Yürünecek yolu hâlâ Denizler gösteriyor
"Halkın bağrına bastığı Denizleri hiçbir politik hareket kolaylıkla karşısına alamadı, yok da sayamadı.”
Fotoğraf: Burcu Yıldırım / Evrensel
Mustafa YALÇINER
Denizlerin aramızdan zorunlu ayrılışlarının 50. yılı… Dile kolay, 12 Mart faşist darbecilerinin Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı idama göndermelerinin üzerinden tam yarım asır geçti. Parlamentoda “Zil takıp oynayarak” idamların onaylanmasını sağlayan ise, yıllar sonra pişman olduğunu söyleyecek olan, sonra cumhurbaşkanlığı da yapan darbenin devirdiği Başbakan Demirel’di.
Demirel, “Mendereslerin intikamını almayı” da gözetse hem o hem de darbeci generaller, başlıca, taleplerini sahiplendikleri halkın sözcülüğünü üstlenen Denizlerin canını alarak, halka gözdağı verme ve yolunu izleyeceklere korku salma peşindeydi. Umduklarının tersi oldu. Zamanın CHP’sinin başındaki İsmet İnönü, “Araya kan girerse bu yara kapanmaz” görüşündeydi ve idam kararlarını Anayasa Mahkemesine götürüp bozulmalarını sağladı. Ancak, “İbret olsun” düşüncesindeki darbecilerle Demirel ve şürekası kararlıydı, parlamento kararını yenilediler. İnönü de ikinci kez ısrar etmedi.
Savaş meydanlarından gelen İnönü gerçekçiydi ve haklı çıktı. O gün bugündür “yara” kapanmıyor. Devrimle karşı-devrim arasında Denizlerin uzlaşmazlığıyla kapanması olanaksız bir uçurum oluştu. Devrimci zaten düzen içi çözüm peşinde olmayandır. Ancak Denizlerin idamının ardından tamamen pratiğe kazındı. İddiası ne olursa olsun, mevcut düzenle uzlaşma belirtisi gösterenlere devrimci denmiyor. Denizler, öncesi bir yana cumhuriyetle yaşıt olan düzenle uzlaşmacılığı ve reformculuğu aşarak, Türkiye topraklarında devrimi ve devrimciliği ayakları üzerine dikenlerdir.
Denizlerin önemi, politika ve politik mücadelenin alt sınıflara mensup halk tarafından yürütülebileceğini ve yürütülmesi gerektiğini göstermeleridir. Sosyalistlik iddia etseler de, ikisi de düzen sınırları içine hapsolmuş TİP’in parlamentarizmiyle MDD’nin askeri darbe destekçiliğini mahkum ederek, Denizler halkla ve mücadelesiyle birleşmeye yöneldiler. Şu ya da bu hükümetin gitmesini ve bir başkasının gelmesini değil, halkın egemenliğini savundu ve bunun için mücadele ettiler. Sömürüye karşıydılar, sosyalizm özlemiyle dolu antiemperyalistlerdi, gerçekten demokratik bir Türkiye istiyorlardı. Bu amaçla, gençliğin mücadelesini, işçi hareketiyle, köylülüğün mücadelesiyle birleştirmeye ve bir halk hareketi oluşturmaya giriştiler. Halkın kurtuluşu davasının militanlarıydılar. Kurtuluş davası neyi gerektiriyorsa, onu yaptılar. Sağcı-solcu demeden işçi sınıfının düzene karşı birliği ve mücadelesini ilerletmek ve bu mücadeleye katılmak temel tutumlarıydı. Aynı amaçla köylülüğün toprak işgalleriyle ürünlerinin değerini elde etme mücadelelerine katıldı, hatta örgütlediler.
Denizler ve mücadeleleri, halka ve kurtuluş davasına bağlılıkları dolayısıyla başından beri geniş çevrelerce sahiplenildi. Halkın bağrına bastığı Denizleri hiçbir politik hareket kolaylıkla karşısına alamadı, yok da sayamadı. 50 yılın ardından Denizler, hâlâ sosyal demokratlardan dinci ve faşist hareketlerin tabanlarına kadar çok geniş kesimlerce sahipleniliyor. Bunda bir kötülük yok. Olanca netlikleriyle kendilerini ortaya koymuş oldukları için, Denizlerin herhangi politik hareket tarafından kendi çıkarlarına alet edilebilmesi fazlasıyla güç.
Yine de burjuva muhalefet örneğin, Denizlerle M. Kemal arasındaki farkı görünmez kılma uğraşında ve hatta Denizlerin Kemalistliğini iddia ediyor. Sahiplenmeleri iyi, ama gerçeği çarpıtmaya kalkışmaları hoş değil. Özellikle gençleri Denizlerin düzen yandaşları olduğuna boşuna iknaya çalışıyorlar. Hiçbir dönem CHP’li olmayan Deniz, son nefesini “Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi” diye haykırarak verendir çünkü.
Devrimci olmaları ve sosyalizmi benimsemeleri dolayısıyla, Denizlerin halkı devrimci-gerici, sağcı-solcu, laik-dinci türünden bölmelere yerleştirerek, ayrıştırmaya çalıştıklarını sananlar da oldu, oluyor. Ancak nafile çabadır; Erzurum’da büyüyen bir Karadenizli Türk olan Deniz’le, ODTÜ’ye geldiğinde 5 vakit namaz kılan Yozgatlı bir Çerkes olan Yusuf ve bir Alevi Kürt olan Hüseyin’in birlikte tek yürek mücadele edip aynı idam sehpasına çıkmaları yeterli kanıttır. Yine de eklenmelidir ki, Denizler halkı herhangi nedenle bölmeye değil, ama taleplerini elde etmek amacıyla birleştirmeye çalıştılar. Halk bir taraftaydı onlara göre, emperyalizm ve işbirlikçileri karşı tarafta. Bölünmeyi başka bir yerden değil, buradan kurdular.
Bugün kim “Denizleri sahipleniyorum” diyorsa, parlamentoyu ve sandığı işaret etmekle yetinmeyip halkla ve halkın mücadelesiyle birleşmesi; dinciliği hedef alıp laikleri, Kürtleri hedef alıp Türkleri ya da sağcıları hedef alıp solcuları değil, bütün bir halkı ve düzene karşı mücadelesini birleştirmeyi amaç edinmesi beklenir.