15 Nisan 2022 00:50

Hukukçu İlker Gökhan Şen: Halkın katılımı sandıkla sınırlı olmamalı

‘Seçim Yasası’na dair tartışmalar değişikliğe yönelik eleştirilerle sınırlı kaldı. Halkın ülke yönetimine katılımını Bergen Üniversitesi Hukuk Fakültesinden İlker Gökhan Şen ile konuştuk.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Birkan BULUT
Ankara

AKP ve MHP’nin getirdiği son değişiklikle seçim barajı yüzde 7’ye indi, partiler artık girdikleri ittifakın artık oyları hesaba katılmadan aldıkları oy kadar milletvekili çıkarabilecek ve seçim kurulu hakimleri kurayla belirlenecek. CHP yasa değişikliğindeki 4 maddenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Seçim Yasası’na dair tartışmalar değişikliğe yönelik eleştirilerle sınırlı kalırken, halkın ülke yönetimine katılımının sandığa indirgenmemesine yönelik yöntemler pek gündeme gelmiyor. Bu konuda doğrudan demokrasi üzerine araştırmaları olan Norveç’te Bergen Üniversitesi Hukuk Fakültesinden İlker Gökhan Şen ile konuştuk. Şen, Türkiye’de seçim barajının siyasi ve etnik azınlıkların tamamen aleyhine olarak ülke yönetimini sert bir çoğunlukçu yapıya teslim ettiğini söyledi. Bu anlayışın devletin dağılacağı korkusuna dayandığını belirten Şen, “İdeal bir demokraside halkın katılımı sandıkla sınırlı olmamalı” dedi.

Bugüne kadar pek çok ülkede iktidarlar seçim kurallarını değiştirdi. Egemenlerin iktidarda kalabilmek için seçim kurallarını değiştirmesinde dışlananlar kimlerdi?

Seçim kurallarında yapılan stratejik manevralarla seçimlerin mevcut iktidar lehine maniple edilmesi dünya üzerinde sıklıkla karşılaşılan bir durum.  Bu tür oyunlara literatürde Gerrymandering adı veriliyor. Dünyanın en gelişmiş demokrasileri arasında gösterilen ABD bu uygulamanın tarihi kaynağı olarak gösterilir. Buna göre, dönemin Massachusetts Valisi Elbridge Gerry 1812 seçimlerinde rakiplerini alt etmek için seçim bölgelerini düzenlediğinde, haritada ortaya çıkan şekiller bir sürüngen türü olan semenderi andırdığı için dönemin gazeteleri kelime oyunuyla bu kavramı literatüre katmışlar. O dönemde iyi ki özgür basın varmış ki bu tür kurnazlıklardan haberdar olabilmişiz. O günden bugüne kötü niyetli iktidarların seçimlere müdahalesindeki ortak nokta şu: Özellikle etnik ve ideolojik kimliklerin siyasi tercihleri belirlediği ülkelerde seçim sistemlerinin maniple edilmesi bu bölünmeler üzerinden yapılıyor.  Biraz daha yakın tarihten Zimbabwe’den örnek vereyim. Kimi raporlara göre, uzun yıllar iktidarda olan ZANU-PF Partisi, kendi siyasi görüşüne karşı olduğunu düşündüğü bölgelerde yeni doğan çocuklara doğum sertifikası vermemiş ve bu nedenle bu çocuklar oy verme çağına geldiğinde de oy vermeleri için gerekli olan kimlik kartlarına ulaşamamışlar. Burada iktidarın yıllara uzanan bir planından bahsediyoruz. Daha yakın dönemde gerçekleşen Macaristan örneği var tabii. Yıllar içinde seçim kanunlarında yapılan değişikliklerle Viktor Orban’ın partisi Fidesz’in oy desteği olan taşranın temsil kabiliyeti, başkent Budapeşte başta olmak üzere Orban karşıtı bölgeler aleyhine arttırıldı.

Peki Türkiye’deki son değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa’ya göre seçim kanunlarının temsilde adalet ve yönetimde istikrarı bağdaştıracak şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Bundan başka iktidarın seçim sistemlerine haksız müdahalesini ve manipülasyonunu engellemek için de seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin en erken bir yıl sonraki seçimlerde geçerli olacağı düzenlemesi var. Burada temel sorumuz şu: Türkiye’nin negatif kimliklenme ve siyasi kutuplaşma sonucu kemikleşen siyasi tercih coğrafyası bir yılda değişecek mi? Tabii ki hayır. Peki yeni düzenlemeler bu kutuplaşmadan iktidar blokunun çıkarını azami bir şekilde gözetecek şekilde mi düzenlenmiş? Görünen o ki; evet. Mevcut yasal düzenlemelerin her bir seçim çevresine bakarak iktidar blokunun bu örüntü üzerinden seçimleri kendi lehine döndürme sonucu doğurmaya yönelik olduğunun ispatlanması çok zor olmasa gerek.

Bu noktada seçim kurullarının oluşumuna da bakmak gerekiyor. Çünkü seçmenlerin belirlenmesinden adaylıkların kabulüne, propaganda dönemine ilişkin kararlardan sandık kurullarının işlemine ve en son aşamada da şikayet ve itirazların kabulüne kadar oldukça geniş bir alanda görevli ve yetkili olan seçim kurullarının bu şekilde oluşturulması, seçimlerin genelliği, eşitliği, serbestliği ve hatta gizliliğinin artık güvenceli olmayan şekilde seçimlerin yapılması sonucunu doğuracaktır. Böyle seçimlerde de yurttaşların bir seçim yapmasından ne ölçüde bahsedilebilir?

Farklı biçimlerde de  olsa iktidar ve muhalefet ülkenin yönetimi için tek yol olarak seçimleri gösteriyor. Bu anlamda Türkiye’de sandığa indirgenen demokrasi anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İdeal bir demokraside halkın katılımı sandıkla sınırlı olmamalı. Türkiye’deki uygulama ve anlayış ise bu tür bir sandık demokrasisi anlayışının izlerini taşıyor. Bu da 1982 Anayasa’sının öngördüğü de-politize olmuş bir toplum kurgusundan kaynaklanmakta. 1980 darbesini gerçekleştiren aktörlere göre siyasi açıdan aktif ve bilinçli bir toplum, milli güvenliği tehdit eder. O nedenle siyasi kararlar siyasi elitler tarafından alınmalıdır. Halkın rolü ise seçimden seçime bu siyasi elitlere oy vermekten ibarettir. Bunlar 40 yıl öncesinin soğuk savaş ve otoriter devlet anlayışının bir tezahürü. Akademi, sivil toplum ve kültürel yaşamın siyasetten arındırılması amaçlanmış. Anayasa’nın ilk halinde siyasi partilerin sivil toplumla iş birliği yapmasını yasaklayan birçok hüküm vardı, örneğin. Yine dünya standartlarının çok üstünde olan yüzde 10’luk seçim barajı, siyasi ve etnik azınlıkların tamamen aleyhine olarak ülke yönetimini sert bir çoğunlukçu yapıya teslim etti. Bu anlayış devletin dağılacağı korkusuna dayanır. Tarihsel nedenlerle gerek devlet elitlerine gerekse toplumun geneline hakim olan bir korkudur bu.

Öte yandan, Erdoğan ve AKP bu otoriter yapıyla mücadele ederek demokrasiyi iyileştirme iddiasıyla iktidara gelmişti. Ancak özellikle Gezi sürecinden sonra Erdoğan alaşağı edilme korkusuna teslim oldu. 15 Temmuz sonrası OHAL sürecinde de bu korkunun izlerini görüyoruz.

NAPOLYON, HİTLER REFERANDUMLA OTORİTER TERCİHLERİNE DEMOKRASİ SÜSÜ VERDİLER

Peki halkın ülke yönetimine doğrudan katılımına yönelik hangi araçlar oluşturulabilir? Temsilcilerini doğrudan seçme, görevden alabilme imkanı nasıl yaratılır? Paylaşabileceğiniz örnekler nelerdir?

Temel mesele halkın siyasi katılımının azami ölçüde sağlanması. Halkın siyasi katılımını sağlamak için farklı ülke uygulamalarında referandum ve halk girişimi gibi uygulamalar mevcut. Burada ana fikir, kanunların yapılmasında yetki ve iktidarın yasama organının tekel yetkisinde olmaması ve bu yetkinin seçmenlerle paylaşılması. Örneğin halk vetosu, parlamentonun kabul ettiği bir kanuna karşı belirli sayıda seçmenin talebiyle halk oylamasına gidilir. Halk girişiminde ise belirli sayıda seçmen kanun teklifinde bulunabilir. Bu teklif kimi uygulamalarda parlamentoya yapılan teklif şeklindedir. Bu durumda kanunu kabul edip etmemek parlamentoya kalmıştır. Diğer uygulamalarda ise teklif halk oylamasına sunularak seçmen nihai kararı verir.

Ancak şu kadarını söyleyeyim bu konuda sihirli bir formül yok. Her ülkenin, coğrafyanın ve kültürün kendi ihtiyaç ve tecrübelerinden kaynaklanıp zenginleşen uygulamalar bunlar. Bu nedenle bir ülkede etkin uygulanan doğrudan demokrasi aracını alıp Türkiye’de uygulayalım demek yüzeysel bir yaklaşım olur. Bu konuda yine Macaristan örneğini vereyim. Birçok Doğu Avrupa ülkesi komünizm sonrası demokratikleşme süreçlerinde İsviçre’den halk vetosu ve halk girişimi gibi kurumları aynen kopyaladı. Ama bugün geldiğimiz noktada yargı organları Orban yanlısı yargıçların kontrolü altında olduğundan, uygulamada bu araçlardan muhalefet yararlanamıyor.

Öte yandan ne yapılmaması gerektiğini söyleyebilirim. Cumhurbaşkanının sahip olduğu referandum yetkisi -tabii ki yeni bir anayasa yapılması durumunda- terkedilmeli. Türkiye Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında cumhurbaşkanının münhasır referandum yetkisine sahip olduğu tek ülke. Bundan başka gelişmiş demokrasilerde yürütme organının başının münhasır referandum yetkisi yok. Bu da tarihsel deneyimlerden kaynaklanıyor. Fransa’da Napolyon, Nazi Almanya’sında Hitler referandumları kendi otoriter tercihlerine demokrasi süsü vermek için kullanmışlar.  Bu tür uygulamalarda asıl tartışma kapalı kapılar ardında yapılır ve demokratik meşruluğun sağlanması için de son anda referanduma gidilir. Başka bir deyişle yurttaşlar siyasi meseleler hakkında tartışmaz, görüş alışverişinde bulunmaz ama son anda liderlerinin zaten karar verdiği hususlara “evet” derler. Tabiri caizse imam duayı okur cemaat de “amin” der.

ÖNCEKİ HABER

Mimarlardan yetkililere Saraçoğlu çağrısı

SONRAKİ HABER

Tarlabaşı Toplum Merkezinin davası görüldü: Özgürlüklere darbedir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa