‘Hayata Dönüş’ romanı: Bir Gülüşün Ateşiyle
Elif Eser, Mehmet Zeki Doğan'ın ikinci kitabı “Bir Gülüşün Ateşiyle” romanı üzerine yazdı.
Görsel: Kitap kapağı
Elif ESER
1998 yılından beri cezaevinde bulunan siyasi tutuklu, Dersimli yazar Mehmet Zeki Doğan’ın ikinci kitabı “Bir Gülüşün Ateşiyle” romanı Yüz Çiçek Kitaplığı/El yayınlarından çıktı. Doğan’ın ölüm oruçları sürecini ve ‘Hayata Dönüş Operasyonlarını’ bizzat yaşamış ve hafızasına kazımış canlı bir tanık olması kitapta anlatıların gerçekle bağını sağlamlaştırıyor. Bu gerçeklik kitaptaki kurgunun ve dilsel inceliğin öne çıkmasını engellemiyor. İçeriden birinin dolayımsız anlatımı kitaba ayrıca bir belge niteliği ve dönem romanı özelliği kazandırıyor.
“Üç boyutlu bir dünyaya baktığınızı hayal edin.(…) zorlanmadan her noktayı görebiliyorsunuz. Karanlıkta kalan gizlenen hiçbir yan yok.” romana böyle başlıyor Mehmet Zeki. ‘Hayata Dönüş operasyonlarına” içerden hem de en içeriden tanık olmuş birinin her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatacağına dair izler taşıyor giriş. Hayatımızdan uzak olan, bir şekilde tanımadığımız, bilmediğimiz, uzak hatta soğuk bulduğumuz ‘tutsak’ olmaktan çok kanlı canlı, en saf korkulara teslim olan ya da cesaretle ölümü kucaklayan insanı anlatıyor roman.
Alişer ve asker olan Harun’un iki farklı dünyayı temsil ettiği anlatımında, bu iki farklı dünya arasındaki çatışmanın sürekliğini ele alıyor. Üstelik bu çatışma sadece hapishanelerde değil hayatın her alanında da süreklidir. Hapishane duvarlarından bu iki dünyalı çatışma “Duvarın önünden akıp geçen hayatın yankısı iki dünyanın çatışmasına dönüşmekten kurtulamayacaktır” şeklinde görülüyor.
Bu iki farklı dünya çatışması “Bizim Sesimiz” başlığı ile aldığı epiloglardaki şiirlere de yansıyor. Bu şiirler; inanmak, haklı olmak ve bir görevi yapmakla mükellef olanları karşılaştırmak için olsa da oldukça güzeller: “söyle bana/ Hangi çiçeğin özünde haykıracaksın yaşamı/ Gökyüzüne çığlık olan sesinle/(…)/ Toprak ruhun tarlasıdır/ Hep ölür diriliriz:/ Bambaşka güzellikteki dünyalara”
Yazar, operasyonun başladığı an ve geçen sürede kişilerin kendini önemseyişini, bir çeşit goşist kibrin asıl olayı görmekte nasıl bir körlük yarattığına dair eleştirisini şöyle bir cümleyle özetliyor: “Benim resmimi duvara asmışlar. Asker içeriye saldırdığında ilk hedef alınacaklalar arasındayım” bu oldukça önemli bir cümle ve uzun uzadıya anlatılabilecek ‘solculuk hastalığını’ etkili bir şekilde özetlemiş. Kitap bunun gibi özgün, ağırlıklı cümle ve şiirlerle oldukça yoğun.
Bu iki farklı dünyada devrimciler yaşama ölüm pahasına tutunmaya, o zor koşullarda aklın bütün kıvrımlarını kullanılarak savaşacak aletler yapmaya çalışırken öte taraftan gerici faşist sitem bu durumu oyun olarak görüp askerleri birer oyuncuya dönüştürüyor. İki çatışan dünyanın insana verdiği önem işte burada beliriyor.
Yakın tarihin en travmatik olaylarından biri olarak toplumsal belleğimize yerleşen ölüm oruçları ve buna mukabil hayata dönüş operasyonlarına dair bir ses, bir kayıt olan ‘Bir Gülüşün Ateşiyle’ romanı, kimi teknik kusurları barındırsa da bu açıdan mühim bir kitap. Çünkü öylesine kaotik, dehşetengiz bir ortamdan böyle naif bir dil yaratmak tam da yazar Mehmet Zeki Doğan’ın ifade ettiği şekilde mümkün: “(…) belki öyle ama çatışma sonsuz kere varoluşu üretiyor. Çamurdan incelikle, estetik bir bakışla üretilen heykellere benziyor. Çamuru hisseden ellerin her defasında yeni bir hareketle, sevinçle, özlemle, öfkeyle milim milim heykeli yapmaya başlaması en anlamı yankı değilse nedir?”