Ölüm cezası: Organize kötülük
"Kravatlı, apoletli koca koca insanlar, cellat Pierrepoint’in söylediği ilkel 'intikam' duygusuyla, biri 23, ikisi 25 yaşındaki üç genci ipe göndermek için organize kötülükte birleşmişlerdir."
![Ölüm cezası: Organize kötülük](https://www.evrensel.net/upload/dosya/137419.jpg)
Fotoğraf: Evrensel
İngiltere’de dokuz yaşında bir çocuk, kırılmış vitrinden iki peni değerinde renkli mürekkep çalsa ya da altı yaşında bir çocuk fırından ekmek çalsa veya yedi yaşındaki kız çocuğu bir evi ateşe verse ya da on altı yaşındaki bir çocuk bir evden kaşık çalsa cezası ne olurdu? Şimdilerde mahkemeye bile çıkarılmadan ailesine teslim edilirdi. Ancak 1833’e kadar çocukların bu küçük kabahatlerinin tek bir cezası vardı: İdam. Saydığım bu olgularda maalesef bu çocukların hepsi idam edilmiştir.
Yine İngiltere’de bu dönemlerde yankesicilik, çingenelerle iş birliği yapmak, göl balıklarına zarar vermek, tehdit mektubu göndermek, bir ormanda silahlı veya yüzünü maskeyle gizlemiş şekilde dolaşmak da idam gerektiren suçlardı. Ölüm cezası, öylesine yaygın ve sıradan bir cezaydı ki dönemin hukuk otoriteleri bile, ölümle cezalandırılan suçların tam olarak sayısını hatırlamıyorlardı. Çocuk idamları 1833’ten sonra durdurulmuş olsa da yetişkin idamları 1964’e kadar devam etmiştir.
Yankesiciliğin suç olduğu dönemlerde, arkadaşları asılırken, idamı seyreden kalabalık arasında mesailerini sürdüren yankesiciler, aslında idamların “caydırıcı” olmadığını da kanıtlamış oluyordu. “Caydırıcılık” tezi ölüm cezasının haklılığını savunanların en sağlam tezlerinden biriydi. Bizim tarihimizde de öfkelere iyi gelen ama çözümsüzlüğü garanti olan idam davetiyeleri sıkça kullanılmıştır. 1951’de Demokrat Parti Milletvekili (şair) Arif Nihat Asya "… Zaten imkanı olsa da birkaç kızıl sallandırılmış olsaydı, kızıllar bu kadar şımarmazdı, milletin hiç değilse sembolik olarak iki komünisti asılmış görmek hakkıydı. Bu biçarelerden birini olsun asılmış görmeden gidersem gözüm arkada kalır" diyerek çıtayı yükseltiyordu.
Mecburi hizmet döneminde ehliyetini ve ilk arabasını almış bir hekim meslektaşım, korku ve öfke arası duygusal gelgitlerle acemice araç kullanırken, ülkedeki trafik sorunun birinci nedeninin kamyoncular olduğunu söylüyor ve “Yolda her 200 metrede bir kamyoncu sallandıracaksın, bak o zaman trafik nasıl düzene girer…” diyerek caydırıcılığa vurgu yapıyordu. Ülkenin pek çok meselesinde, ölüm cezası her derde deva, joker bir çözümdü. Sonrasında uzun bir idam edilecekler listesi oluşturulur ve “birkaçını sallandırmadan bu işler düzelmez.” "Basiretsiz yöneticiler, ölüm cezasının caydırıcılığından yararlanabilseler ülke nasıl da kalkınır."
“Ölüm cezasının, suç işlemeye karar vermiş tek bir kişiyi bile, kararından caydırdığı kanıtlanamamıştır. Üstelik bu ceza binlerce suçluda, büyüleyici bir etkiden başka bir duygu uyandırmaz” diyen Albert Camus, İdam Cezası adlı eserinde, "Bütün istatistikler, bu cezayı kaldıran ülkelerle diğerlerinin deneyimlerine bakıldığında, ölüm cezasının kaldırılmasıyla suçluluk arasında hiçbir bağ olmadığını göstermiştir. Ölüm cezasının kaldırılmasıyla suçlar ne azalmakta ne de artmaktadır” der. Öte yandan Konya’dan daha az toprağı olmasına rağmen, dünya çapında tarım ürünleri ihracatçısı olan Hollanda, vatandaşlarına sağladığı yaşam ortamı ve olanaklar ile suç oranlarını sürekli düşürmektedir. Milli gelirden yüksek pay alma, güçlü kamusal hizmetler, uç noktalarda özgürlükler, devlet kontrolünde uyuşturucu sağlanması, ötanazi serbestisi ve eşcinsel evliliklerin yasal oluşu gibi hak ve uygulamalarla Avrupa’da en önde bulunan Hollanda’da, yeterli sayıda mahkum bulunamadığı için cezaevleri kapatılmakta veya komşu ülkelere kiralanmaktadır. Nüfusunun yarıdan fazlası ateist olan Hollanda’da suç oranları azalmaya devam ederken, Ortadoğu’daki teokratik ülkelerde kılıçla kafa kesme, vinçle asma gibi idamlar halen uygulanmaktadır.
İdamlar hakkında belki de en çarpıcı yorum, konunun mutfağında olan İngiltere’nin baş celladı Albert Pierrepoint’den gelmiştir: “İdamların hiçbir şeyi çözmediği ve kolay yolu seçen ve intikam sorumluluğunu diğer insanlara devreden, ilkel bir intikam arzusunun eski bir kalıntısı olduğu sonucuna vardım” demiştir. Pierrepoint, cellat olan babası ve amcasının yolundan giderek, 1932-1955 yılları arasındaki meslek yaşamına sığdırdığı 17’si kadın olmak üzere toplam 608 infaz ile alanında büyük bir deneyime sahiptir. İşini soğukkanlı ve titizlikle yaparken, suçluyu veya suçu sorgulamaz, sorgulatmaz ve infazdan sonra onların artık masum olduğuna inanır. En klasik soru “Hiç etkilenmiyor musun” sorulduğunda “İnfaz odasına geldiğimde Albert Pierrepoint’i dışarıda bırakıyorum, ikisini asla karıştırmıyorum. Bir canı almak ve bundan etkilenmemek mümkün mü? Ama onların canlarını alan ben değilim. Bu insanların ölmesini isteyen, hükümet” diyerek, kendisinin/insanın araçsallaşmasının net bir örneğini vermektedir. Cellat aslında, “Ben hiçbir şeyden sorumlu değilim, sadece verilen görevi yapıyorum ve bir araçtan farkım yok” demektedir.
Giderek işinde uzmanlaşan Albert Pierrepoint’in asıl tanınırlığı, Nazi savaş suçlularının idamları için Almanya’ya gönderildiğinde olur. İlk günde 13, o hafta içinde 47 idamın infazını yapan Pierrepoint, Almanya’nın Hamelin şehrinde toplamda 226 idam gerçekleştirir. Mesleği ile ilgili herhangi bir tanıtımdan hoşlanmayan cellat Pierrepoint, adının İngiliz general Sir Bernard Montgomery tarafından basına duyurulmasından dolayı rahatsız olsa da artık ülke çapında tanınan biri olmuştur. General Montgomery de en çok tanınan generaldir ve “mont” olarak bilinen spor ceketi ilk kez giydiği için de bu kıyafetin isim babası olarak bilinir. Montgomery’nin aksine Pierrepoint her daim basından uzak durmuştur. Pierrepoint, Nürenberg mahkemelerinde idamları infaz edecek cellat olmayı beklerken, görevin daha acemi bir Amerikalı baş çavuşa verilmesiyle hayal kırıklığı yaşar. Bu süreçte, Nürenberg mahkemelerinde 7’si doktor olmak üzere 24 Nazi savaş suçlusu asılarak idam edilir.
Pierrepoint en son 1955’te kadın fotomodel olan Ruth Ellis’in infazından sonra emekliye ayrılır, bir süre eşiyle bar işleten Pierrepoint, 1992’de kaldığı huzurevinde ölür.
Yılların celladı Pierrepoint o büyük deneyim ve birikimiyle, ölüm cezalarının intikam amacıyla uygulandığını ve hiçbir sorunu çözmeyeceğini söylemiştir. Ülkemizde 1920’den 1984’teki son idama kadar 16 farklı suçtan 719 kişi idam edilmiştir. Bu idamlar içinde 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ile birlikte 1920’den beri toplam 16 milletvekili idam edilmiştir.
12 Mart 1971 askeri muhtırasıyla Arif Nihat Asya’nın gözü arkada kalmamış ve isteği gerçekleşerek Mecliste "3-3" bağırışlarıyla Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamına onay verilmiştir. Oylama sırasında Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel, Mecliste “İdama evet” diye elini kaldırırken, bir yandan da oturduğu ön sıradan geriye bakıp milletvekillerini teşvik ve kontrol ederek istediği onayı elde etmiş, üç fidanın siyasal celladı olmuştu. Bu idamlara onay verenler sonrasında da uzun süre ülkenin siyasal yaşamında önemli mevkilerde yer almışlar, başbakan, bakan, milletvekili, belediye başkanı olmuşlardır. Üç fidanın idamı için olağanüstü çaba gösteren Süleyman Demirel, 9. Cumhurbaşkanı olmuş ve yıllar sonra bu idamlara onay vermesi sorulduğunda, “O günün şartları öyle icap ettiriyordu” diyerek aslında idam kararlarının hukuki değil, o günkü rüzgarlara göre alınmış “siyasal kararlar” olduğunu itiraf etmiştir.
Okumuş yazmış, güya ilim irfan öğrenmiş, kravatlı, apoletli koca koca insanlar, cellat Pierrepoint’in söylediği ilkel “intikam” duygusuyla, biri 23, ikisi 25 yaşındaki üç genci ipe göndermek için organize kötülükte birleşmişlerdir. Muhtemelen bu kötülüğün sloganı “Alabileceğimiz en büyük değerinizi alıp, verebileceğimiz en büyük acıyı/korkuyu yaşatmak” olsa gerek. Nâzım bu zalimlere çok önceden yanıtını vermiş:
“Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!”
Evrensel'i Takip Et