örgütlenmeleri fonlamış, alan açmış ve gerektiği zaman kullanmıştır.**

DÜNYA BARIŞININ MADDİ TEMELİ

Değindiğimiz gibi emperyalizm döneminde savaşlar emperyalist ülkelerinin ve tekellerinin çıkarları doğrultusunda oraya çıkar. Onların sömürü ve pazar kavgasının yol açtığı savaşlar,liderlerin ya da ülkelerin “kötü, irrasyonel, doğulu, batılı, beyaz, siyah” vs. olmasından değil sistemin ayakta kalmak için bunu dayatmasından dolayı gerçekleşir. Hal böyleyken sınıflı bir toplumda mutlak barış beklemek hayalcilik olur. Bunun aksi tarihte yaşanmıştır. Sovyetler Birliği’nin Stalin sonrasındaki revizyonizm döneminde sınıflı toplumda “barış içinde bir arada yaşama” politikasının dünya işçi sınıfını yüzüstü bırakması ve başarısız olması buna bir örnektir. Halklar örgütlü bir şekilde barış talep etmesinin emperyalistleri ve bağımlı kapitalist devletleri zora sokacak bir etmen olduğunu da unutmamak gerekir. Ukrayna-Rusya savaşı sırasında İtalya’da liman işçileri, Yunanistan’da demiryolu işçileri Ukrayna’ya yapılan silah sevkiyatını engellemeyi başardılar. Bu güzel örnekler aklımızda bulunsun, keza işçi sınıfının, örgütlü olduğu taktirde, savaşı durdurmak için yapabileceği birçok aracı vardır. Yine de işçi sınıfı ve halkların çıkarına olan, onları mutlak kurtuluşa ve mutlak barışa erdirecek tek bir savaş varsa o, sömürü sistemini ortadan kaldıracak işçi sınıfının; gericiliğe, yoksulluğa ve savaşların asıl kaynağı olan tekelci sermayeye karşı verdiği sınıf savaşımıdır. 

 

* https://www.ozgurlukdunyasi.org/2014/09/29/emperyalizm-devrimin-kacinilmazligi-ve-sosyalizmin-zaferi-uzerine/

**Kısa bir örnek olarak AB ile ortaklık ilişkilerinde ertelemeci davranan eski Ukrayna cumhurbaşkanı Yanukoviç’e karşı başlatılan Euromaidan ve Onur Devrimi süresince hareketin içerisinde faşistler bulunuyordu, Lenin heykellerinin devrilmesinde, Ukraynalı komünistlere yapılan organize saldırılarda önemli rol oynadılar, 2014’te Odesa’da 39 kişiyi diri diri yaktılar, Rusya’nın 2014’ten beri yaptığı her müdahalede daha çok alan buldular. 

ÖNCEKİ HABER

Bandırma’da alternatif müfredat: Panderma Kültür Sanat

SONRAKİ HABER

Nihat Özdemir ve TFF, TS-BJK, Valerien Ismael, Fenerbahçe-Galatasaray, 1957 NCAA finali | PRES

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa