Yusuf, Hüseyin, Deniz; Bitmeyen kavgaların, henüz yazılmamış zaferlerin militanları!
Yalnız olduğumuzda gücümüz hiçbir şeyken hep bir arada bu düzeni alaşağı edecek kudrete sahibiz. Zafer, nasıl kazanılacağı bilindiğinde, bir nefes kadar yakınımızda.
Fotoğraf: Evrensel
Ekin Yoldaş KALI
Ankara
Kan, barut ve metalin hüküm sürdüğü politikalar dünyada hızla güçleniyor. 7 kıtanın tamamında savaş yığınakları artıyor, paylaşım kavgası büyüyor. Çocuk, kadın, yaşlı ayırt edilmeden milyonlar savaş politikalarına, egemenlerin kar kavgasına kurban ediliyor. İnsanlar evlerini terk etmek zorunda kalıp göçe zorlanıyor. Üzerlerinden milletçi-şoven hezeyanlar üretilerek, ucuz iş-gücü olarak kullanılarak ve hatta para vermezseniz sınırları açarım pazarlığının konusu yapılarak insanlık dışı uygulamalarla milyonlar karşı karşıya. Üstelik henüz buradan milletçi-şoven serzenişlerle gönülleri çelinenler ezenlerin en az ezilenler kadar özgürlüğünü yitirdiğinin farkında değil. Dünyada açlık-tokluk arasındaki ayrım bir uçurum halini almışken, silah tekelleri hiç görülmemiş büyüklükte karlar kazanıyor. Yani, kendi çıkarları için ulusal özelliklerini çoktan aşmış ve birer dünya barbarı haline gelmiş emperyalistler savaşlar ile dünya halklarının yaşamını ateşin içine çekmeye sürdürüyor. Ülkelerde pandemiyle birlikte derinleşen ekonomik krizler ve daralmalar bu paylaşım mücadelesinin tetikleyici unsurları olarak karşımıza çıkıyor.
EMPERYALİST PAYLAŞIM SAVAŞLARI HER DAİM HALKI VURUYOR!
Türkiye’de tek adam yönetimi Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Kuzey’de; nerede bir paylaşım kavgası varsa oraya koşuyor. Emperyalistlerle askeri-politik-ekonomik ilişkiler kurarak temsil ettiği sermayedarlar için buradan pay kapmaya çalışıyor. Kazanıyor da. Örneğin Suriye’de TOKİ ortaklığı ile Ağaoğlu inşaat faaliyetinde bulunuyor. Peki bu kazançtan Türkiye halklarına ne düşüyor? Daha fazla baskı ve sömürü. Nitekim bu temel çelişki, egemenlerin büyüdükçe daha fazlası için daha fazla sömürmesi emperyalist-kapitalist sistemin özünü oluşturuyor. Tek adam yönetimi dış politikadaki bu tutumuyla Türkiye halklarını savaş bataklığının içerisine daha fazla çekerken ülkeyi daha derin bağımlılık ilişkilerinin içerisine sürüklüyor. Yaptığı anlaşmalar ve kurduğu ilişkilerle ülkenin bugününü ve geleceğini de emperyalistlerin çıkarlarına peşkeş çekiyor. Yer altı ve yer üstü kaynaklarımız yağmalanıyor. Türkiye uluslararası tekeller için bir ucuz işgücü ve vergi cennetine dönüşmüş durumda. Maden şirketleri doğayı, canlılığı, bölge halklarını bir çırpıda zehirliyor. Derelerden akan sulara zehir işleniyor, her şey sermaye için! Ülkenin dört bir yanında NATO’ya ait onlarca yabancı askeri üs var. Savaşın ve paylaşımın ne demek olduğunu Ukrayna’da Rusya’nın işgalci operasyonuyla bir kez daha gördük. Ülkeyi ilk terk edenler bürokratlar, sermayedarlar oldu. Savaş her daim halkı vuruyor.
TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE MÜCADELESİ YARIM ASIRDIR DEVAM EDİYOR!
Yarım asır önce bezirganlara ve muktedirlere karşı bu ülkenin geleceği için, halkların kardeşliği ve birlikte yaşamı; eşit, özgür ve tam bağımsız Türkiye için mücadele eden ve idama götürülen üç yiğit devrimciyi Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş’i bu koşullar içerisinde anıyoruz. Bu idamlar ile egemenlerin binlerce yıldır yönetmek için kullandıkları yönteme başvuruldu. Mevcut koşullardan kaynaklı ortaya çıkan korkuyu korkaklık olarak örgütlemek ve mücadele eden milyonları sindirmek, ortak yaşamdan koparıp kendi bireysel dünyalarına hapsetmek... Nitekim yalnızca Denizler değil milyonlar mücadelenin içerisindeydi. Tarlalarını ekip-biçemeyen üretici köylüler, ağır çalışma koşulları altında sömürülen ve ücretlerini dahi alamayan işçiler, eşit-parasız eğitim hakkına ulaşamayan liseliler, bilimsel ve demokratik bir üniversite talep eden üniversiteliler… Bu sefer milyonlar ülkeyi egemenler için bir yangın yerine çevirmiş, haklarını istiyorlardı. Üniversiteler demokratik-özerk üniversite talebiyle işgal ediliyor, bu işgallere forumlar-toplantılar aracılığıyla tüm üniversite bileşenleri karar veriyordu. Denizler işte bu “yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı.” Yalnızca gençlik mücadelesinin değil halkın da değişim isteğiyle yürüttüğü kurtarıcılardan medet ummayı bir kenara bırakıp kendi kaderini belirlemek için harekete geçtiği bir dönemin önderleriydi. Yetenekli, akıllı ve yaratıcılardı. Ancak bu üç ismin kendisini aşan bir şekilde insanlığın büyük yürüyüşüne, toplumsal-tarihsel ilerlemesine bir çentik olmasının nedeni bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için verdikleri mücadelenin milyonlara dayanması ve kendi başlarına değil örgütlü olmaları, örgütle hareket ediyor olmalarıydı. Şimdilerde bu ortak-kolektif hafızanın silinmeye çalışıldığı özellikle burjuva tarih yazınıyla gerçeklerin eğip bükülmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. 20 yıllık bir iktidar-bu süreçte son derece zenginleşmiş sermayedarlar-, bunun içerisine doğmuş ancak en temel haklarından dahi yoksun bir genç kuşak… Bu genç kuşak henüz kendi ortak talepleri ve özlemleri için kıvılcımları yangına dönüştürmemiş olsa da kıvılcımların sayısı her geçen gün artıyor. Gençler tek adam yönetimine, onun politikalarına biat etmiyor. Ancak kendi kuşağının yani gençliğin ortak hafızasından öğreneceği en önemli şey kendi kaderini eline almak için üç fidan ve onlardan sonra niceleri gibi örgütlü hareket etmek. Yalnız olduğumuzda gücümüz hiçbir şeyken hep bir arada bu düzeni alaşağı edecek kudrete sahibiz.
YURTSEVERLİK TAM BAĞIMSIZLIK İÇİN MÜCADELE EDEN DENİZLERİN YOLUNDAN GEÇİYOR
Denizler yalnızca o günkü istek ve özlemleri için mücadele etmiyordu. Bu mücadelenin kazanılabilmesi için kapitalist sistemin yerle yeksan edilmesi yerine insanlığın ihtiyaçlarına uygun, sosyalizmin inşası için döğüştüler. Bu toprakların gerçek yurtseverleri olarak bir emperyalist güce karşı bir başkasını tercih etmeden, örneğin bugün Rusya ve Avrasya bloğuna karşı NATO, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının bu halka ait olması, doğanın rant için talan edilmemesi, askeri yığınaklar ile ülkenin emperyalistlerin üssü haline gelmemesi için, tam bağımsız bir Türkiye için mücadele ettiler. Başka ulusları kendi çıkarları için ezip yok sayanlarla iş birliği yapmanın Türkiye haklarını da tutsaklığa sürüklediğinin bilincindeydiler. Milliyetçi-şoven-militarist propaganda ile halkları kendi özel çıkarları için pozisyon almaya iten tek adam yönetimi bir avuç sermayedarın çıkarını tüm halkınmış gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki elde ettikleri her güç, Ukrayna devletine satılan her bir silah bizlere açlık, sefalet, ölüm olarak geri dönüyor. Bu denklemde gerçek yurtseverlik bu ülkenin tam bağımsızlığı için tereddütsüzce hayatlarını ortaya koyan Denizlerin yolunu büyütmektir.
DENİZLERİN, ERDALLARIN MÜCADELE BAYRAĞI BUGÜN EMEK GENÇLİĞİ’NİN ELİNDE
Denizler kısacık ömürlerine rağmen onlarca yıldır işçilerin, gençlerin ve kadınların mücadelesinde yürüyüşe devam ediyor. Emperyalist-kapitalist sistem ise yarattığı sorunlar silsilesi ile insanlığın sırtında büyük bir yük haline gelmiş durumda. Bir avuç olmalarına rağmen hala güç olmayı başarabiliyorlar çünkü binlerce yıldır yöneten egemen sınıfların deneyimini, örgütlüğünü kullanıyorlar. Fakat bizler hayatı var etmenin, gerçekliğin en saf halinin gücüne; 1871 Paris Komününde göğü fethe çıkan komünarların, 1917 şanlı Ekim Devriminde çarpışan Rus işçi ve emekçileriyle Bolşevik militanların, 1968’de Türkiye’de devrim inancını perçinleyen Denizlerin, 1978’de Denizlerin yolunu takip edip o yolu döşemeye devam eden Erdalların birikimine ve bugün onlardan mücadele bayrağını devralan, insanlığın kolektif hazinesine sahip genç komünistlerin örgütüne, Emek Gençliğine sahibiz. İnsanlık binlerce yıldır yürüyor. Binlerce yıldır asalakları, egemenleri sırtından atarak; iyiyi, yeniyi ve en güzeli tüm topluma bahşetmek için yürüyor. Bu yürüyüş bitmeyecek. Denizler bu bitmeyen yürüyüşün militanları olarak bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm mücadelesinde yaşayacaklar. Ve mutlaka kazanacağımız bu kavgada, hayatı ürettiğimiz alanları; okulları, fabrikaları, sokakları ve meydanları yöneten olduğumuzda, var ettiğimiz her şey bizim olduğunda onlar da hayatını insanlığa hizmete feda edenler olarak bu zaferin bir parçası olacaklar. Zafer, nasıl kazanılacağı bilindiğinde, bir nefes kadar yakınımızda.