Tayfun Pirselimoğlu: Hayatla ilgili duyduğum huzursuzluklar Kerr’i çağırdı
Tayfun Pirselimoğlu, "Kerr" filmini ve aynı ismi taşıyan "Kerr" sergisini Evrensel'e anlattı.
Tayfun Pirselimoğlu | Fotoğraf: Basın görseli
Şenay AYDEMİR
Tayfun Pirselimoğlu’na Altın Portakal ve İstanbul Film Festivalleri’nde en iyi yönetmen ödülünü kazandıran “Kerr” filmi bu hafta itibarıyla vizyonda. Babasının cenazesi için doğduğu kasabaya giden bir adamın, her adımında daha da içine çekildiği bir kabusu anlatan filme paralel olarak aynı adla bir de sergi açtı Pirselimoğlu. Istanbul Concept’te 14 Mayıs’a kadar açık kalacak “Kerr” sergisinin alt başlığı ise “Her şey tekrar ediyor”. Bu iki eser aslında bir üçlemenin tamamlanması anlamına da geliyor. Zira her ikisine de ilham kaynağı olan “Kerr” romanını 2014’te kaleme almıştı Pirselimoğlu. Sanatın farklı disiplinlerinde ürünler veren ve hepsinde de övgüler alan Tayfun Pirselimoğlu ile “Kerr”in kerametini konuştuk.
"‘İYİ’ DEDİĞİM FİLMLER YAPMA PEŞİNDEYİM”
Son filminiz “Kerr” ile ekim ayında Antalya Altın Portakal, hafta içi de İstanbul Film Festivalleri’nde en iyi yönetmen ödülünü kazandınız. Taze bir gelişme olduğu için buradan başlayayım önce… Festivaller ve ödüller sizin için, bir yönetmen için nedir, nasıl bir araçtır?
Ben de mutat cevabımı vereyim; ödüller, takdir görmek güzel, hoş tabii ki. Ancak filmleri festivaller ve ödüller için yapmıyorum. Kendi yolculukları içerisinde festivallere uğruyor, beğenildiğinde de ödüllendiriliyor. Şunu da eklemeliyim; kendimin izlediğinde “iyi” dediğim filmler yapma peşindeyim. Bu da en az ödüller kadar önemli.
“Kerr”, 2014 yılında roman olarak yayınlandı. Arada “Yol Kenarı”nı çektiniz. Sizi yeniden bu romana döndüren ve sinemaya aktarma ihtiyacı hissettiren şey neydi?
Romanın filme dönüşmesi pek hesapladığım bir şey değildi. Muhtemelen yaşadığımız “absürtlüğün” vardığı kıvamla alakalı. “Yol Kenarı”nın kıyamet alametleri “Kerr”de de devam ediyor bir şekilde. Zaten bir akrabalıkları olduğu da aşikâr. Epey bir zamandır içinde debelendiğimiz hayatla ilgili duyduğum huzursuzluklar “Kerr”i de çağırdı galiba.
“Kerr” ismi nereden geliyor?
Kerr, tekrarın kökü. Mükerrer, tekerrür buradan geliyor. Başlayıp bitirdikten sonra tekrar başlamakla alakalı.
Film ile roman arasında farklılıklar var mı?
Film büyük ölçüde romana yaslanıyor olsa da çıkarttığım, eklediğim, başka hikâyelerimden ödünç aldığım ögeler de var.
Filmi Antalya’da ilk izlediğimde, atmosferi bir kâbus gibi inşa ettiğinizi düşünmüştüm. Hatta bir tür karabasan. Sizin sinemanızda karanlık bir yan hep vardır ama karabasana dönüşmemişti sanki. Neden bu kadar karanlık?
İfade ettiğiniz bizatihi içinde bulunduğumuz karanlık. “Saçmanın” bu kadar içselleştirildiği, huzursuzluğun bu ölçüde üzerimize çullandığı böyle bir dönemi tanımlayacak uygun sıfat ne olabilir? İdrakin körlendiği, suçun, vicdanın tanımlarının, hemen bütün ahlaki referansların muallak hale geldiği zamanlar bunlar. Bunun zihnimdeki karşılığı “Kerr”in hikâyesine dönüşüyor neticede.
"BUGÜNE, YARINA DAİR HER ŞEYİMİZLE ALAKALI!"
Can’ın babasının ölümü üzerine geldiği kasabadan bir türlü kurtulamamasının, içine düştüğü kâbustan çıkamamasının memleketle bir ilişkisi olmalı değil mi?
Bu memleketin, içinde olduğumuz dünyanın bu haliyle, çıkışsız kalma sıkıntılarımız, derinleşen huzursuzluklarımızla, kaybettiğimiz anlamlarla, aptallıklarımızla, buharlaşan izanlarımızla velhasıl bugüne, yarına dair her şeyimizle alakalı.
Mekân kullanımı sizin filmlerinizde en belirgin yönlerden… Burada da metruk binalar, otel odaları, kahvehaneler, terzihaneler, pavyonlar, lunaparklar oldukça iyi kullanılıyor. Hem kişisel olarak hem de sanatçı olarak mekân ile kurduğunuz ilişkiden biraz bahseder misiniz?
Mekân biriktiriyorum ben. Gördüğüm, bana ilginç gelen her yeri kafamda kaydediyorum. Nerede, nasıl kullanacağımı bilmememe rağmen onlar zihnimde yerlerini alıyorlar. Bu senaryo yazarken bana çok yardımcı oluyor. Hikâyenin zenginleşmesine yardım ediyor, sahneleri tasarlarken yönümü belirliyor. Sinemamda mekâna gösterdiğim ihtimam oyunculara gösterdiğimden aşağı sayılmaz.
Bir de bu mekânın hakkını veren isimlerden bahsedelim. Başta görüntü yönetmeni Andreas Sinanos ve sanat yönetmeni Natali Yeres olmak üzere küçük ama aynı ekiple çalışmaya özen gösteriyorsunuz. Başarınınız ardında bu kadro devamlılığının payı var mı?
Şüphesiz var. Natali ile “işe” hakikaten birlikte başladık. İlk çalıştığımız filmde o benim asistanımdı. Onca zaman içerisinde de birlikte yürüyoruz. Andreas’la son üç filmde beraberiz ve bu da çok kıymetli bir yol arkadaşlığı. Şanslıyım tabii ki.
"KERR SERGİSİ FİLMDEN VE ROMANDAN BAĞIMSIZ"
Filme paralel olarak 15 Nisan- 14 Mayıs tarihleri arasında Istanbul Concept Gallery’de açık kalacak aynı adlı bir de serginiz devam ediyor. “Kerr”i sinemada görselleştirdikten sonra bir de resim olarak anlamlandırma fikri nerden çıktı?
“Kerr” sergisi filmden ve romandan bağımsız aslında. Kelimenin ifade ettiği anlam üzerine kurulu. Hem eskiden yaptığım resimlerin tekrarını kapsıyor, hem de hayatımızda tekrar edip duran meseleleri irdeliyor. Mandrake, Abdullah, Max Beckmann, meçhul askerler, paşalar, kuşlar ve çılgın kalabalıklar var sergide. Hepsi de kendi hikâyelerini anlatıyorlar.
“Kerr”in önceki sergileriniz ‘Felluce’, ‘… ve gemi batıyor…’ ve ‘Savaş Alanı’nın tematik olarak devamı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Biraz onları da içeren bir sergi oldu. Onların içerisindekilerden kimileri tekrar karşımıza çıkıyor
Serginin alt metni “Her şey tekrar ediyor…”. Bunu biraz açar mısınız?
Her şeyin nihayete erdiğini ve sonrasında yeniden başladığını düşünenlerdenim. Savaşların, hastalıkların, arzuların, utancın, acıların, sevinçlerin; her şeyin nihayetine ulaştığı ve tekrar başladığına tanıklık ediyoruz ve hayat bu minval üzerinden akıyor. Bunun da bir tekamülü barındırdığına inanmak istiyorum ki bu acıklı determinizmi izale edebilsin. Bu açıdan insanın çok ağır, meşakkatli, menzili meçhul bir seyahatin ümitvar ve şaşkın bir seyyahı olduğunu düşünüyorum.
Peki, o ünlü söze atfen söylersek, komedi olarak mı yoksa trajedi olarak mı tekrar ediyor her şey?
Cevap soruda saklı gibi. Her ikisinden de nasibimizi had safhada alıyoruz.