Oktay Rifat: Biraz garip biraz doğa
"Oktay Rifat’taki çevrecilik sezgiseldir. Doğaya karşı detaylı gözlemleri vardır. İnsanı doğanın bir parçası olarak ele alır ve doğa karşısında insanın kibrini açık eder."

YKY, Yeditepe ve Marmara kitabevlerine ait kapaklar.
Fatma YEŞİL
Ali Oktay Rifat, Türk Dil Kurumunun İlk Kurucu Başkanı Samih Rifat’ın ve Münevver Hanım’ın oğludur. Münevver Hanım aynı zamanda Nâzım Hikmet’in teyzesidir. Yani, Nâzım Hikmet ve Oktay Rifat anne tarafından kuzenlerdir. Trabzon’da dünyaya gelir. İlk çocukluğunu ise İstanbul’da geçirir. Daha sonra Atatürk’ün bir mektubuyla Ankara’ya yerleşirler. Ankara’da yaşadığı yıllar Oktay Rifat’ın edebi kişiliğinin oluşmasında önemlidir. Çünkü, Ankara’dayken lise yıllarında Orhan Veli ve Melih Cevdet ile tanışır.
“Orhan’ı ilk mektebin beşinci sınıfından beri tanırım. Asıl dokuzuncu sınıfta canciğer arkadaş olduk. İkimiz de şiir delisi idik. Orhan zil çalar çalmaz yanıma gelir ‘Teneffüsü gâvur etmeyelim Oktay.’ derdi. Bir yıl sonra İstanbul’dan Melih geldi. O da bizim gibi şiire tutkundu. Üç kafadar çocukluktan delikanlılığa el ele geçtik.”1
Oktay Rifat’ın ilk şiirlerinde Ankara Lisesinden hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’ın etkisi büyüktür. Orhan Veli’de de olduğu gibi. Oktay Rifat aslında, üç arkadaşın fikri olarak ortaya çıkan Garip akımının -belli noktalarda- dışında durduğunu açıkça ifade eder. Orhan Veli kadar hevesli olmadığı aşikardır.
“Bu yeni şiir çığırına bir ad takmayı düşünüyor bizimkiler. Ben yazdığımız şiirlere genel bir ad takmayı doğru bulmuyorum. Firenklerin ecole dedikleri şey, yine Firenkçe söyleyeyim, bana statique, yaşamayan bir şey gibi görünüyor. Düşüncelerimi arkadaşlarıma yazıyorum. Orhan, Garip’in ön sözünde bir iki satır bunlardan söz eder.”2
PERÇEMLİ SOKAK KIRILMA KİTABIDIR
1955’te İstanbul’a yerleşen Oktay Rifat, Garip akımının onun şiirini çıkmaza sürükleyeceğinin ayırdına varınca yeni bir yola girer. Perçemli Sokak ile bambaşka bir şiir anlayışına kapılarını açar. Farklı bir dil ve üslup kullanarak, imgeyi şiirinin merkezine koyar. Perçemli Sokak, bir kırılmadır. Kitap çıktığı zaman şiirlerden çok ön sözünün konuşulmasının asıl sebebi bu kırılmadır. Metin Celâl onun için, “Hep arayan, bulduğuyla yetinmeyen bir şair” der. Bu, Oktay Rifat için söylenebilecek en doğru ifadelerden biridir.
“Perçemli Sokak’la yapmak istediğim, gerçeğe biraz daha sokulmak, yaklaşmaktı. Gerçeği duyularımızla tanırız. Hiç ağaç görmemiş birine birden çınarı gösterirseniz ne yapar! İnsanoğlu kendini alıştıra alıştıra algılar gerçeği, böyle öldürür onun şaşırtıcı ve olağanüstü yanını. Şiir hep bizden önce vardır, doğa da kitaplar da.”3
Buraya kadar söz edilenleri çoğumuz daha da detaylı haliyle zaten bilmekteyiz. Bu yazıda asıl incelemek istediğim Oktay Rifat’ın şiirlerinde doğa ile kurduğu ilişki.
SEZGİZEL ÇEVRECİLİK
Oktay Rifat’ın ilk şiirlerinden son şiirlerine dek genel bir inceleme yaptığımızda onun için doğanın ne denli önemli bir imge olduğunu görürüz. Kitaplarında doğaya yönelim pragmatik olmaktan uzaktır. Doğa, şiirlerinde coşku dinamiğidir. Küçük küçük ayrıntılarla, yaşama sevincini ve coşkusunu doğa üzerinden ifade eder.
“Oktay Rifat’ın, pastoral ile toplumsal görünümlerin doğadan görünümlerle kaynaştığı kitaplarında, insan-doğa ilişkisini üç farklı biçimde ele almak mümkündür. Birincil biçim doğanın kır yaşamını ve bu yaşamdaki toplumsallığı kapsadığı şiirlerde, ikincisi doğanın tek başına insanı kapsadığı şiirlerde görünür olmaktadır. Üçüncül biçim ise, insanın doğayla özdeşleşme çabasının görüldüğü şiirlerde söz konusudur.”4
Oktay Rifat’taki çevrecilik sezgiseldir. Doğaya karşı detaylı gözlemleri vardır. İnsanı doğanın bir parçası olarak ele alır ve doğa karşısında insanın kibrini açık eder. Fakat, bunlar Oktay Rifat’ı bilinçli bir çevreci yapmaz. Onunki tamamen içten gelen bir doğacılıktır. Şiirlerinde doğa, yüzeysel bir şiir ögesi değildir. İnsanın doğayı ötekileştirdiği gibi, şair de insanı doğaya karşı ötekileştirir. Ona göre insan, öncelikle doğanın bir parçası olduğunu kabul etmelidir ve onu içselleştirmelidir.
“Aç! Göğü ve ışığı tutmadan geçir ki/ Götürsün güneşin seli ölülerini./ Bu ırmak doğadan akıyor. Bu şıpırtı,/ Suyun sesinden daha saydam bu çalkalanış/ Ovadan geliyor. Zeytinler yüzer gibi. / Tarlanın berisinde buğuya gömülmüş/, Azgın otları başlıyor setin. Sonra çit/ Ve kalın kabuklu ihtiyar kestaneler./ Bu rüzgâr yaşlı kestanelerden geliyor./ Kabarmış toprağa bak! Parmak kadar bitki,/ Topluiğne başı kadar yapraklarıyla / Yeşilin sevinci içinde. Dön yüzünü/ Engine doğru, gör kendini o aynada!” (Aç Ellerini, Oktay Rifat)
Şiirlerinde yalnızca insan ve doğayı özdeşleştirmekle kalmaz. İnsan olmayanla yani nesneyle de doğayı özdeşleştirir. Dünyadaki var olan her şeye doğa odaklı bir bakışla yaklaştığını görürüz. Güneşin dutlarından, papatyaların renkli camlarından, başakların evlerinden söz eder. Bunun yanında “Gökçe konuşuyor martı/ Denizce konuşuyor” derken doğadan doğaya da bir aktarım yapar.
Oktay Rifat doğayı, tek yönlü ele almaz. Onu bir bütün olarak düşünür. Bu bütünün içinde ağaçlar da vardır deniz canlıları da insanlar da.
“Deniz kızlarının beşikleri martıların çığlıklarına asılı. Yarı kuş, yarı adam, yarı balık, Balık-Adam-Kuşlar, kanatlarında ateş almak bilmeyen sokak fenerleri bata çıka dolaşıyorlar üstümüzde.” (Oktay Rifat, Balıklı)
AĞAÇ İMGESİ
Şairin şiirlerinde en çok yer verdiği imgelerden biri “ağaç”tır. Ağaçların birçok türünün adını verirken bitki ve doğa arasında uçsuz bucaksız bir derinlik kurar. Şiirlerinde bitkilerle olan ilişkisini içselleştirir.
“İnmişler tek tek içimizdeki ormandan,/ Dağlara, dere boylarına büyümüşler,/ Kavaksa düz, ince uzun, çınarsa ulu,/ Gökten o ışın mızrakları uzadıkça./ Vurmuşlar suya, sazın, kamışın üstünden,/ Kimi salkımsöğüt, kimi çam, kimi akça./Koşarlar arabalar, trenler geçtikçe./ Bereketli yağmurlarla anılsın adları,/ Bu mavilik, bu güneş, bu toprak durdukça!” (Oktay Rifat, İnmişler Tek Tek)
Ayrıca bitki ile hayvanı da özdeşleştirerek doğayı doğa üzerinden imler. İmgelerini çok katmanlı hale getirir.
“Ağaç/ Kuşlarını toplamış başına/ Bakıyordu denize bir atmacanın / Avına bakışı gibi” (Oktay Rifat, Şiirin Zamanı)
SANAT VE DOĞA BİRLİKTELİĞİ
İnsan, kendini her zaman doğadan ayrı bir yerde görmüştür. Kendini doğadan daha üstün gördüğü için de doğayı ötekileştirmiş ve yaptığı kıyımı tabii kılmıştır. Doğanın yanında kendine de verdiği zarar kaçınılmazdır. Son zamanlarda edebi eserlerde geliştirilen ekoeleştirel tavır, insanın artık bir şeylerin bilincine varmaya başladığının kanıtlarından biridir. Doğayı cezalandırıcı olarak görmek ona insani olan kötücül duyguları atfetmek büyük bir bilinçsizlik örneğidir. Doğa, her zamanki gibi kendi direnişini sürdürmektedir. Oktay Rifat’ın şiirlerinde ekoeleştirel tavrı görmek söz konusu olamaz. Fakat, şairin doğacıl bir bakış ile şiirlerinde doğaya yer verdiğini söylemek mümkün. Bunu göz ardı etmemek gerek. Şair, doğanın insanı her şeye rağmen cömertçe kabul ettiğinin ayırdındadır. Yazılarında, doğanın enerjisinin savurgan bir biçimde kullanıldığını belirterek aslında eylemci bir tavrı olduğunu da göstermiştir. O sanatın ve doğanın birbirinden ayrı düşünülmemesi gerektiğini her zaman savunur. Bu ikisini birbirinden ayıranları da eleştirmekten geri durmaz.
“Halis bir güzelliğe erişeceğiz diye tabiata sırt çevirmekle işe başlayan yüce sanatçıların mıymıntı eserleriyle her fırsatta karşılaşıyoruz.”
1- Oktay Rifat, “Orhan Veli İçin”, Yeditepe, s.13, 1 Aralık 1950, 3.
2- Oktay Rifat, agy, 2.
3- Oktay Rifat, Yusufçuk dergisi, 1980.
4- Nuray Küçükler Kuşçu, “Oktay Rifat’ın Şiirlerinde Pastoral ve Toplumsal Görünümler”, Turkish Studies Language and Literature
Evrensel'i Takip Et