06 Nisan 2022 01:00

Atamam kendimi denize, dünya güzel*

"Köprüden geçmem diyen buyursun denize atlasın” diyen tek adam yönetimi eleştiriyi bir ifade biçimi olarak tanımlamıyor, eleştirinin değiştirici etkisini ortadan kaldırıyor.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Eren YÜCEBOY

İstanbul

 

Çanakkale Köprüsü, 18 Mart’ta Erdoğan tarafından “Büyük Türkiye’nin fotoğrafı” olduğu iddiasıyla birlikte açıldı. Erdoğan iddiasında haksız değil, evet, köprünün açılışı bize bir Türkiye fotoğrafı veriyor. Ancak konumlandığımız nokta itibariyle Erdoğan ve saray rejiminin bu fotoğrafta gördüğü ile emekçi sınıfların ve onun genç kuşaklarının fotoğraftan gördüğü şeyler birbirinden farklı.

Türkiye’deki sermaye iktidarının son 20 yıllık temsilcisi olan Erdoğan, fotoğrafa da sermaye sınıfının perspektifinden bakarak bir çıkarımda bulunuyor. Onun gördüğü şey gayet açık: “Yap-işlet-devret” modeliyle birlikte yerli ve yabancı sermayeye sunulan ihale. Üstelik bir de araç geçiş teminatı ile karlarının garanti altına alınması. Ülkenin bütün imkanlarının bir avuç şirket için nimet gibi sunulması; zenginleşen şirketler, artırılan karlar. Bizim perspektifimizden görünense başka. Bizler, bu fotoğrafa baktığımızda, devlet tarafından barınma ihtiyacımızın karşılanmadığını, her gün bizi zorlayan ulaşım masraflarımızı, karşılayamadığımız kitap kırtasiye masraflarını görüyoruz. Ekonomik krizden bu denli etkilenmişken en hayati ihtiyaçlarımızdan dahi devlet tarafından vergi toplandığını ve bu vergilerin olanca cömertlikle sermayeye sunulduğunu görüyoruz. Üstelik diyebiliriz ki fotoğrafın bu denli farklılaşmış görünümleri artık daha da fark edilir bir hale gelmiş durumda. Saray rejiminin hangi talebi öncelediği, hangi talebin kendilerince bir anlam ifade etmediği çok açık ortada. Halkın taleplerini gözeten projelerin hayata geçmediği, aksine projelerin halka ve onun taleplerine rağmen hayat bulduğu ayrımı artık çok daha belirgin. Çünkü, böylesi bir yönetme biçimi tek adam yönetiminin temel niteliklerinden birisi konumunda: Kendi söylediğinin dışında kalan her sözü, sorulan her soruyu, kendisini eleştiriyi de içeren her türlü talebi düşmanlaştırmayı hedef alan bir yönetme biçimi. En iyi ihtimalle, halkın neyi talep edeceğinin, taleplerini hangi biçimlerde gösterebileceğinin sınırlılığını dahi kendisi belirlemek istiyor tek adam yönetimi. Bu yönetme biçimi çeşitli örneklerle çıkıyor karşımıza: Halkın dertleri dalga geçercesine inkâr ediliyor. Ekonomik gidişata dair kimse bir söz söylemesin isteniyor ya da ekonomik gidişat eleştirilebilecekse bile, bu kötü gidişattan çıkış yolu olarak yine kendilerinin adres gösterilmesi isteniyor. Eleştiri, tek adam yönetimi tarafından ancak bu biçimiyle karşılık bulabiliyor. Bunun dışında kalanlar düşman ilan ediliyor. Hekimler, daha iyi çalışma koşulları talep ettiklerinde “Giderseniz gidin” denebiliyor. Çanakkale Köprüsü’ne yönelik geliştirilen eleştiriler karşısında “Köprüden geçmem diyen, buyursun denize atlasın” denebiliyor. Tek adam yönetimi eleştiriyi bir ifade biçimi olarak tanımlamıyor. Bu tanım, eleştirinin değiştirici etkisini ortadan kaldırıyor. Bu türden bir yönetim biçimi muhafaza edilmek isteniyor. Bunun için talebini dile getirenler, iktidarı eleştirenler düşmanlaştırılarak “hizaya sokulması gereken” kişiler olarak her türden baskı ile razı getirilmeye çalışılıyor.

KİME KARŞI “GÜÇLÜ TÜRKİYE?​”

Erdoğan’ın tanımladığı bu fotoğraf, yalnızca köprü geçiş ücretinin kaç lira olacağı, döviz kuruna bağlı olarak bu ücretin ne şekilde değişeceği, garanti edilen günlük araç sayısı vb. gibi meseleler üzerinden tartışılmadı. Çünkü, köprünün orta açıklığının 2023 metre olması, köprünün 4 kulesine yerleştirilen 4 top mermisi figürleri gibi sembollerle birlikte düşünüldüğünde inşanın farklı anlamlar da içerdiği ortaya çıkıyor. Fotoğrafın bu hali de yine konumlanılan nokta itibariyle farklı görünümler kazanıyor. Erdoğan, “Güçlü Türkiye” fotoğrafından, icat edilmiş ve aslında var olmayan bir yabancı düşman simülasyonu ile kendi iktidarını sürdürebilme ve kendisine yakın kitleyi etrafında daha sıkı bağlarla bir arada tutabilme imkanını görüyor. Bizim gördüğümüzse başka. Bu ülkede yaşayan gençler olarak “güçlü Türkiye” iddiası hayatımızda hiçbir zaman “yaşanabilir bir ülke” olmakla eşdeğer olmadı. Erdoğan’ın güç iddiasının arkasında hiçbir zaman, geleceğine dair hayal kurmaktan çekinmeyen gençlerin yaşadığı bir ülke tasviri olmadı. Türkiye’nin güçlü bir ekonomisinin olduğu gibi bir iddia, bizim hayatımıza denk düşmedi hiçbir defa. Biz iddianın kendisindense Türkiye’nin somut gerçekliğini bizzat deneyimliyoruz çünkü her defasında. Bu gerçeklik de artan genç işsizlik oranları, büyüyen diplomalı işsizler ordusu, ödeyemediğimiz KYK kredi borçları gibi birçok farklı görüngü ile çıktı hep karşımıza.

Fotoğrafın bize söylediği başka bir şey daha var aslında. Türkiye’nin güçlü bir ülke olduğunu biz hep tek adam yönetiminin, her türden hak arama mücadelemizde karşımıza dikilen polisinde, özel güvenliklerinde gördük. Türkiye şayet güçlü bir ülkeyse bile, gücünü daima talepleri için mücadele eden kitleler üzerinde sınadı. Bunun en yakın örneğini demokratik üniversite talebi için mücadele eden üniversite öğrencilerine gösterilen şiddette, barınamadığı için tepkisini ortaya koyan arkadaşlarımızın gözaltına alınmasında gördük. Türkiye büyüyüp güçlendikçe, gücünü haklı talepler mücadelesini küçültmek ve parçalamak için kullandı her defasında.

“SANDIKLARI” KADAR GÜÇLÜ DEĞİLLER

En acil taleplerimizi hiçe sayarak, sermayenin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde hayat bulan projeler; büyüdükçe bizim mücadelemizi küçültmek yönünde hamle yapan bir tek adam iktidarı var karşımızda. Şurası da açık ki “sandıkları” kadar güçlü değiller. Güçlerini daima bizim taleplerimiz etrafında ördüğümüz mücadelelerin karşısında sınasalar da aslında, bu karşı karşıya gelişlerin birçoğu gençlerin kazanımı ile sonuçlandı. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin atanmış rektöre karşı başlattıkları demokratik üniversite mücadelesinde de gördük bunu; genç işçilerin yoğun katılımının olduğu, yılın esas olarak ilk iki ayını kapsayan işçi direnişlerinin büyük oranda kazanımla sonuçlanmış olmasında da. Veya İzmir’de bir meslek lisesinde kantin fiyatlarına karşı 50-60 öğrencinin toplamış olduğu imzalar neticesinde su fiyatlarının düşürüldüğü notu düşülmüştü Genç Hayat’ın bir önceki sayısına. Bu türden kazanımlar da yalnızca talep edilen şeyin kazanılmış olmasını sağlamazlar. Aslında bir araya geldiğimiz, taleplerimiz için ortak hareket ettiğimiz ve neticeye ulaştığımız her durum, bize kazanım elde edebilmenin yöntemini ve imkanını sunması açısından önemlidir. Bu türden deneyimleri artırmanın, mücadele aracılığıyla kazanmanın ve ondan öğrenmenin yolu da yan yana gelişlerin artmasıyla, taleplerimiz için sürdürdüğümüz mücadelelerin çoğalmasıyla mümkündür.

 

*Orhan Veli’nin Ayrılış şiirinden alıntılanmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Yılgınlığı değil özgürlüğü örgütleyelim!

SONRAKİ HABER

Bandırma ulaşım hakkı için mücadelede!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa