İsrail’in Ürdün’ü Filistin yurdu yapma planı
Kudüs'te, Ürdün'ün koruculuğundaki "kutsal mekanlar"a İsrail saldırıları ülkenin pozisyonunu yeniden tartıştırdı. Kimi yorumcular İsrail'in milyonlarca Filistinliyi Ürdün’e kovma planına dikkat çekti.
Fotoğraf: Pixabay
Filistin’de ramazanda olduğu gibi bu yıl da bir İsrail klasiği yaşandı. İşgal altındaki Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya gelen Filistinlilere İsrail polisi üst üste saldırılar gerçekleştirdi. Saldırılar özellikle cuma günleri rutine bindi. Bu yıl yaşanan saldırılarda Ürdün başta olmak üzere Arap sokaklarında halkın yaptığı protestolar dışında, devlet yönetimlerden bir kınama mesajı bile gelmedi.
İsrail’in saldırılarda bu kadar rahat davranmasının Arap devletleri ve Türkiye ile ilişkilerde “müttefiklik” seviyesine yükselmenin rolü inkar edilemez. Filistin’in vasisi olarak tanındığı için Ürdün de son saldırılarda en çok gündeme gelen ülke oldu. Çünkü İsrail’le sahip olduğu ekonomik, siyasi ilişkiler ve coğrafi konumu nedeniyle süreci birinci derecede etkileyecek bir pozisyona sahip. Ürdün konusuna girmeden önce son dönemde İsrail merkezli yaşanan gelişmeleri bir hatırlayalım;
1. Trump Yönetimi, 2019 yılında İsrail-Filistin barışını sağlamak iddiasıyla “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği bir plan açıkladı. Batı Şeria’nın Yahudi yerleşim yerleri dışında kalan topraklar ile Gazze Şeridi’nde “Yeni Filistin” adı altında bir “devlet” kurulacaktı. Kudüs, her iki ülkenin (İsrail ve Filistin) başkenti olarak kabul edilecek ama İsrail’in elinde kalmaya devam edecekti.
2. BAE, Ağustos 2020’de İsrail’le “İbrahim Anlaşması” denilen anlaşmayı imzaladı ve birçok Arap devleti bu kervana katıldı. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed al Nahyan ve İsrail Başbakanı Naftali Bennett ile Şarm el Şeyh’te bir araya geldi. Üçlü toplantı “Arap-İsrail ittifakının doğuşu” olarak nitelendirildi. Hemen sonrasında Necef Çölü’nde Mısır, BAE, Bahreyn ve Fas’tan bakanlar iki gün süren görüşmeler yaptı.
3. Arapların girdiği bu yolu ve özellikle BAE’yi başta eleştiren Türkiye yönetimi de, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u ağırlayarak, normalleşme sürecine daha ileriden katıldı.
4. İsrail’in tırmanan saldırıları nedeniyle geçtiğimiz hafta Ürdün’ün başkenti Amman’da, Ürdün Haşimi Krallığını “Filistin’in Vasisi” olarak kabul eden ülkelerin dışişleri bakanları bir araya geldi. Kamuoyuna yansıyan tek karar Ürdün’ün vasiliğinin ve el Haram el Şerif ile Mescid-i Aksa’nın üzerinde otorite olduğunun yeniden teyit edilmesi oldu.
ÜRDÜN’ÜN KONUMU VE SALDIRILAR
İsrail ile uzun bir ortak sınıra sahip olan Ürdün’le ilgili ilk hatırlanması gereken 1994 yılında imzaladığı Vadi Araba anlaşması. Ürdün bu anlaşmayla Mısır’dan sonra İsrail’i tanıyan ikinci Arap devleti oldu. Haşimi Krallığı bugünkü sürecin önemli mimarlarından. Ürdün’ün eski dışişleri bakanlarından Mervan Muaşer, İsrail saldırılarını irdeleyen makalesinde saldırıların, sadece Mescid-i Aksa’yı değil, tüm Filistin topraklarını kademeli olarak ele geçirmeyi amaçlayan eksiksiz bir İsrail planının parçası olduğunu yazdı. Ürdün’ün İsrail ile ekonomik ve siyasi ilişkilerinin bir çıkmaza girdiğini vurgulayan Muaşer, “Uluslararası toplum kadar Ürdün’ün de amacı iki devletli bir çözüme ulaşmaksa, bu çözüme ulaşmak için kullanılan araçlar onun imkansızlığına katkıda bulunuyor” ifadelerine yer verdi.
Al Araby al Cedid gazetesinden Mahmud el Rimavi, İsrail saldırılarının asıl hedefinin sadece Filistin halkı değil aynı zamanda Ürdün’ün ve onun Filistin’deki pozisyonu olduğu görüşünde. Makalede, Ürdün meclisindeki 130 milletvekilinin 89’unun, büyükelçinin Tel Aviv’den çekilmesini ve İsrail büyükelçisinin Amman’dan gönderilmesini talep eden bir muhtıra imzaladığı belirtiliyor. Filistinli Yazar Abdulbari Atwan ise “Mescid-i Aksa’nın molozları üzerine sözde mabet yapılırsa ya da zaman ve mekana bölünme planına geçilirse, bundan sonraki adım milyonlarca Filistinliyi Ürdün’e kovmak ve alternatif bir vatan yaratmaktır” diyerek İsrail’in Ürdün’ü Filistin vatanı yapma projesine dikkat çekti.
ÜRDÜN-İSRAİL İLİŞKİSİNİN GELECEĞİ
Mervan MUAŞER*
al Kuds al Arabi
Bugünlerde Kudüs şehri; İsrail işgal güçlerinin açık bir meydan okumayla Mescid-i Aksa’ya her gün düzenlediği baskınlarla temsil edilen tehlikeli bir İsrail şiddeti tırmanışına tanık oluyor. Sadece Filistin tarafı için değil, aynı zamanda Ürdün’ün Kudüs’teki İslami ve dini kutsalları korumadaki rolü için tehlikeli. Ramazanın başlangıcından önce Kral II. Abdullah ve Ürdünlü yetkililerin bir dizi İsrailli yetkiliyle yaptıkları birkaç görüşme aracılığıyla İsrail’in adımlarını öngörerek, önceki yıllarda olanlardan kaçınmak için, kutsal ay boyunca sakinleşmek ve gerilimin tırmanmaması için çok uğraştılar.
Burada büyük resme bakmak faydalı olacaktır. Çünkü İsrail’in Mescid-i Aksa civarındaki ihlalleri, bir daha tekrarlanmayacak olan geçici veya istisnai olaylar değildir. Aksine, sadece Mescid-i Aksa’yı değil, tüm Filistin topraklarını kademeli olarak ele geçirmeyi amaçlayan eksiksiz bir İsrail planının parçasıdır. İsrail hükümetinin bugün açıklanan hedefi, işgal altındaki Filistin topraklarından çekilmeyi ve Filistin topraklarında bir Filistin devletinin kurulmasını reddetmektir. Bu hedefler doğrudan Ürdün ulusal çıkarlarına olduğu kadar Filistin çıkarlarına da aykırıdır.
Bu mantık göz önüne alındığında, Filistin topraklarında bir Filistin devleti kurulamamasının, İsrail’in Filistin davasını aynı anda hem Ürdün hem de Filistin halkı pahasına tasfiye etme girişimi anlamına geldiğini açıkça söyleniyor. Ürdün bunun açıkça farkında ve bu nedenle iki devletli çözüm temelinde barışa ulaşmak için tüm diplomatik araçları kullanmaya çalışıyor. Ancak, bugün Ürdün’ün İsrail’le başa çıkmak için stratejisi hakkında sorular sormamızı gerektiren, yanıtları net görünmeyen bir çıkmaza vardığımızı kabul etmek gerekir.
İlk soru, enerji ve su gibi iki hayati sektörde İsrail ile ekonomik yakınlaşmanın sürdürülebilirliği ve uzlaşma ile ilgili. Bu sektördeki ortaklıklar önümüzdeki yıllarda kesinlikle gelişecek olan derin siyasi ve güvenlik farklılıklarıyla birlikte Ürdün’e yönelik varoluşsal tehditler düzeyine ulaşabilir. Özellikle İsrail, Ürdün’ün politikalarına katılmadığı zamanlarda Ürdün’e gaz ve su sağlama konusunu bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan vazgeçmediği için. İsrail politikasına ve uyguladığı baskı ve ilhak tedbirlerine nasıl sıkıca karşı durabilir ve aynı zamanda onunla işbirliği yapmak için nasıl el uzatabiliriz? Ürdün’ün birbirine karşı çalışan çelişkili hedefler arasında bir denge kurması mantıklı veya mümkün görünmüyor. Aksine, Ürdün’ün ulusal çıkarlarına karşı çalışan bir ülke ile ekonomik yakınlaşma, en hafif tabirle, anlaşılmaz görünüyor.
İkinci soru, uluslararası toplumun çoğunluğu için samimi ve ciddi olsa bile, onu uygulamak için sahada gerçek bir çaba göstermeden iki devletli bir çözüme sözlü sarılmanın etkinliği etrafında dönüyor. Neyi başarmaya çalıştığını tam olarak anlayarak bu politikanın asıl tercümesi, İsrail’e bu çözümü öldürecek daha fazla gerçek yaratması için zaman vermektir.
Ürdün, İsrail ile ekonomik işbirliği yoluyla, daha ılımlı ve yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını daha fazla kabul eden yeni bir İsrail hükümeti gelene kadar egemenliği sürdüreceğini mi umuyor? Eğer öyleyse, yakın gelecekte böyle bir hükümetin geleceğine dair gerçekten işaretler var mı?
Kuşkusuz, Ürdün’ün son zamanlardaki resmi çabaları ve gaddar işgal karşısında Kudüs’ün kararlı sakinlerine verdiği desteğin teyit edilmesi, yerel ve Arap olarak övgüye değerdir. Ancak, mevcut stratejinin tam şeffaflık içinde tartışılması için açık ve acil bir ihtiyaç vardır. Ancak bu stratejinin başarı şansı konusunda göz ardı edilmemesi gereken şüpheler var.
Bence Ürdün-İsrail ilişkisine dair herhangi bir inceleme; Ürdün’ün İsrail işgalinin maliyetini artırmanın yanı sıra Filistinlilerin topraklarında hayatta kalmalarını destekleme hedefini önceliklerinin en üstüne koymalıdır. Bu iki amaca hizmet etmeyen hiçbir politika, Ürdün ve Filistin’in Filistin topraklarında bir Filistin devleti kurma hedeflerine hizmet etmeyecektir. Böyle bir gözden geçirme ve bu ulusal diyaloğun zamanı geldi.
*Ürdün eski dışişleri bakanı
ÜRDÜN, KUDÜS’E VE KUTSAL YERLERİNE YÖNELİK SALDIRILARIN HEDEFİNDE
Mahmud el RİMAVİ
al Araby al Cedid
Ürdün; işgal altındaki Kudüs şehrinde meydana gelen gelişmelerle, özellikle yerleşimcilerin ve dini aşırılık yanlılarının Mescid-i Aksa’ya sistematik baskınlarıyla meşgul. İsrail bu kutsal yeri kontrol etmeye çalışıyor.
Her şeyden önce yaşananlar, Ürdün’ün Mescid-i Aksa’nın koruyuculuğunun kasıtlı ihlali ve İşgalci hükümetin himayesindeki yerleşimcilerin onu anlamsız kılma girişimleriyle ile ilgilidir. İşgal hükümetinin bu vasilik kapsamındaki Hristiyan yerlerini kontrol etme girişimleri bundan çok uzak değil. İsrail’in ihlallerinin yeni bölümleri, bu cumartesiye denk gelen Kutsal Kabir Kilisesi’ndeki duaları, sadece bin kişiyle sınırlandırma kararıyla temsil ediliyor. Uzun yıllar boyunca dini etkinlikler, dünyanın her yerinden binlerce Hristiyan’ı bu kiliseye çekti.
Bu gelişmeler, Benyamin Netanyahu hükümetinin müzakereleri kesintiye uğratma ve yerleşim işgalini en üst düzeye çıkarmaya öncelik verme ve sınırlarını genişletip işgal altındaki Batı Şeria şehirlerinden ayrılmasını sağladıktan sonra Kudüs üzerindeki kontrolü sağlamlaştırma yaklaşımını sürdürmek anlamına geliyor. Bu aynı zamanda Ürdün’ün bölgenin bu hayati bölümünün kaderini belirlemedeki herhangi bir rolü elinden almak ve İsrail devletini ilgili uluslararası kararlara uyma sorumluluğunu yerine getirmeden İsrail devletini bölgenin bir parçası olarak kabul etmeye zorlamak demek.
Durum alevlenmeden evvel ve ramazan ayından önce Kral II. Abdullah; İsrail, Bahreyn, BAE, Fas ve Mısır dışişleri bakanlarını içeren Negev toplanmasına denk gelen bir zamanda geçtiğimiz ayın 28’inde Filistin Yönetimi’nin merkezi olan Ramallah şehrini ziyaret etti. Ziyaretin zamanlaması ve yeri büyük önem taşıyordu. Çünkü bölgede barış ne Ürdün’ü İbrahim anlaşmasına katarak ne de Filistinlilerin haklarını atlayarak ya da atlatarak sağlanabilirdi. Bu ziyaret, hassas bir siyasi zamanlamada Filistin tarafına somut bir manevi destek teşkil ettiğinden; Ürdün bu vesileyle sükunete odaklanmayı, İsrail tarafındaki tüm bahaneleri geri çekmeyi ihmal etmedi. Ancak Ürdün aynı zamanda işgalci devletin yerleşimcileri destekleme politikasını sürdürmek için bahanelere ihtiyacı olmadığının da farkında.
Gayri resmi düzeyde, 130 Temsilciler Meclisi üyesinden 89’u, hükümeti İsrail büyükelçisini Amman’dan ve Ürdün büyükelçisini Tel Aviv’den geri çekmeye çağıran bir muhtıra imzaladı. Başkent Amman, biri İsrail büyükelçiliği yakınında olmak üzere halk protestolarına tanık oldu. En göze çarpan siyasi hamle, Ürdün’ün, İsrail’in Kudüs’e ve kutsal yerlerine yönelik saldırılarını takip etmekle görevli Arap Komitesi’ni 21 Nisan perşembe günü acil toplantıya davet etmesi oldu. Komiteye başkanlık eden Ürdün’ün yanı sıra, komitede Arap liginin dönem başkanı olarak Cezayir, Suudi Arabistan, Filistin, Mısır, Fas, Tunus, Güvenlik Konseyi’nin Arap üyesi olarak BAE ve BM Genel Sekreteri yer alıyor. Ürdün’den resmi bir açıklama, toplantının “Kudüs’teki tehlikeli durumu ve Mescid-i Aksa/Al-Haram Al-Şerif ve İsrail’deki gerilimi durdurmanın ve kapsamlı bir sükûneti yeniden sağlamanın yollarını tartışmak” için yapıldığını belirtti. Anlaşmaların imzalanmasından bu yana işgalci güçle aralarındaki ilk sürtüşmede, Tel Aviv ile kapsamlı normalleşme yolunu izleyen Arap ülkelerinin toplantıya katılması dikkat çekicidir. Ürdün, 2013 yılında Filistin Yönetimi ile imzalanan anlaşma ve hatta 1994 Ürdün-İsrail anlaşması ile desteklenen, sembolik ve ahlaki bir vasilikten siyasi içerikli bir vasiliye yükseldi.
İSRAİL’İN ALTERNATİF VATAN PROJESİNİ YENMEK İÇİN TAVSİYEMİZDİR
Abdulbari ATWAN
Rai al Youm
Ürdün hükümeti Arap dışişleri bakanlarıyla, İsrail ordusunun ve yerleşimcilerin Kutsal Mekana yönelik saldırılarını görüşmek üzere bir toplantı düzenlediğinde başarılı olamadı. Katılanların çoğu İsrail’le ilişkileri “normalleştirici”, “suç ortağı” veya “kayıtsız”. İsrail tarafından pratikte empoze edilen, bu kutsal yeri zamansal ve mekansal bölme planını içeren bu saldırılar kınama ve açıklamalarla değil, onu kanıyla ve canıyla savunan halkı destekleyen “pratik” pozisyonlarla ele alınmalıdır.
Arap dışişleri bakanlarını toplantı için Amman’a davet etmek sorumluluktan ve kararlı pratik kararlar almakdan kaçma olarak tanımlanabilir. “Ulusal yalanların” en kötü türlerini bünyesinde barındıran bu tür toplantılar, bizi Kudüs’teki ve işgal altındaki diğer tüm Arap topraklarındaki bu aşağılayıcı duruma getiren şeydir.
1948’deki Batı Şeria ve Gazze Şeridi bölgelerindeki tüm işgal altındaki Arap toprakları, bugünlerde tek cephede, direniş ve işgale karşı mücadele temelinde birleşmiş durumda. Tüm Filistin topraklarını büyük bir İsrail yerleşimi olarak kabul edildiğinden tüm Filistin toprakları Filistinlilere ait olduğundan ve üzerinde pazarlık olmadığı için yerleşimciler yerlerinden edilmelidir. Hayfa’da el Kassam Tugaylarının askeri kanadının lideri Muhammed el Deif adına slogan atan bir gösteri yapıldığında ve bu günlerde Yahudi yerleşimciler İsrail ordusunun koruması olmadan Arap çoğunlukta olan hiçbir şehre giremiyorlar. Mescid-i Aksa’nın savunucularının çoğu Umm al-Fahm, Sahnin, Nasıra, Valled, Yafa ve diğer tüm işgal altındaki şehir ve köylerden geliyorlar. Bu kitlenin hükümetlere, Arap liderlere, normalleştiricilere ve suç ortaklarına verdikleri mesajların en barizi şöyledir: “Size, yozlaşmış ordularınıza ve sadık generallerinize ihtiyacımız yok ve sizi Allahın önünde reddediyoruz ve sınırlarımızı ve onurumuzu kanımızla ve canımızla savunacağız”.
Sonuç olarak, Ürdün makamlarını kahraman halkıyla özdeşleşmeye ve silahlı ayaklanmaya ve Mescid-i Aksa’nın savunucularıyla beraber yurtsever duygularını yükseltmeye çağırıyoruz. Mescid-i Aksa’nın molozları üzerine sözde mabet yapılırsa ya da zaman ve mekana bölünme planına geçilirse, bundan sonraki adım milyonlarca Filistinliyi Ürdün’e “kovmak” ve alternatif bir vatan yaratmak olacaktır.