Yazar Emek Bayrak: Yalnızlık bu çağın bir gerçekliği
Yazar Emek Bayrak "Yalnızlık Alfabesini" anlattı.

Emek Bayrak | Fotoğraf: Kişisel arşiv
Kürşat YILMAZ
İstanbul
Yazar Emek Bayrak’ın Yalnızlık Alfabesi isimli öykü kitabı okurlarıyla buluştu. Kocaeli Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışan Emek Bayrak’ın öyküleri Evrensel Kültür, Yeni e, Feminist Politika dergileri ve Bianet, Sendikaorg ve Edebiyathaber sitelerinde yayımlandı.
Emek Bayrak ile ilk kitabı Yalnızlık Alfabesi üzerine konuştuk. Çağın getirdiği şeyleri reddetmenin bedelinin yalnızlık olduğunu söyleyen Bayrak; “Yabancılaşmanın bu kadar keskin yaşandığı bir çağda, onu iliklerine kadar hissediyor insan” dedi.
"YALNIZLIĞI YURT DIŞINDA DAHA SERT YAŞADIM"
Yalnızlık Alfabesi ilk öykü kitabınız, Kitapta dört farklı insanın yalnızlığı anlatılıyor. Öykülerin kitap haline gelme sürecini, arkasındaki emeği bize anlatabilir misiniz?
Yalnızlık üstüne deneyimlediklerim, tanıklıklarım ve gözlemlediklerim etkili oldu diyebilirim. Sonra hikayeler birikmeye başladı. Ve ardından da yazma süreci geldi. Hikayelere çok yoğunlaştığım dönemlerden biri de yurt dışında olduğum zamanlara denk geldi. Okulda ve çalışarak geçirdiğim zaman dışında yapabileceğim çok fazla bir şey yoktu. Cambridge’nin o kasvetli ve soğuk günlerinin beni bir parça karamsarlaştırdığını söyleyebilirim. Benim için zorlu bir dönemdi. Görüştüğüm insanlar azdı ve çoğu zorlu bir hayat koşturmacası içindeydi. Kendimle geçirdiğim o uzun zaman, yalnızlık üstüne daha çok düşünmemi sağladı. Ve o günlerde yalnızlık, çok yoğun hissettiğim bir duyguydu yabancılaşmanın eşlik ettiği. Tabii yurt dışına çıkmadan önce de bu duyguyla güçlü bir tanışıklığım vardı. Hikayeleri başlatan da zaten bu tanışıklık haliydi. Ama yurt dışında daha sert yaşadım bu duyguyu. Toplamda üç senelik biriktirme, demleme ve yazma süreci sonrası öyküler çıktı.
İlk kitabınızda yalnızlık öykülerine öncelik vermenizin bir nedeni var mı, ya da neden yalnızlık diye sorayım?
Söylediğim gibi onunla güçlü bir tanışıklığımız var. Ama bunun da ötesinde biricik olmadığınızı görüyorsunuz. Gördüklerim, tanıklıklarım ve yaşanmışlıklar. Bu çağın bir gerçekliği. Yabancılaşmanın bu kadar keskin yaşandığı bir çağda, onu iliklerine kadar hissediyor insan. Bazen bir seçim de olabiliyor yalnızlık. Ve derin kırılmaların getirdiği bir seçim şeklinde yaşanıyor. Yalnızlığa acısız ve kedersiz gönüllü olma haliyse, çok başka bir duruma karşılık geliyor tabii. Ama benim kitabımda böyle bir anlam taşımıyor. O daha çok istenmeyen, arzu edilmeyen ama gelip başköşeye oturan türden bir yalnızlık...
"ARAYIŞI DA UMUDU DA BIRAKMIYORLAR"
Kitabı elime aldığımda “Karamsar yalnızlık öyküleriyle mi karşılaşacağım” diye düşündüm. Tam tersine öykülerinizdeki karakterler yalnızlıktan kurtulmak için çaba gösteriyor. Yalnızlıktan kurtulmaya dair umutları ve arayışları var. Neler söylersiniz?
Evet, yabancılaşmayı kırmak için arayışı da umudu da bırakmıyorlar. Hatta bütün kırgınlıklarına rağmen. Geri çekildikleri dönemler olsa da yalnızlıklarından kurtulmak için adım atıyorlar. Ama bu kırılgan bir umut…Umut ederken bile tedirginler. Umutlu olmaktan korkma ve “yine mi aynısı” cümlesini bir kere daha kuracak olmanın endişesini taşıma hali. Cevher ve Cemal’in ürkek olsa da attığı adımlar… Çemberi zorlama ama hayatın onları bir kere daha ters yüz etmesi. Bazen berhava olacağını bilseniz de o adımı atıyorsunuz. O kırılgan umut bütün yenilgilerinize rağmen sizi yine de iteliyor.
Her öykünün başında kısa giriş cümleleri var. Böyle bir biçimi tercih etmenizdeki nedeni nasıl açıklarsınız?
Okuduğum kitaplarda giriş cümleleriyle karşılaşmayı çok seviyorum. Okura “Birazdan şöyle bir hikayenin içine gireceksin” diyor. O hikayenin bütün duygusunu taşıyan giriş cümleleri gibi geliyor bana. Sanki hikayenin kalbini gösteren yön işaretleri gibi. Onun için ben de her hikayenin başına koydum.
"REDDİYE NE KADAR GÜÇLÜYSE YALNIZLIK DA O KADAR SERT"
Cevher öyküsünün giriş cümlesinde “Belki de dünyanın kirine pasına çok bulaşmamış olmanın bedelidir bu yalnızlık…” demişsiniz. Biraz açabilir misiniz, dayatılan değerleri reddetmenin bedeli hep yalnızlık mıdır?
Evet, çağın getirdiği şeyleri reddetmenin bedeli yalnızlık olabiliyor. O reddiye ne kadar güçlüyse yalnızlık da o kadar sert oluyor. Yaşananların hep yüzeyde kaldığı, derinliğin kaybolduğu, her şeyin buharlaştığı hız çağı… Dürüstlüğün, insan kalmanın, mütevazılığın değil iş bitiriciliğin, bencilliğin ve gemisini kurtaran kaptanların kutsandığı zamanlar. Ve siz doku uyuşmazlığı yaşamaya başladığınız anda yalnızlık hemen kapınızı çalıyor.
“KENTSEL DÖNÜŞÜM, TOPLU BİR YALNIZLAŞMA HALİ”
Rüya öyküsünde toplumsal gerçeklik etkisi hissediliyor. İnsanlar kentsel dönüşümle yıllarca oturdukları, dostluklar kurdukları mahalleden sistem tarafından başka mahallelere sürgün edilerek toplu olarak yalnızlığa itiliyor. Sınıfsal bir anlatım var…
Öykülerin karakterleri genel olarak toplumsal duyarlılık taşıyan insanlar. Ama sanırım en sınıfsal hikaye Rüya’nın. Yalnızlığa bir çocuğun yaşadıkları üstünden ama daha sınıfsal bir yerden bakıyor. Kentsel dönüşüm, toplu bir yalnızlaşma hali. Mahalleden, dosttan, sohbetten, dayanışmadan yoksun kalma… Kentsel dönüşümle, yoksul mahalle insanları hikayelerini de kaybediyorlar. Bu nedenle sadece bir yalnızlaşma değil, hikayesini de kaybetme hali aynı zamanda. Bu da Rüya’nın hikayesini diğer hikayelerden biraz daha farklı kılıyor.
Evrensel'i Takip Et