04 Mayıs 2022 09:41

Bir Olay: Çin'in yükselişi Bir Kavram: Kültürel emperyalizm

Emperyalist ilişkileri kültür üzerinden açıklamaya çalışan kuramlara karşın uluslararası hegemonya sürecinin temeli, sermaye ilişkilerinin ve meta dolaşımının küresel dinamiklerine dayanır.

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Bir Olay: Çin’in yükselişi

Çin Halk Cumhuriyeti’nin son yıllardaki ekonomik, politik ve askeri yükselişi, ona dair tartışma ve analizlerin artışını doğurmuştur. Çin Komünist Partisi tarafından yönetilen ve sosyalizm iddiasında olan Çin’in nasıl tanımlanacağı bu tartışmaların merkezindedir. Bu bağlamda Çin’in Maocu döneminin sosyalizm olduğu ancak sonrasında revizyonistler tarafından sosyalizmin tasfiye edildiği, Çin’de sosyalizmin inşasının bir sapmaya uğramadan bugüne kadar geldiği ve bugün de öyle tanımlanabileceği gibi iki temel iddianın varlığından bahsedilebilir. Çin’in bugünkü durumunu daha iyi anlamak açısından kısaca Çin Devrimi ve sonrasında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nin karakterinden bahsetmekte fayda var. Çin Devrimi, emperyalistleri ve yerli işbirlikçilerini yenilgiye uğratmış, bağımsız bir halk demokrasisi kurmuştu. Ancak sosyalizmi inşaya girişmek yerine, burjuvaziyi tasfiye etmek bir yana bazı klikleriyle birlikte iktidarı paylaşmış, büyük oranda kooperatiflerin kurulmasını teşvik etmiş, kapitalist ilişkilerin değer yasası ve bireysel mülkiyet temelinde kendini üretmesini engelleyecek önlemler almamıştır. Böylece anti-emperyalist bir halk devrimiyle kurulan Çin, bir tür devlet kapitalizmine dönüşmüştür. Bu süreçte Çin, yaptığı ekonomik reformlarla birlikte emperyalist ilişkilerin doğrudan parçası olmuş, büyük özelleştirmeler gerçekleştirmiş, DTÖ’yle yaptığı anlaşmalarla ticareti olabildiğince serbestleştirmiş ve neoliberal döneme özgü olarak ortaya çıkan “Serbest Ticaret Bölgeleri”nin en çok bulunduğu ülkelerden biri haline gelmiştir. ÇKP bütün bu kapitalist uygulamaları “piyasa sosyalizmi” “Çin tipi sosyalizm” gibi isimlerle kuramsallaştırmasına rağmen ne üretim ilişkilerinin ne de devlet biçiminin proletarya sosyalizmiyle bir yakınlığı dahi olmadığı bu açıktır.

Ucuz emek gücüne ve son dönemde devlet destekli büyük teknoloji yatırımlarına dayalı büyüme, Çin’in Japonya’yı da geçerek dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü olan bir emperyalist bir devlete dönüşmesini sağlamıştır. Bu noktada, emperyalizmi kapitalizmin en yüksek aşaması olarak değil de özel olarak Amerikan hegemonyasıyla özdeşleştiren kimi çevrelerce Çin, tıpkı Rusya gibi kültürel olarak diğer uluslar üzerinde etkili olamadığı gerekçesiyle emperyalist bir devlet olarak görülmemektedir.

Bir Kavram: Kültürel emperyalizm

Kültürel emperyalizm kavramı, 1960’lı yıllarda özellikle eleştirel medya çalışmalarıyla birlikte sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Bir topluluğun kültürünün bir başkasına benimsetilmeye çalışılması ve bu sürecin içerisinde ideolojik olarak bir topluluğun kültürünün bir diğerinden üstün olduğunun da kabulünü içeren bu kavram, medya çalışmalarıyla sınırlı kalmayarak sosyal çalışmaları etkilemiştir.

Kültür, her ne kadar tanımlanması oldukça zor bir kavram olsa da en kaba hâliyle insanların birbirleriyle ve doğayla kurdukları ilişkinin toplumsal biçimi olarak görülebilir. Bunun yanı sıra insanların “kültür” olarak adlandırılan bu biçimleri sürdürmesi için elbette bilinçlerini kullanmaları ve yaşayan bireyler olarak bu toplumsal ilişkiler ağına dahil olmaları gerekmektedir. Medyanın bu bilince etkisi ise 20. asır boyunca geleneksel kitlesel medya araçları ve yöntemleri ele alınarak tartışılmış, nihayetinde medyanın toplumsal bilinci yansıttığı gibi onu etkilediği konusunda sallantılı bir paradigma literatüre hâkim olmuştur.

Kavramın ortaya çıkışı ve yaygınlaşmasının tarihçesinin, televizyon ve sinema sektörünün yükseldiği bir döneme denk gelmesi elbette tesadüf değildir. Yine 20. asrın ikinci yarısında kapitalist ülkelerin öncülüğünü üstlenen ABD’nin de bu kavramla birlikte en çok anılan devlet olmasının rastlantısal olmadığı aşikârdır. ABD’de medya sektörünün küresel hegemonyası, iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte daha da yaygınlaşmış ve çoğu ülkede belirli bir jenerasyon öyle ya da böyle Hollywood yapımları ya da Amerikan dizileriyle haşır neşir olmuştur. Bu metin, bu dinamikleri tartışmayı değil, kültürel emperyalizm kavramının yanlış anlaşılmasının önüne geçmeyi ve esasen bir sonuç olan bu sürecin sebep hâline getirilmesini önlemeyi amaçlamaktadır.

EMPERYALİZMİN KÜLTÜRE AÇILAN YOLU

Toplumsal yaşam ve insanların birbirleriyle ilişkileri oldukça karmaşıktır. Toplumsal yaşamın bu dinamiklerinin en temelde ikiye ayrıldığı söylenebilir: Bunlardan birincisi, yaşamın yeniden üretiminin altyapısını oluşturan üretim biçimleri; ikincisi, ekonomik ilişkiler tarafından belirlenen politik, kültürel vb. üstyapıdır. Her ne kadar bunlar birbirlerini etkileseler de nihai belirleyici unsur, altyapıdır. Dolayısıyla bir ulusun kültürünü dayatabilmesi için egemen sınıfının ekonomik çıkarlarının görece gelişkin olması bir ön koşuldur.

Emperyalistlerin aralarındaki rekabette bir reklam ve propaganda aracı olarak televizyon, sinema, edebiyat vs. gibi alanları kullanmaları ve bunu yaparken de kendi ürünlerini, yaşantılarını ve ideolojilerini teşhir etmelerinin psikolojik ve sosyolojik açıdan toplumlarda da karşılığı olmaktadır. Üretim ilişkilerinin toplumsal yaşamın koşullayıcısı olduğu ve ortaya konulan kültürel ürünün bu süreçten ve bu ilişkilerden azade olmadığı unutulmamalıdır.

Bir ulusun medya endüstrisi yoluyla yaşam biçimlerini küresel medya endüstrisine yaydığı içeriklerle yaygınlaştırmaması, onun emperyalist olmadığı ya da çeşitli topluluklar üzerinde hegemonya inşa etmediği anlamına gelmekten çok uzaktır. Ayrıca kültür, yalnızca sinemada ya da ekranlarda deneyimlenen bir element değil, toplumun ilişkilerini düzenleyebilecek her unsurda özünü taşıyabilecek bir unsurdur. Örneğin Netflix’te seyredilen bir Amerikan dizisi, ABD menşeili bir meta olarak toplumsal kültüre dahil olurken bir çocuğun eline aldığı oyuncak, Çin menşeili bir meta olarak toplumsal kültüre dahil olabilir.

Emperyalizm, ulusların kültürlerini diğerlerine dayatmasından çok daha ötesinde, kapitalist sınıfın tekelleşme yoluyla dünya pazarında emekçi sınıflar üzerinden kâr etmesinin en gelişmiş aşamasını ifade eder. Bugün ABD, Çin, Rusya, Almanya gibi emperyalist devletler, uluslararası arenada kendi burjuvazilerinin, diğer burjuvaziler karşısında kendilerinin emekçi sınıfları ezdiği gibi ezilmek istemedikleri yönünde çıkarlarını temsil eder. Kapitalistlerin, giydikleri kıyafetlerin diğer ülkelerde giyilmesi yönünde kaygıları dünya tarihi açısından belirleyici değildir, belirleyici olan kendi ürettikleri metaların satılması ve çalışanlarının emeklerinin en üst düzeyde sömürülmesi yönündeki kaygılarıdır.

Üretim araçlarını elinde bulunduran bir sınıfın ya da bu tartışma özelinde bu sınıfın belli bir ulusu temsil eden kliğinin, fikir üretim araçlarını da elinde bulundurması ve finansal gücüyle bunu bir kâr yolu olarak görüp diğer uluslar üzerinde kültürel bir hegemonya kurmaya çalışması kenara atılacak bir süreç olmasa da tali bir süreçtir. Bunun temel dayanağı emperyalist biçimde kurulan ekonomik ve politik hegemonyadır. Uluslararası hegemonya sürecinin temeli, sermaye ilişkilerinin ve meta dolaşımının küresel dinamiklerine dayanır.

ÖNCEKİ HABER

Japonya ile Tayland arasında savunma donanımı anlaşması imzalandı

SONRAKİ HABER

Belirsizlik sadece Heisenberg’in ilkesi olsun diye

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa