03 Mayıs 2022 20:05

Provokasyonlara karşı Boğaziçi’nde demokrasiyi birlikte inşa edelim

Demokratik ve özerk üniversiteyi savunmanın, temel hak ve taleplerimiz için birleşmenin hepimiz için tek çıkar yol olduğunu bilmek gerekiyor.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Sude ŞENER

Cenk Yılmaz BAYIR

Boğaziçi Üniversitesi

 

Uzun zamandır kampüslerimizde hissettiğimiz politik ve fiziksel baskı gün geçtikçe artıyor. Kitlelere özgürlük ve refah vaadiyle iktidara gelen AKP yönetiminin gerçek niyetinin sermayeye özgürlük ve refah, halka ise yoksulluk ve baskı altında yaşamak olduğu yıllar geçtikçe daha da net görülmeye başlandı. AKP’nin yürüttüğü çok yönlü baskı politikalarından nasibini alan önemli bir kesim de üniversiteler.

İstanbul Üniversitesinde ülkücü faşist grupların öğrencilere yönelik saldırılarının artması, üniversitelerde öğrencilerden daha çok vakit geçiren sivil polisler, ÖGB tarafından etkinliklerin şiddetle bastırılması, kayyumların üniversite hayatına yaptığı müdahaleler, Boğaziçi Üniversitesinde çevik kuvvet polislerinin öğrencileri darp ederek gözaltına alması özellikle seçim dönemine yaklaştığımız şu zamanlarda bir tesadüf değil. AKP’nin kutuplaştırma, siyaseti üniversitelere yasaklama, ideolojik politik pozisyonuyla eğitime müdahale etme, iktidardan düşmemek için uzun zamandır yürüttüğü bir çalışma. Bu çalışmanın çıktılarını çeşitli biçimlerde görebiliyoruz. Örneğin, Erdoğan’ın anayasal protesto haklarını kullanan öğrencileri “bunlar terörist” diyerek hedef göstermesi, polislerin şiddetle öğrenci hareketini bastırmaya çalışmaları, kayyumların alkol yasaklarıyla öğrencileri yaşam tarzlarından uzaklaştırmaya çalışmaları bunlardan sadece birkaçı. Yurtlara ve kampüslere takılan turnikeler, kız ve erkek yurtlarının ayrılması, kampüslerde alkol satın alımı ve tüketilmesinin yasaklanması, LGBTİ kulüplerinin kapatılması, CİTÖK’lerin işlevsiz hale getirilmesi, “siyaset yapmanın” ayıplanması, sadece kampüslerimizde değil Türkiye’nin her yerinde tipik kalıplara uygun giyinmeyen ve davranmayan öğrencilerin linç edilmesi ve daha birçok örnek. Saydığımız tüm bu faaliyetler AKP’nin 20 yıldır sürdürdüğü üniversite projesinin bir çıktısı. AKP iktidarı kendisi için bir milat olarak gördüğü 2023 seçimine doğru giderken her yolu kendisine “mubah” görüyor.

Özellikle atadığı kayyumlar, polisler ve ÖGB’ler üzerinden baskı kurmanın dışında belki de iktidarın en önemli politikası da kendi siyasetini dayatmak için üniversite içerisindeki çeşitli grupları bir araç haline getirmesi. İmkân bulduğu yerlerde iktidar, siyasal İslamcı ve ülkücü gruplar üzerinden, polis işbirliğiyle başta sosyalist ve yurtsever öğrenciler olmak üzere kendi siyasi düzlemine ters düşen öğrencilere çeşitli saldırılar düzenliyor. Antidemokratik yollarla ÖTK seçimleri düzenleyip kendi çizgisine yakın grupları buralara yerleştiriyor, başka kulüplerin kurulması engellenirken bu gruplarla ilişiği olan kulüplerin manevra alanı her geçen gün artıyor.

MUHALİF GÖRÜNEN İKTİDAR ENSTRÜMANLARI

Boğaziçi Üniversitesinde ise bu grupların varlığının az olması iktidar ve kayyumluğu farklı yöntemleri uygulamaya yöneltiyor. Başka üniversitelerdeki gibi öğrencilere rahatlıkla saldıramayan bu gruplar, iktidarın politikalarını çoğu zaman kayyumluğun tanıdığı alan sayesinde üniversite içerisine yaymaya çalışırken kimi zaman ise din/millet kavramlarını kendine kalkan edinerek provokasyon girişimleriyle gerçekleştirmeye çalışıyor. Son günlerde Boğaziçi’nde çokça tartışılan iftarları ele alalım. Birçok Boğaziçi öğrencisi sadece iki arkadaşını misafir olarak kampüse sokabiliyorken kayyumluğun ve siyasal İslamcı kulüplerin düzenlediği büyük iftarlarda AKP’liler sorunsuzca kampüslere sokuluyor. Bu iftarlarda yeniden üretilen gerici söylemler AKP yönetiminin sadece kendi çıkarı olduğunda bu yasakları nasıl esnetebildiğini gözler önüne seriyor. Bu tarz etkinliklerle Boğaziçi’nin “fethedildiği” mesajı tek adama iletiliyor, kayyumlar protesto edildiğinde ise bu, iktidar yanlısı medyaya “dine yönelik saldırı” şeklinde yansıtılıyor. Şüphe yok ki Boğaziçililerin kimsenin dini görüşleriyle ya da dini ritüelleriyle bir sorunu yok ancak bunların iktidar politikaları çerçevesinde tüm üniversite yaşamına dayatmasıyla bir sorunu var.

Bir diğer örnek ise üniversitede ülkücülerle ilişkili olan faşist grupların giriştiği provokasyonlar. Yakın zamanda gerçekleştirilen diğer provokasyon ise bir öğrencinin yine bu gruplar tarafından “terörize edilerek, tecavüz tehditleriyle” hedef gösterilmesi. Bu grupların hem içeride sahip olduğu topluluklar hem de dışarıda bekleyen işbirlikçileriyle örgütlediği provokasyon girişimi ve bu provokasyonun ardından herhangi bir ceza/uyarı almadan faaliyetlerine devam edebilmelerinin bir sebebi var. Her ne kadar bu gruplar iktidarı eleştirse ve iktidarın politikalarına katılmadığını ifade etse de iktidarın faşizmi inşa sürecindeki politik ajandasıyla örtüşüyorlar. Bu örtüşme iki taraf için de bir çıkar ilişkisi doğuruyor gibi gözükse de aslında iktidar tarafından oldukça karlı olan bu durum halihazırda öğrencilik pozisyonunda bulunan bu gruplar için bir yarar sağlamıyor. Aksine iktidarın dayattığı kutuplaştırıcı politikalara karşı öğrencilerin demokratik yollarla tartışma ve bir araya gelme ihtimalini ortadan kaldırıyor. Kendini iktidara karşı sanan grup iktidarın aracına dönüşürken kayyumluk üniversite üzerinde var olan baskıya vites attırmaya zemin hazırlıyor.

NE YAPMALI?

Şunu unutmamak gerekir ki öğrenciler arasında karşıt görüşler de olsa iktidarın üniversiteler üzerinde uyguladığı baskı neredeyse tüm öğrencileri olumsuz etkiliyor. Özellikle bir tartışma, asgari düzeyde de olsa anlaşma ortamı yaratamadığımız sürece baskılara yönelik verilen mücadele bir zaferle sonuçlanmaktan uzak olacak. Demokratik ve özerk üniversiteyi savunmanın, temel hak ve taleplerimiz için birleşmenin hepimiz için tek çıkar yol olduğunu bilmek gerekiyor. Kulüpler, topluluklar, inisiyatifler, temsilcilikler ve siyasetlerin buluştuğu ortak zeminler yaratarak, üniversitenin öznelerini ve bileşenlerini kapsayan bu zeminin varlığından güç alabilir ve iktidarın politikalarına karşı üniversiteyi dönüştürmeye çalışabiliriz. Böyle bir birlikteliği oluşturamamak koşullar sertleştiğinde Boğaziçi’nde senelerdir oluşan sosyokültürel birikim için bir yıkım olabilir. Buranın bileşenleri bizleriz, burayı dönüştürecek özneler de bizleriz. Millet İttifakının “sokağa çıkmayın, sandığı bekleyin” söylemi gibi kendi geleceğimizi dışarıdan unsurlara devretmeye kalkarsak üniversitenin geleceğini garanti altına almak pek mümkün olmayacak. Ki direniş sürecinde öğrencilerin bu çağrıya uymayışı ve üniversitede verdiğimiz mücadele sayesinde bugünlere gelebildik, Boğaziçi’ni daha kötü senaryolardan kurtarabildik. Haydi, elimizi taşın altına koyalım ve demokratik üniversiteyi birlikte inşa edelim!

ÖNCEKİ HABER

“Sıradan Faşizm” sıradan insanlar

SONRAKİ HABER

Geleceğin işçileri 1 Mayıs’a

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa