Niye sessizsin Gomidas?
Elif Görgü, Yolcu Tiyatro'nun Gomidas oyununa dair yazdı.
Fotoğraf: Gomidas oyunu basın görseli
Elif GÖRGÜ
İstanbul
Kumkapı’nın sahile yakın ıssız bir sokağı. Biraz ötedeki futbol sahasında Afrikalı göçmenler maç yapıyor. Saha ile sokağı bölen, Bizans surlarından arta kalan taş duvarlar kucaklayıp susturuyor olmalı ki sesleri bu taraftan duyulmuyor. Yüzlerce yıllık direnişlerinin uykusuzluğu ile birbirlerinin üzerine çökmüş tarihi taşların yorgunluğuna, kucağında battaniyeye sarılı küçük bir çocuk olduğunu tahmin ettiğim yüküyle yere çökmüş bir mülteci de ekleniyor ileride. Gerçi bedeni hafif, başını ise aklından geçenlerin ağırlığını taşıyamadığından dinlensin diye duvara bırakmış gibi. Birbirimize çok bakmıyoruz. Devam ediyorum.
Evler de surlar kadar yıpranmış ve suskun görünüyorlar burada. Pencere ve balkonları saran demirlere tutturulmuş çamaşırların renkleri gürültü bir tek. Belki de sokak yabancı olduğumu anladı, benimle konuşmuyor.
Paralel sokaklara geçince değişiyor her şey. Meğer biraz yukarıdan bir insan seli akıyormuş. Farklı renklerde tenler ile farklı renklerde dillerin birbirine karıştığı, Aksaray’dan başlayıp Kumkapı meyhanelerine uzanan dar sokak boydan boya bir uluslar çarşısı. Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Arapça ve sanırım Afrika dilleri havada çarpa çarpa ama nasılsa birbirini acıtmadan bir yukarı bir aşağı akıyor. Bu ahenk kimse kimseyi duymadığı için mi, yoksa herkes herkesi zaten anladığı için mi böyle kesintisiz, bilmiyorum.
Akşam ezanı susarken asıl aradığım sokağı buluyorum. Bir başka ulusun, bir başka dilin sokağı burası. Köylere, kentlere, bölgelere yayılmışken bugün sadece birkaç sokağa sığan bir halkın…
Ermeni patrikhanesinin, okulunun ve kiliselerinin bulunduğu sokağa giriyorum. Tam burada, Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde kurulmuş bir tiyatro sahnesinde, 1915’te susmuş bir Ermeni ozan, Gomidas, dirilip kendi geçmişiyle hesaplaşacak, izleyeni de 107 yıllık bir yüzleşmeye zorlayacak birazdan. Başlıyor:
-Niye sessizsin Gomidas?
-Siz niye bu kadar sağırsınız?
SOĞOMON’DAN GOMİDAS’A
Soğomon Kevork Soğomonyan ya da daha sonra kendisine verilen isimle Gomidas Vartabed, Ermeni bir rahip, müzik araştırmacısı, besteci ve koro şefi. 1869’da Kütahya’da doğuyor. Anne ve babasını erken kaybediyor. Rahiplik kendi seçimi değil. Akrabaları 12 yaşındayken Ermenistan’ın dini merkezi Eçmiyadzin’e gönderiyorlar. Bilmediği Ermeniceyi öğreniyor. Din eğitimi alıyor. Sesi çok güzel. Berlin’e müzik eğitimi almaya gidiyor. Geri dönüyor. Ermenicenin yanı sıra Türkçe, Kürtçe ve Farsça halk şarkıları topluyor, binlerce şarkıyı notaya dökerek kayıt altına alıyor, hikayelerini derliyor, konferanslar veriyor, Paris’te dahi korolar kuruyor, öğrenciler yetiştiriyor. Derlediği şarkıları yeteri kadar dini bulmayan kiliseden dışlanıyor da…
1910’da ise yolu sonunda İstanbul’a, “çocukluğunda konuştuğu dili konuşan” kente çıkıyor. 300 kişilik Kusan Korosu’nu yaratıyor. Ancak notalar 24 Nisan 1915’te dağılıyor. 234 Ermeni aydınla birlikte sürülüyor. Geriye 8 kişi dönebiliyor. Biri Gomidas. Yaşadıkları ruhunun ve aklının müziğini susturmuş olan Gomidas, önce İstanbul’da daha sonra Paris’te psikiyatri hastanesine yatırılıyor. Artık şarkı söylemiyor, piyona çalmıyor ve 18 yıllık suskunluğun ardından 1935’te hayatını kaybediyor.
Bu kadar uzun açıklamanın nedeni, Gomidas gibi bir aydının kendi ülkesinde hâlâ yeteri kadar tanınmıyor olması. Onu ve yaşadıklarını anlatmak, “Ermenilere ne oldu?” sorusuna gerçek yanıtlar vermeyi de gerektiriyor çünkü.
AĞAÇLAR, İNSANLAR
Elimizdeki anahtarla yıllardır yüzleşme kapılarının önünde beklemeyi sürdürürken, Yolcu Tiyatro’nun Gomidas oyunu, hiç değilse anahtar deliğinden bakmamıza yardımcı oluyor.
Ahmet Sami Özbudak’ın yönetmenliğinde, Fehmi Karaarslan’ın etkileyici yorumu ve Hagop Mamigonyan’ın şefliğindeki 40 kişilik Lusavoriç Korosunun olağanüstü eşliğinde sesine yeniden kavuşan Gomidas, Paris’teki hastanesinin bahçesinden sesleniyor. Bahçedeki ağaçlar yerine koyduğu izleyicilere hayatını anlatıyor.
Zaman zaman salona doğru yönelttiği ısrarlı sorularla izleyiciyi ağaç kalıp susmakla insan olup konuşmak arasında bir seçime de zorluyor. Bu tedirgin kararsızlık 107 yıl sürüyormuş gibi geliyor o anda.
Gomidas bir yandan da artık hayatta olmayan arkadaşı Pierre’in hayali koyununu yakalamaya ve öldürmeye çalışıyor. Koyuna yaklaştıkça hatırlıyor, onu yaraladıkça kendisi de yaralanıyor. Pierre’in koyunu, Gomidas ve izleyiciler, hepimiz yara bere içinde kalıyoruz. Oyundan canımız yanarak çıkıyoruz.
Kumkapı’da artık gece. Sokağa yeniden dönerken bir kez daha halklar ve diller birbirine karışarak akmaya başlıyor. Sürgüne zorlanmış, sığındığı yere sığmasına izin verilmeyen, yeniden sürülmek istenen halklar… Onlar oyunu izlemediler. İzleyemeyecekler de büyük ihtimal. Ama Gomidas’ı susturan geçmiş, onların bizzat bugünü oluyor.
Kulağımda “Niye bu kadar sağırsınız?” sorusu asılı, Kumkapı’dan uzaklaşıyorum.
Pierre’in koyunu peşimden geliyor.