Hidrobiyolog Levent Artüz: Yanlış teşhisler, Marmara’ya en az deşarjlar kadar zarar veriyor
Marmara Denizi’nde oksijen miktarının azaldığı yönündeki haberleri değerlendiren Hidrobiyolog M. Levent Artüz, “Sebep gerçekte tek, Marmara Denizi’nin bir ‘bertaraf ortamı’ olarak kullanılması” dedi.
Fotoğraf: Yasin Akgül
Son günlerde, Marmara Denizi’nde oksijen miktarının azaldığı yönündeki haberleri değerlendiren Hidrobiyolog, Sevinç-Erdal İnönü Vakfı MAREM (Marmara Environmental Monitoring) Proje Lideri M. Levent Artüz, “Tüm yapı hakkında eksik bilgiyle yola çıkarak kendimizce sebepler arıyoruz. Sebep gerçekte tek, Marmara Denizi’nin bir “bertaraf ortamı”, bir “alıcı ortam” olarak kullanılması” dedi.
Marmara Denizi’nde oksijen azalmasıyla ilgili haberler yine gündemde. Siz bu duruma ne diyorsunuz?
Bu bilinen bir gerçek, bu konuda bizler Marmara İzleme (MAREM) Proje Grubu olarak 1992’den beri yaptığımız tüm yayınlarda dikkat çekmeye çalışıyoruz. Ancak görüyoruz ki, yanlış da olsa Marmara Denizi’ndeki durum biraz da olsa anlaşılmaya başlanmış.
Marmara Denizi genelinde suda çözünmüş oksijen eksikliği, denizin alt akıntısının atıklar için seyrelme ve Karadeniz’e taşınması için bir taşıyıcı bant olarak kullanılma uygulamasıyla başladı. Bu durum fiilen 1989 sonunda başladı, devamında 1989 ekim ayında Marmara Denizi tarihinde ilk defa, Sarayburnu-Tuzla-Adalar üçgeninde balıkların kitlesel olarak boğularak ölmeleri durumu ile su yüzüne çıktı. Merak edenler, 5-9 Ekim 1989 tarih aralığındaki gazete ve dergileri bulup okurlarsa, o tarihlerde neler söylendiğini nelerin öngörüldüğünü açıkça görebilirler.
Zamanında Marmara Denizi alt akıntısını taşıyıcı bant olarak kullanma fikrini ortaya atan ve atıkların “Sonsuz seyrelmeye uğrayacağını” iddia edenlerin aksine, o gün bugündür Marmara Denizi genelinde suda çözünmüş oksijene bağlı yaşam limitleri düzenli ve dramatik şekilde düşüş göstermiştir.
MAREM Proje Grubu olarak yaptığımız çalışmalarda 2020 senesi sonundan bugüne, yine Marmara Denizi genelinde yaptığımız yerinde ölçümlerde, söz konusu seviyelerin umulandan da çok hızlı bir şekilde düştüğünü ve çok sayıda, suda çözünmüş oksijen bulunmayan yani anoksik bölge oluştuğunu gözlemledik ve bunu gerek kamuoyunda gerekse bilimsel yayınlarda belirttik. Ancak buna sebep olarak dünyanın en kirli akarsularından biri olan ve normalde Ege Denizi’ne akan Ergene Nehri’nin kirletici unsurlarının 50 kilometre yol kat ettirilip, Tekirdağ/Yenice açıklarından yine seyrelir ve Karadeniz’e taşınır diye Marmara Denizi alt akıntısına basılmaya başlanması yerine, bazı beyanatlarda gözlendiği gibi 2021 senesi yaz döneminde yaşanmış olan masif müsilaj olgusunu bahane göstermeye çalışmak bilimsel etiğe pek de uymasa gerek.
Marmara Denizi özgün bir hidrografik yapıya sahip. Üstte yer alan, tuzluluğu ve dolayısı ile yoğunluğu az Karadeniz kökenli üst su kütlesi, atmosfer ile temasından dolayı katettiği yol boyunca oksijen kazanabilir konumdadır. Ancak altta yer alan tuzluluğu ve dolayısı ile yoğunluğu yüksek Akdeniz kökenli su kütlesi, sabit bir ara yüzey ile üst su kütlesinden izole olduğundan ancak Ege Denizi’nden Çanakkale Boğazı girişinde içerdiği kadar suda çözünmüş oksijeni barındırabilir.
Bu miktar da Marmara Denizi’nde arıtılmamış atıkların oksidasyonu yani paslanmaları için kullanıldığından ve kirlenmenin kümülatif etkisi çok fazla olduğundan doğu yönünde muazzam bir düşüş gösterir.
Yine Marmara Denizi’nin özgün yapısından dolayı bulanıklık ve ortam yoğunluğuna bağlı askıda katı madde birikimlerinin, ışık geçirgenliğine bağlı olarak bitkisel plankton faaliyetleri ile sıcaklık değişimlerinin de bu birbirine taban tabana zıt iki farklı su kütlesi bağlamında irdelenmesi gerekir. Böyle olmadığı takdirde bilime ve fizik kurallarına aykırı sonuçlara varılması kaçınılmazdır.
Önümüzdeki dönemde nelerle karşılaşacağımızı öngörüyorsunuz?
Ben müneccim değilim. Şu veya bu olacak diyemem. Ortada olan gerçek, Marmara Denizi’nin tam gaz kirletiliyor olması ve bunun gün geçtikçe artan bir tempoda gerçekleşiyor olması. Bu bağlamda geçen sene yaz döneminde yüzleştiğimiz masif müsilaj agregat oluşumuna da takılmamak gerek. O oluşum 1989’dan bu yana, neredeyse her sene yaşadığımız denizin kıpkırmızı olması, yemyeşil olması, denizanası istilaları veya ticari balık türlerinde istihsal düşüşü gibi onlarca olgudan biriydi. Bu bağlamdan bakıldığında, tutum da değişmediğine göre, yine bir anomali, yine bir olgu ile karşılaşacağımız kaçınılmaz. Ancak buna “müsilaj” veya “köpüklenme” veya “renk değişimleri” diye tespitte bulunamayız.
Her zaman, her vesile ile tekrar ettiğim gibi sorun, Marmara Denizi’nin kirletilme sorunu. Marmara Denizi’nde kirlenme kökenli olarak ciddi bir ortam değişikliği söz konusu. Bu etkiyle biyoçeşitlilik ve dolayısıyla rekabet ortamı değişiyor ve biz bunun göstergesi olan olgularla karşılaşıyoruz. Sonrasında da tüm yapı hakkında eksik bilgiyle yola çıkarak kendimizce sebepler arıyoruz. Sebep gerçekte tek, Marmara Denizi’nin bir “bertaraf ortamı”, bir “alıcı ortam” olarak kullanılması.
Mesela, Marmara Denizi’nde su sıcaklıklarında, aynı güneşin altına bırakılmış koyu renk kaptaki su gibi, deşarjlardan kaynaklanan bulanıklığa bağlı, komşu denizlere kıyasla 2.6 derecelik artışları “küresel ısınma” veya “iklim krizi” olarak yorumluyoruz. Veya müsilaj oluşumunda, işi azot-fosfor dengesinin bozulmasına bağlıyoruz. Ama 1800’lerin ortalarında Justus Von Liebig adında bir bilim insanı “minimum yasası” diye bir şart ortaya koymuş. Buna göre “Bitkilerin büyümeleri, ihtiyaç duydukları besin elementlerinden ortamda en az bulunanına bağlıdır”. Müsilajı oluşturan etmen de bir bitkisel plankton olduğuna göre, siz ortama ne kadar çok azot-fosfor veya benzer temel elementleri verirseniz verin, büyüme, gelişme ve çoğalmaları ancak en az bulunması gereken element kadar olacaktır. Hatta azot-fosfor gibi elementleri fazla verecek olursanız teşvik edici unsurlar olmaktan çıkıp kısıtlayıcı unsur görevi yapacaktır.
Kısaca durum bir denizin insan tarafından bilerek, isteyerek, taammüden yok ediliş durumudur. Yanlış teşhisler de, en az deşarjlar kadar zarar vermektedir.
Marmara Denizi’nin rehabilitesi konusunda hiçbir şey yapılmıyor dediniz, yapılmayanlar ne?
Marmara Denizi’ni 1970’lerdeki haline döndürebilmeniz imkansız, ancak mevcut kirletilme olgusunu ortaya çıkartan şartları ortadan kaldırabilir veya en azından azaltabilirsiniz. Bu konuda da yapılan hiç ama hiç bir somut şey yok. Marmara Denizi gün geçtikçe daha fazla, bir önceki günden daha fazla kirletici unsura maruz bırakılıyor.
Müsilajın kamuoyunu ciddi anlamda meşgul ettiği dönemde bazı girişimlerde bulunuldu. Bunlardan biri de 22 maddelik “eylem planı” idi. 3. maddeye göre Marmara Denizi “koruma alanı” statüsüne kavuşacaktı. Yani ortada bir yangın var, biz yangını söndürmek yerine koruma altına alıyoruz. Siz kirletici unsurları, deşarjları kesmeden böyle bir statü kazandırırsanız, denizi değil deşarjları koruma altına almış olursunuz. Zaten koruma altına alınan bu denizimizde Ergene deşarjı başta olmak üzere tüm deşarjlar olduğu gibi devam ediyor. Söz konusu eylem planındaki 22 maddeye baktığınızda, bunların sadece bir temenniden öteye gitmemiş olduğunu açıkça görebilirsiniz. Marmara Denizi atıkların “bertarafı” için “alıcı ortam” olarak kullanılmaya devam ediyor.
Bir diğer unsur da TBMM’de kurulan komisyon. Adı, “Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu”. Toplantılar yapıldı, her görüşten, farklı kesimlerden kişiler dinlendi. Bildiğim kadarıyla, 4 Kasım 2021’de son toplantısını yaptı, rapor daha yeni yayımlandı!
Bir de, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı harekete geçerek 2021-2024 yıllarını kapsayan Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’nı hazırladı. 169 sayfalık, renkli, fotoğraflarla bezeli bu raporda sadece bir noktada (s. 37) yer alan bir tabloda “Ergene” kelimesinin kendine yer bulabilmiş olması da bu belgeye ayrı bir anlam(!) katıyor ve durumu özetliyor diyebilirim.
Şubat ayında yaptığınız MAREM kış dönemi çalışmasının sonuçlarını bizimle paylaşır mısınız?
1992 senesinden beri liderliğini yaptığım projede ilk defa bu kadar sıkıntılı bir çalışma yürüttük. Sebebi de yakıt fiyatları. Deniz araştırmaları için esas unsur tekne, o da ciddi miktarda yakıt tüketiyor. Marmara Denizi genelinde yapılan bir çalışmada bu artık karşılanamaz boyutlara ulaşmış vaziyette. Bu sebeple, kış seferini sadece temel parametreleri içerecek bir şekilde gerçekleştirmek zorunda kaldık. Sonuçlar da sanırım en geç birkaç haftaya çıkmış olur. Bu arada geçtiğimiz sene Tekirdağ’da kurduğumuz ve tam bir sene sürmesi planlanan izleme laboratuvarının çalışmaları bütün hızıyla sürüyor. Çalışmanın başladığı 2021 eylül ayından bu güne ticari öneme sahip 8 su ürününde 5 binin üzerinde örnek incelendi. Örneklerin ihtiyolojik (balık bilimi), mikrobiyolojik ve patolojik incelemeleri yapılıyor. Bu çalışma ile ilgili oldukça çarpıcı bulgular mevcut ve bu bulgular umarım bir haftaya kadar bir kitap olarak yayımlanacak.
Burada esas etmen, 2021 senesinde Marmara Denizi’nde gözlenmiş olan masif müsilaj agregat oluşumunun parçalanma sürecinde ortaya çıkan unsurlar. Yani bu müsilaj kütlesini parçalayan bakteriler ve onların yarattığı olumsuzluklar. Bunun da ilk ve akut etkilerini sanırım yakın bir gelecekte acı bir şekilde fark edeceğiz. Zaten Marmara Denizi kökenli su ürünleri istihsal miktarlarını incelediğimizde, bunun ne anlama geldiğini/geleceğini fark etmemek imkansız.