Kadın işçiler 1 Mayıs’a çağırıyor: Bu koşullar mücadeleyle aşılır!
Tekstil ve metal iş kolunda çalışan kadın işçiler, uzun saatler çalışıp ek iş yapmalarına rağmen geçinemiyor. Kadınlar, “Bu koşulları değiştirmek için 1 Mayıs’a” çağrısı yapıyor.
Fotoğraf: IndustriALL Global Union/Flickr (CC BY-NC-ND 2.0)
Hilal TOK
İstanbul
Tuzla… Serbest bölgesiyle, organize sanayisiyle, kimya, mermerciler yan sanayisiyle, tersaneleri ve küçük ölçekli atölyeleriyle İstanbul’un kıyısında koskoca bir işçi havzası. Erdoğan’ın son kabine toplantısı sonrası mucizevi büyüme rakamları sunduğu; “Şubat ayı itibarıyla yıllık sanayi üretim endeksi yüzde 13.3 oranında artarak üretim temelli büyüme sürdü” sözleriyle “Bu tablonun değerini sanayici, nakliyeci, ihracatçı bilir” ifadeleri Tuzla’da o sanayicilere üretim yapan işçiler açısından ne anlama geliyor? Sanayi büyürken, o sanayiyi büyüten işçinin geliri, alım gücü de aynı oranla büyüyor mu? Tekstil İşçisi Betül, Metal İşçisi Selma fabrikalarında üretim tam kapasite sürerken hayatlarındaki küçülmeyi anlatıyor. Bu gittikçe ufalan yaşamlarına “dur” demek için de tüm işçileri birlik olmak adına 1 Mayıs’a çağırıyor.
Ekonomik kriz, yoksulluk ve sömürü düzeni içinde debelenen işçilerin yaşamının adeta bir özetini sunan 45 yaşındaki, evli ve iki çocuk annesi Betül önce fabrikayı tanıtıyor. Fabrikada 550 işçi var. Firma oldukça ünlü markalara üretim yapıyor. Fabrikanın yüzde 80’den fazlası kadın. Daha çok boşanmış ama boşandığını söyleyemeyen kadınlar… Boşandığı için hor görülecekleri kaygısından ya da şeflerin tacizinden çekindikleri için gizli tutuyorlar.
Bu tek ücretli hanelerde kadınlar için ev geçindirmek çok daha zor. Hele ki böylesi ücretlerle: “Asgari ücretten biraz fazla alıyoruz ama kesintilerle elimize geçen 3 bin 600’e kadar geriliyor bazen. Bana geçen ay 3 bin 800 yattı. Hiçbirimiz memnun değiliz bundan. Servise bindiğimizde konumuz hep ‘Yumurta bu kadar oldu, ekmek bu kadar oldu.’ Derdimiz sürekli geçim. Maaşımız böyleyse toplanalım o zaman, bir şeyler yapalım diyorum. İşçi orada duruyor. Çünkü elindeki ekmeği kaybetme, bir daha iş bulamama korkusu var. Bir de üstüne 6 aydır maaşlar hep geç yatıyor. Bugün iki kişi ağladı ağlayacak kredi borcu var, faize takılıyor. Arkadaşlarımızın sosyal hayatı yok, sürekli borç, çocuğa, eve istediğini alamıyor. Maaşın çoğu taksite gidiyor. Et alıyor muyum, yok. Gezmeye gidiyor muyum yok. Ben 5 yıldır oradayım, bir tane kadın arkadaşımın tatile gittiğini görmedim. Giden de borçla gitmiştir. Az az alıyoruz, bir yere çağıramıyorsun işçi arkadaşını, ‘Yol param yok’ diyor. Evden işe, işten eve hayat. Çok zorlanıyorum ben de, kendime bir ped alırken bile zorlanıyorum. İki çocuk okutuyorum üniversitede...”
‘EMEĞİMİN KARŞILIĞINI ALAMAMAK ZORUMA GİDİYOR’
Tekstil işçiliğinin halini özetleyen Betül, en çok azar işitmekten ve emeğinin karşılığını alamamaktan usanmış: “Tekstil işçisi patronuydu, şefiydi, müdürüydü çok baskı görür. Çünkü genelde tekstil işçileri kadındır. Tekstil ezilen kadınların yeri gibi geliyor bana. Hiç farkında olmadan eziliyorsun, başkasının tacizine uğruyorsun. Bizim bir şef var, evden çıktıktan sonra bütün egosunu işçi kadının üzerinde kullanıyor, korkutarak, bastırarak. Tekstil işçisi zaten genelde sendikasızdır, örgütsüzdür, hakları sona bırakılandır. Kadın olduğumuz için hem evde hem işte eziliyoruz. Çünkü işten dönünce de yemek, çocuk bakımı, pazara gitme derdimiz oluyor. Çalışırken en çok zoruma giden, bir emek verince o emeğin karşılığını alamamak. Mesela çalışıyorum akşama kadar, eve gittiğimde ‘Bunu hak etmiyorum, daha fazlasını hak ediyorum’ diye sorguluyorum. Şeften durduk yere sürekli azar işitmek de çok zoruma gidiyor.”
FABRİKADA GÜVENSİZLİK KENDİNİ DAHA ÇOK ÖRGÜTLÜYOR
Betül, güvensizlik ve ümitsizlik arasında işçilerin hayatının nasıl kaygan bir piste dönüşüverdiğini özetlerken, o kaygan pistte dimdik yürümenin yolunu da gösteriyor: “Bizim kadın arkadaşlar bazen sesini çıkarmıyorlar, hep baskıdan. ‘Sen kadınsın sen sesini çıkarma, seni kapının önüne koyarlar; evdeyken de işteyken de ses çıkarırsan kapının önüne konursun’ tehdidiyle büyüdük. İşinden olmamak için bir ses etmeme hali var. Birbirine güven de eksik. Mesela ‘Ben bunu yaparsam gelir misiniz’ diye soruyor bir arkadaş diğerine, diğeri ‘Gelirim’ derken bir üçüncüsü ‘Bak yalan söylüyor gelmez’ diyor. Öyle olunca güvenmiyorlar, birlikte ses çıkaramıyorlar, o güvensizlik kendini daha çok örgütlüyor. İşçiler arasında ayrım da yapılıyor tabii. Şef bir işçiyi kollarken bir işçiye ayrımcı davranıp onları birbirine de düşürüyor. Müthiş bir güvensizlik oluyor işçiler arasında ama o güvensizliği kıran hamleler de oluyor. Daha önce bir araya geldiğimizde değiştirdiğimiz şeyler oldu. Mesela yemekler, sular, havalandırma kötüydü, birlikte değiştirttik. Ufak şeyler gibi görülebilir ama birlikte değiştirebileceğimizi gösteren şeylerdi bunlar.”
SENDİKA İŞVERENLE UZLAŞIYOR
Sendikalı olan tekstil fabrikasında çalışmasına rağmen, işçiden değil patrondan yana sendikaların ahvalini de faş ediyor anlattıklarıyla Betül: “Ben işe başlamadan 3 yıl önce sendikalı olmuştu burası. Sendika 3 yıldır oradaydı ve o işçiler sendikayı hâlâ tam olarak bilmiyorlardı. Sendika vardı ama sendikanın anlamı, önemi anlatılmamıştı. Sendikayı bilen, getiren bilinçli işçiler sendika yetki aldıktan sonra işten atılmış ve burada işçiler arasında da bir deneyim, mücadele aktarımı olmamış. Sendikalı yerlerde çalışan işçilerden ve arkadaşlardan öğrenerek işyerindekilere aktarmaya çalıştım haklarımızı. Bizim sendikamıza da gidiyordum. Onlardan ‘Biz buradayız, senin bu hakların var, haklarımız budur’ gibi bir şey duymadım.”
TİS sürecinde de sendikacıların kendi iradeleri dışında patronla anlaştığını söylüyor: “Sözleşme sürecinde masaya oturmadı işveren, grev kararı aldık. Greve bir gün kala sendika gelip açıklama yaptı, ‘Anlaştık’ dedi. Ama bizim istediklerimiz sözleşmede yer almadı. İşçiyi görmezden gelerek işverenle anlaştılar. Maaşlar geç ödeniyor. Maaşlar yatmayınca tepki göstermeye başladık. İşveren sürekli oyalıyor. Bilgi de gelmiyor. ‘Krizden dolayı içeri girdik biz de mağduruz’ diyorlar. Daha önceki sözleşme süreçlerinde de hep ‘Önümüzü göremiyoruz’ diyorlardı. Hep aynı bahane. Ama tam takır üretim sürdü hep, şimdi de sürüyor. İşçi sendikaya da kızıyor. ‘Bu duruma neden müdahale etmiyorlar. Neden bir şey yapmıyorlar’ diye soruyor. Olan işçiye oluyor. Biz tepki gösterip, kendimizi riske atıyoruz ama sendika yanımızda olmuyor.”
‘1 MAYISLARI 1 MAYIS YAPAN İŞÇİNİN TALEPLERİDİR’
Memleketin yoksulluğu, patronun sömürüsü, sendikacıların iş birliği cenderesinde; üstüne Türkiye’nin de içinde bulunduğu sıkışmışlıktan çıkışın panzehrini işaret ederken, önümüzdeki 1 Mayıs’ı buna vesile etmenin önemini vurguluyor Betül: “Arkadaşlarla tartışıyoruz, 500 işçiyi birden işten çıkarırlarsa üretim yapamazlar. O yüzden biz birlik olduktan sonra hiçbir şey yapamazlar bize. Tekstilde arkadaşlara hep söylüyorum. Korkmayın. Şurada o ürünü biz katlarken, kafese koyarken, ütü yaparken, dikerken… Kim yapıyor? Sen yapıyorsun. Bırak ütüyü, bırak dikişi, bırak paketi… Bak… Ne oluyor? O iş öyle kalıyor! Çünkü sen olmazsan üreten olmaz, bu bina olmaz. Müdür olmaz, işveren olmaz. Biz üretmesek kimse olmaz. Bu yüzden haklarımızı savunmak, emeğimizi savunmak için işçilere sürekli 1 Mayıs’ta alanlarda olmamız gerektiğini söylüyorum. Bize bazen 1 Mayıs’ı eski işçiler anlatıyor. Onların anlatımlarıyla şimdiye baktığımda, şimdiyi zayıf görüyorum. Burada sendikaların da payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü işçiler değişiyor yeni nesil geliyor, o mücadele ruhu da aktarılmadığında, zayıflıyor. Sendika o deneyimi aktarmıyor. Bizim fabrikada sendika var ama hâlâ 1 Mayıs’ın ne olduğunu bilmeyen bir sürü işçi var. 1 Mayısları 1 Mayıs yapan işçinin talepleridir. Ama sendikalar uzlaşmacı. Ama tüm bunlara rağmen bir kaynama var. Bir sürü işçi eyleme çıktı bu süreçte.”
SENDİKANIN ‘İŞÇİ TATİLE GİDER ZATEN’ SÖZÜNE TEPKİ
Kendi fabrikalarında bir şey yapıp yapmayacaklarını sorduğumuzda yine öfkeleniyor Betül. Çünkü 1 Mayıs’ın bayram tatiline denk gelmesi karşısında sendikanın pasif davrandığını, “İşçi zaten tatile gider” rahatlığında olarak özel bir çalışma yapmadığını söylüyor: “1 Mayıs için sendikaya kendi fabrikamızdaki işçiyi de katacak bir şey yapmamız gerektiğini söyledik. 1 Mayıs öncesi bizim işçi arkadaşlarımıza bunu anlatmamız gerekiyor. Alanlarda olmamız gerekiyor. Ben 1 Mayıs’ı üç kişiye anlatırsam, onlar da üç kişiye anlatır, öyle öyle biz de binler olabiliriz. Elinde biletin mi var, hastan mı var, işin mi var! Bırak! Ne olursa olsun alanlarda olmamız gerekiyor çünkü şimdi olamazsak hep böyle engeller çıkarırız önümüze. Çünkü ekmek alamıyoruz, o yüzden tam da şimdi birlikte bağırmamız lazım.”
EK İŞ, MESAİ, 65 YAŞINDA BİLE BANT BAŞINDA HAYAT...
38 yaşındaki Metal İşçisi Selma asgari ücretle çalışıyor. Çalıştığı metal fabrikasında Türk Metal örgütlü ancak sendika henüz yetki alamamış, patronun itirazı nedeniyle. 18 yıldır işçilik yapan Selma, evli çocuğu yok. Ömrü farklı farklı pek çok fabrikada çalışarak geçmiş: “Şimdi metal döküm işlemesi yaptığımız bir yerde çalışıyorum. Önceden bizim bayram ikramiyemiz vardı 400 lira. Bir de asgari ücret zammından önce asgari ücretten 200 lira fazla alırdık. Şimdi asgari ücrete çekildi. Biz tepki gösterince 3 ayda bir erzak çeki verdiler. Ama bu sefer de bayram ikramiyelerini kaldırdılar. Geçinebilmek için fazla mesai yapıyoruz. Ek iş yapan arkadaşlarımız var. Ben de yakın zamana kadar ek iş yapıyordum. İşten geliyordum, ev temizliğine gidiyordum. Ek işe temizliğe giden kadın işçi çok fabrikada. 65 yaşında bir ablamız var. Gözleri bozuk, tiroidi, şekeri var, emekli de olamamış, hâlâ çalışıyor.”
‘BEŞ PARA DEĞERİMİZ YOK BAKSANA’
İşçinin ne sağlığının ne mutluluğunun ne de yoksulluğunun önemsendiğini söylüyor Selma: “Regl dönemleri çok zorlu geçiyor mesela. Çalışmak zorundayız. Sulu makinede çalışıyoruz, kışın soğukta bacaklarımız donuyor. Ayakkabılar birkaç ayda parçalanıyor. Ben şu anda paramparça ayakkabı giyiyorum. Ben ayağımın koktuğunu bilmem, bu işyerinde kokuyor ama. Daha önce araba parçası fabrikasında çalışıyorduk. Oturuşumuza bile karışıyorlardı. Gülmek yasaktı. Baskı, mobbing çoktu. Bu baskıları çok fazla işyerinde gördüğüm için bıktım artık, şimdiki yerde yaptığım işin karşılığı bu değil biliyorum ama nispeten azar, baskı yok diye bu koşullara rağmen çalışıyorum. Yoksa bu maaşa çalışılmaz. Geçen makinede hava kaçırma problemi vardı. Matkap elimi sıyırıp geçti. Bana benim hatam olduğu söylendi. Oysa benim hatam değil, sensör olmalı. Kötü bor yağı alıyorlar, alerji yapıyor vücutta. Eldivenler kalitesiz. Yani biz sadece onların işine yaradığımız müddetçe önemliyiz yoksa onlar için beş para değerimiz yok.”
‘KİM İSTER Kİ DİNLENMEDEN ÇALIŞMAYI?’
Hem kendisinin hem de fabrikadaki diğer işçilerin geçim derdini aktaran Selma, “Aldığım ücret serviste bitiyor. Faturaları öde, borçları öde, bitti zaten. Ben bir ay pazara gitmediğimi biliyorum” diyerek soruyor: “Patron zam sürecinde ‘Yok yok, bu sene durumlar kötü’ diye açıklama yaptı. Acaba diyorum; patron bir şeyi alırken onu hiç ertelediği, ‘Şimdi yemeyeyim sonra yerim’ dediği oldu mu? Üç poşete 150 lira veriyoruz. Ben asgari ücretli olarak eve para getiremiyorum. İşyerindekilerin çoğu benden bile daha kötü durumda. Arkadaşımın bir tanesi, gece 2’de işten çıkıp, 4 saatlik uykuyla sabah yine mesaiye geliyor. ‘Borcuma yetmiyor’ diyor. Kim ister ki dinlenmeden çalışmayı?”
‘BEN YÜRÜRKEN SEN DURURSAN…’
Selma bugüne dek hem sendikalı hem sendikasız yerlerde çalıştığı için farkını soruyoruz: “Eskiden Rimaks’ta çalışıyordum. İşçinin örgütlülüğü vardı. Sen mesela bir işçiydin, bir hata yapıyordun, ama ben seni tutuyordum. Yalnız bırakmıyordum. Oradaki direniş zamanları da çok şey öğretti bize. O zaman işten çıkarılma korkusuna rağmen, direnişteki arkadaşlara ekmek götürenlerdendim. Beni de çıkarabilirlerdi işten. Ama o birlik bir cesaret verdi bana. O cesaret de sonrasında girdiğim fabrikalarda kendimi ezdirmemeyi öğretti. Korkuyu tetikleyen şey güvensizlik. Güvenmek zorundayız aslında. İşçi niye çalışıyor? Emeğinin karşılığı için. Bunu ben de istiyorum, sen de. Ama ben yürüyorum, sen duruyorsun. Burada 2 kişinin ses çıkarması başka, 5 kişinin ses çıkarması başka. Karşılığını alamadığımızı yan yanayken alabiliriz. Ben yürürken, sen dururken bu güvensizlik de büyür.”
‘SESİMİZİ DUYURMAK İÇİN 1 MAYIS’A’
1 Mayıs fabrikalarında gündem değil, Türk Metal’i bekliyorlar. Kaygısı Türk Metal’in işçinin gelemeyeceği, uzak bir yere çağrı yapması. 1 Mayıs’ı taleplerini haykıracağı bir gün olarak görüyor: “Ben dinlenmek istiyorum, ek iş yapmak istemiyorum. Neden bu kadar uzun çalışayım, neden kendimi bu kadar kısıtlayarak yaşayayım? Sosyal hayatım da olsun istiyorum. Patrona üretmekten bize zaman kalmıyor. Sesimizi duyurabilmek için birlik olmamız gerekiyor. Biz bunu sadece aramızda konuşarak değil, birlikte örgütlenerek, 1 Mayıs’ta da gücümüzü göstererek sağlayabiliriz. Ben 1 Mayıs’ı solcuların bayramı sanırdım, işçinin değil, böyle öğretildi çünkü. İçine girince anladım böyle olmadığını. Bu bizim bayramımız.”