Faşizm: Dün, bugün | Mustafa Yalçıner: Faşizmi halkın örgütlü ve kitlesel gücü yener
Yalçıner: Faşizme karşı kararlı mücadeleden başka yol yoktur. Uzlaşma ve tavizlerle yatıştırma politikası, tersine kendisine zaman ve güven kazandırıp önünü açarak faşizmi saldırganlaştırmıştır.
Mustafa Yalçıner (solda) Fotoğraf: Arif Bektaş/Evrensel | Fotoğraf: Yevgeni Khaldei | Kolaj: Evrensel
Hazırlayan: Erdi TÜTMEZ
Bugün 60 milyon insanın hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’nın resmen son bulmasının 77. yılı. 8 Mayıs’ı 9 Mayıs’a bağlayan gece Berlin’deki Karlhorst Askeri Eğitim Merkezinde Almanya ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan anlaşmayla, faşist Hitler ordusunun generalleri yenilgiyi koşulsuz kabul etmişti. Anlaşmanın imzalandığı gece, takvim yaprakları Almanya’da 8 Mayıs’ı, Sovyetler Birliği’nde 9 Mayıs’ı gösterdiği için her iki ülkede kutlamalar bir gün arayla yapılıyor. Dünya genelinde aşırı sağ ve faşist hareketlerin yükselişe geçtiği, otoriter hükümetlerin sayısının arttığı süreçte faşizmi tarihsel deneyim ve güncel olgular olarak ele alacağımız ‘Faşizm: Dün, bugün’ dosyamız bugün başlıyor. İyi okumalar.
Arif BEKTAŞ
Londra
‘Faşizm: Dün, bugün’ dosyamızın ilk gününde Gazeteci-Yazar Mustafa Yalçıner ile faşizmin yenilgisini insanlığa mirasını; Dünya ve Türkiye’nin güncel durumunu konuşuyoruz. Yalçıner, “Faşizme karşı kararlı mücadeleden başka yol yoktur. Uzlaşma ve tavizlerle yatıştırma politikası, tersine kendisine zaman ve güven kazandırıp önünü açarak faşizmi saldırganlaştırmıştır.” diyor.
8 Mayıs, Nazizm ve faşizmin ezildiği gün olarak kutlanılıyor. Bu yıl 8 Mayıs’ın 77. yılı ve birçok ülkede Nazizm ve faşizm tekrar lanetlenecek. Şuradan başlarsak; Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’nın sonunu ilan eden 8 Mayıs Zafer Günü’ne nasıl gelindi?
İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı, Hitlerin Polonya’ya saldırdığı 1 Eylül 1939 olarak bilinir. 8 Mayıs 1945 ise, tüm dünyada değil ama, Almanya’nın teslim olmasıyla Avrupa’da savaşın bittiği tarihtir. Almanya, Nisan 1940’ta Danimarka ve Norveç’e, hemen ardından, 41 gün içinde teslim olan Fransa başta olmak üzere Batı Avrupa’ya saldırdı. Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldıran Nazi orduları 6 ayda Moskova ve Leningrad önlerine kadar geldi. Almanya’nın cephe gerisinde, çoğu Bolşevik Parti üyelerinden oluşan yüz bini aşkın partizanın yürüttüğü gerilla savaşı Nazilerin ilerleyişini yavaşlatmaktaydı. Yıl sonunda Moskova’dan püskürtülen faşist Almanya ordusu bu kez saldırıya geçtiği Stalingrad’da 1942 yaz sonunda müthiş bir direnişle karşılaştı. 3 aylık kuşatmanın ardından karşı saldırıya geçen Sovyet Kızıl Ordusu, batı Avrupa’da kazandığı kolay zaferlerin bir benzerini elde etmeyi uman Almanya’nın 6. ordusunu 1943 başında teslim olmaya zorladı. Aynı yılın temmuzunda yeniden saldırmayı deneyen Hitler faşizmini tarihin en büyük tank savaşında (Kursk) yenen Sovyet orduları işgal bölgelerini kurtararak ilerleyişe geçti. 1944 başında 1.5 milyon kişinin ölümüne mal olan Leningrad kuşatması kırılarak kent kurtarıldı. Partizan savaşı ve halk ayaklanmalarını kapsayarak, yıl sonuna kadar, Sovyet birlikleri hızla ilerledi ve Baltık ülkeleriyle Ukrayna, Belarus, Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya’yı kurtararak, Polonya’ya girdi. Nisan ortasında Sovyet ordusu Berlin’deydi. 30 Nisan’da, bir dünya imparatorluğu kurmak için o güne kadar görülmemiş bir vahşetle saldıran Nazilerin Berlin komutanı kenti Sovyet ordusuna teslim etti. Hitler faşizmi tarihin çöplüğe atılmış, ünlü fotoğraftaki kızıl bayrak Berlin’deki Reichtag’da dalgalanmaktaydı…
Gelelim 8 Mayıs’a…Peki o gün neler yaşandı?
Savaşı sürdüremez hale gelen Almanya, 7 Mayıs’ta, başkent Berlin’i ele geçirmiş olan sınıf düşmanı Sovyetler Birliği yerine, el çabukluğuyla, Fransa’nın kuzeyindeki Reims’te bu ülkeye çıkarma yapmış olan batılı kuvvetlere teslim oldu ve teslim anlaşmasını Alman Mareşali A. Jodl imzaladı. Bu mizansen Fransa’daki irtibat subayı Sovyet generali tarafından yetkisi olmadığı için kabul edilmeyince, 8 Mayıs’ta Berlin’de Nazi Almanya’sı Genel Kurmay Başkanı Mareşal W. Keitel, Sovyet Mareşali Jivkov’un önünde Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne teslim anlaşmasını imzaladı. Anlaşma gece 23.00’te imzalanmıştı, Sovyet Rusya, saat farkı nedeniyle ‘Faşizme Karşı Zafer Günü’nü 9 Mayıs olarak kabul etti ve öyle kutladı.
İkinci Dünya Savaşı neden çıkmıştı?
Birinci Dünya savaşında yenilen Almanya’da Hitler 1933’de iktidarı ele geçirdi ve ülkede muhalefeti ezerek tekellerin açık terörcü devlet biçimi olan faşist diktatörlüğü kurdu. Faşizm ülke içinde olduğu kadar dışında da saldırganlık demekti ve Hitler başından beri yeni bir savaşa hazırlanmaktaydı. Ülkede sınırsız egemenliğini kurmuş olan Alman tekelleri pazar ve hammadde ihtiyacıyla gözlerini dışarıya dikmiş, dünyanın güçlerine uygun biçimde yeniden paylaşılmasını talep etmekteydiler. Alman tekelleri ve faşizm, bin yıllık egemenlik hülyasıyla Avrupa’nın kendi yaşam alanı olduğu ve komünizmi yok edeceği iddiasındaydı. İkinci Dünya Savaşı ‘deliliği’ne yorulan Hitlerin “tereyağı yerine top” olarak formüle ettiği savaş politikası ve savaş hazırlıkları, tamamen yayılma ihtiyacındaki tekellerin çıkarlarını yansıtmaktaydı.
Batı’da 2. Cephe açılması niçin gecikti?
Hitler’in batılı emperyalist rakipleri, başlıca İngiltere ve Fransa sadece batıdan Almanya’ya karşı cephe açılmasını geciktirmediler. Ülke içinde sosyal demokratların kızdırıp saldırganlaştırmamak düşüncesiyle mücadele etmeyip uzlaşarak yatıştırmaya çalışmalarına benzer şekilde davrandılar. Başından itibaren dünyada faşizminin, özellikle Alman faşizminin gelişip palazlanmasının önünü açan politikalar izlediler. Dünyanın yeniden paylaşımını talep eden Alman tekelleri ve sözcüsü Hitlerin rakipleriydiler, ancak onu, hem Almanya ve hem de kendilerinin sınıf düşmanı olan sosyalist Sovyetler Birliği’nin üzerine sürme çabasındaydılar. Bu amaçla “tavizler politikası” izleyip Hitleri yatıştırarak Sovyetler Birliği’ne saldırtmaya çalıştılar. Oysa II. Dünya Savaşı’nın gelmekte olduğu açıktı. 1931’de Japonya Çin’e saldırıp Mançurya’yı işgal etmiş, 1935’te bu kez İtalya Etiyopya’ya saldırmıştı.
1936’da Hitlerle Mussolini anlaşarak Berlin-Roma mihverini kurmuş, aynı yıl Almanya ve Japonya Sovyetler Birliği ve uluslararası komünizmine karşı anti-Komintern Paktı imzalamıştı. 1937’de Japonya Çin’i işgale girişti, 1938 başındaysa Avusturya’da gerçekleşen faşist darbeyle bu ülke Almanya ile birleşti. 1938 Eylül’ünde, “Hitler’i yatıştırma politikası”, İngiltere ve Fransa’nın, Almanya’nın Çekoslovakya’nın Südetler bölgesinin işgalini onaylayan Münih Anlaşmasını imzalamasıyla resmileşti. 1939 başında Almanya Çekoslovakya’nın geri kalanını ele geçirdiğinde, İngiltere ve Fransa, Polonya’nın egemenliği garanti etti, ancak bu kez İtalya Arnavutluk’u işgal etti. İngiltere ve Fransa, faşizme karşı Sovyetler Birliği’nin sayısız ittifak çağrısını yanıtsız bırakıp Hitler’i SB üzerine sürme tutumunu değiştirmeyince, bu politikayı geçersizleştiren bir manevra ile emperyalistler arasındaki çelişkiden yararlanmaya yönelen SB, Hitler Almanya’sı ile bir saldırmazlık paktı imzaladı. Hitler Polonya’ya saldırınca, İngiltere ile Fransa Almanya’ya savaş ilan etmekten kaçınamadılar. Ve faşizmi yatıştırılamayan Almanya, can düşmanı SB’ne değil, batıya, Fransa’ya saldırdı. Almanya’nın ardından SB’ne karşı da saldırıya geçmesiyle sonunda İngiltere-Fransa ve Sovyet Rusya faşizme karşı aynı cephede buluştular.
Ancak yatıştırma politikasından vaz geçmelerine rağmen batılılar, bu kez de sözde müttefik ancak gerçekte sınıf düşmanı oldukları Sovyetler Birliği’nin Almanya tarafından yenilmesi, hiç değilse SB ve Almanya’nın savaşta birbirlerini takatsiz bırakmaları amacıyla batıdan Almanya’ya karşı 2. cepheyi açmadılar. SB’nin tüm çağrılarını yanıtsız bırakarak, Moskova, Stalingrad ve Leningrad kuşatmalarını seyrettiler. Batı cephesi, Japonya’nın Pasifik donanmasına saldırması üzerine savaşa giren ABD’nin de katılmasıyla, ancak Sovyet orduları faşist Alman ordularını püskürtüp inine doğru kovalamaya başladıktan sonra, 1944 yazında, önce Roma sonra da Normandiya çıkarmalarıyla açıldı.
Yenilen Alman faşizmi ve faşistlerin akıbeti ne oldu?
Hitler, Sovyet orduları Berlin’de ilerlerken sığınağında intihar etti. Faşizmin bakanlık ve ordu yönetiminde yer almış en üst kadroları müttefiklerin Nürnberg’de kurduğu uluslararası mahkemede savaş suçlusu olarak yargılanandı. Bunlardan örneğin Alman faşizminin en ileri gelenlerinden olan Göring mahkeme sonuçlanıp idam cezası aldıktan sonra intihar etti. Aralarında Keitel’in de olduğu 9 faşist üst kadro bu mahkemenin kararıyla idam edildi. Az sayıda olmayan savaş suçlusu ise genellikle Latin Amerika ülkelerine kaçmayı başardı. Asıl önemlisi ise, Amerikalılara teslim olan önemli sayıda orta kademe faşist kadronun CIA ve FBI’nın yeniden örgütlenmesinde istihdam edilerek ABD tarafından kullanılmasıdır. Savaştan ülkesi ve ekonomisi tahrip olmadan ve üstelik güçlenerek galip ayrılan ABD savaş sonrası uluslararası kapitalizmin öncü ve temel gücü düzeyine yükselirken emperyalist gericiliğin de temel direği ve kaynağı haline geldi. Sadece insanlık suçu işleyen eski Nazi kadroları derlemekle kalmadı, ama gücü tükenme noktasına gelmiş Japonya’ya iki atom bombası atarak başta Sovyetler Birliği olmak üzere dünya işçi sınıfı ve halklarına gözdağı vererek savaş sonrası döneme ilk adımını attı.
İkinci Dünya Savaşı’nı sonuç olarak kimler kazandı?
İkinci Dünya Savaşı’nı Almanya’nın Fransa’ya, Japonya’nın da Pasifik’te ABD’ye saldırmasının ardından, sonunda Sovyetler Birliği ile faşist mihvere karşı birleşmek zorunda kalan Batılı emperyalistlerin ittifakı kazandı. Dünyada faşizmin ezilmesi bir demokratikleşmeye yol açtı. Bu demokratikleşmenin başlıca dayanağı, 50 milyondan çok insanın ölümüne neden olan faşizmi Avrupa’dan süpüren temel güç olan Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği, hemen tüm Avrupa’da partizan savaşları örgütleyen komünist partileriyle dünya işçi sınıfının sözcüsü ve temsilcisiydi. Neredeyse tüm dünyada ayağa kalkıp faşizme karşı mücadeleye katılan ve önemli bir bölümü bağımsızlıklarını kazanan dünya halkları da bu savaşın önemli bir gücüydü. Ama şimdi savaşı sanki Normandiya çıkarmasıyla Batılı emperyalistler ve başlıca ABD kazanmış gibi bilinmektedir. Hollywood filmleriyle de beslenen ve ders kitaplarına sanki gerçekmiş gibi giren Amerikan ve Batı yüceltisidir. Oysa savaş sırasında -düşmanlık güden Churchill türünden Batı emperyalizminin sözcüleri bir yana-, Sovyetler Birliği ve “Joseph Amca”ları olarak bağırlarına bastıkları lideri Stalin’i demokrasinin kurtarıcısı bilen Avrupa halkları, kulakları radyolarda, Kızıl Ordu’nun her ileri adımını coşkuyla karşılamıştı. Savaşın ardından, kısa süre içinde ülkesinde McCarthy’nin başını çektiği antikomünist bir kampanya başlatarak gericiliği örgütleyen Amerikan emperyalizmi Kore ve Vietnam’a saldırıp çok sayıda ülkede gerici faşist darbeler örgütleyerek, dünyada da Hitler faşizminin bıraktığı boşluğu doldurmaya soyundu. Sovyetler Birliği’nde 1956’da iktidara gelen modern revizyonizmin iş birliği içine girdiği ABD emperyalizminin antikomünist kampanyasıyla birleştirdiği revizyonist kampanyasıyla birlikte, halkların “Joseph Amcası” Stalin artık “totaliter diktatör”e dönüşmüştü. Artık bir “Hür Dünya” vardı, bir de banisi Amerikalılar!
Faşizme karşı mücadele açısından Hitler faşizmi ve İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkarılacak dersler neler olabilir?
50 milyondan fazla insanın sadece savaş meydanlarında ve askerlerle sınırlı olmadan, kuşatılan kentlerde, köle işçiler olarak çalıştırıldıkları üretim tesislerinde, sözde bilimsel araştırmalarda, toplama kampları ve SS-SA işkence hanelerinde kitlesel ölümüne neden olan faşizmle uzlaşılamayacağı kesindir. Tekellerin açık terörist diktatörlük biçimi olan faşizm insanlık dışı bir kan dökücülüktür ve halklara kendisini ezerek yok etme dışında bir seçenek tanımamıştır. II. Dünya Savaşı öncesinde sosyal demokrat Daladier’le Fransa ve muhafazakar Chemberlain’le İngiltere’nin işgali için koca koca ülkeler sunarak Hitler’i tavizlerle yatıştırma politikasının tamamen başarısız olması, faşizme anladığı dilden konuşmak dışında bir yol olmadığını milyonların ölümüyle kanıtlamıştır. Faşizme karşı kararlı mücadeleden başka yol yoktur. Uzlaşma ve tavizlerle yatıştırma politikası, tersine kendisine zaman ve güven kazandırıp önünü açarak faşizmi saldırganlaştırmıştır. Görülmüştür ki, faşizme karşı kapalı kapılar ardında yapılan görüşme anlaşmalarla mücadele edilemeyeceği gibi, açık bir kan dökücü saldırganlık olan faşizmle parlamento ve seçimlerle sınırlı bir mücadele de başarısız kalmaya mahkumdur. Hitler ve Mussolini faşizminin parlamentoyu kullanarak ilerleyişi, seçim kampanyalarını kan dökerek yürütmeleri ve işlevlerini tamamladıklarını düşündüklerinde parlamentoları kapatmaları, seçim beklentileriyle faşizmin alt edilemeyeceğini kanıtlamıştır. Halkın örgütlü, kitlesel mücadelesi, faşizme karşı zaferi mümkün kılacak tek yoldur.
RUSYA EMPERYALİST VE EMPERYALİST BİR SAVAŞ YÜRÜTÜYOR
AVRUPA’nın ortasında bir savaş sürüyor. Ukrayna’yı işgale girişen Rus Lideri Putin Sovyetler Birliğinin yürüttüğü antifaşist savaşı söylemlerinde sık sık kullanıyor ve Ukrayna’yı faşizmden arındırmaya çalıştığını ileri sürüyor, ne dersiniz?
Putin’in işgal girişimini Ukrayna’yı ‘Neonazilerden temizlemek’le gerekçelendirdiği biliniyor. Maiden/Meydan ayaklanması olarak bilinen Batı yanlısı darbede etkin olan ve özellikle ABD ve Almanya tarafından desteklenen Neonazi grupların Ukrayna’da oldukça yaygın olarak örgütlendikleri ve hükümet üzerinde de etkili oldukları bir gerçek. 2014 Kiev darbesi günlerinde örgütlenen ve giderek güçlenen Azak Alayı/Tugayı örneğin Neonazi grupların kontrolünde ve Hitler’in SS’lerinin sembollerini kullanıyor. Putin bu durumu kullanarak Ukrayna saldırısını kabul edilebilir hale getirmeye uğraşıyor. Buradan hareketle, hatta bir uluslararası antifaşist konferans çağrısı bile yaptı. Ancak Ukrayna’da Neonazilerin varlığı ve etkinliği ne Putin ve Rusya’nın antifaşist bir platformda bulunduğunu gösterir ne de Ukrayna saldırısını haklı çıkarır. Putin’in kendisi faşizmin yöntemlerini kullanıyor ve Ukrayna’nın yapay bir ulus olduğunu ve kendi kaderini tayin hakkı bulunmadığını ileri sürüyor. Bununla kalmıyor Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkını tanıyan Lenin’i Rusya’yı yıkmakla suçluyor. Putin Rusya’sının Lenin ve Stalin’in sosyalist Rusya’sı ile hiçbir ilgisi olmadığı gibi, Rusya kapitalist emperyalist bir ülke ve Ukrayna’da emperyalist bir savaş yürütüyor. Faşizme karşı mücadele, ancak Putin ve rejimine karşı yürütülebilir. Ukrayna’yı NATO’ya üye yaparak sınırına dayanma peşindeki Batılı emperyalistlerin saldırganlığı karşısında Rusya’nın kendisini korumakta olduğunu iddia ediyor Putin. Ancak bu, rakipleriyle çatışan bütün emperyalistlerin ortak iddiası ve Rusya, ittifak halinde olduğu Çin’le birlikte başta ABD-İngiliz ortaklığı olmak üzere batılı emperyalistlerle dünyanın yeniden paylaşılması kavgasını yürütüyor.
DEVRİMCİ ALTERNATİF EKSİKLİĞİ FAŞİST AKIMLARA ALAN AÇIYOR
Özellikle son dönemde Avrupa’da sağ hareketlerin ve partilerin yükselişini görüyoruz. Bunların nedeni neler olabilir?
Hemen bütün ülkelerde neoliberal kapitalist saldırganlık dur durak bilmemekte ve tekeller halkın elindeki son kazanımlarla birlikte çalışma ve yaşam koşullarını tahammül edilmez hale getirmek üzere geri çekilmeden saldırmaktadır. Pandemiyle ağırlaşan kriz koşulları emekçiler bakımından yaşamı daha da çekilmez kıldı ve öncesinden başlayan halkın mücadelesi, pandeminin ilk yılının durgunluğunun ardından yeniden yükselişe geçti ve başarılar da kazandı. Bolivya halkı örneğin faşist darbeyi ve getirdiği hükümeti püskürtmeyi başarırken, Şili halkı gericilik ve faşizmin toparlanma girişimini engelleyerek yeni bir anayasa yapmaya girişti ve ilerici bir başkan seçti. Kolombiya’da emekçiler yaygın gösteriler düzenlerken Kazakistan’da işçi ve emekçiler ayaklandı. ABD’de grevler ciddi bir yaygınlık kazandı ve Amazon’a ilk kez sendika girdi. Hindistan’da iki yıl üst üste yüz milyonlar genel greve çıktı.
Öte yandan yeterli örgütlenmeye sahip olmayan işçi ve emekçi yığınlar düzen-içi partilerin yedeğine düşmekten kurtulamıyor ve devrimci alternatifler yaratmada yetersiz kalıyorlar. Bu koşullar, aynı zamanda olağan düzen partileri güç kaybederken popülist ve faşist akım ve örgütlerin gelişmesine uygun. Almanya’da AfD, Fransa’da Le Pen’in “cephesi” küçümsenmez güce sahip, Macaristan’da Orban seçimleri yeniden kazandı. Ukrayna Savaşı özellikle Avrupa’da milliyetçiliği yükseltip emperyalist burjuvazinin savaş politikasının destek bulmasına neden olarak genel bir gericileşme etkeni oldu.
FAŞİZMLE SANDIĞA KİLİTLENMEDEN MÜCADELE EDİLMELİ
Faşizme ve faşist ideolojilere karşı mücadelede Türkiye için neler söyleyebiliriz?
Türkiye’de faşizmin inşası sürüyor ve burjuva muhalefetin uzlaşmaz gibi görünen, ama faşizmin tekelci dayanaklarını hedef almayan uzlaşmacılığı halkı mücadeleden uzak tutma üzerine kurulu. Halkın güç olması ve sokakları doldurması burjuva muhalefeti de korkutuyor: Çıkarlar için mücadeleye atılacak halkı hem kendi olası hükümetleri açısından da bir tehlike sayıyor, hem de halkın mücadelesinin faşizmi tahrik edip saldırganlaştıracağını varsayıyorlar. Faşizmi tahrik edip saldırganlaştırmaktan kaçınma ve bu nedenle parlamenter seçenek ve sandığı işaret etmekle yetinip faşizmin sandığa gömüleceği iddiasıyla kendi gölgesinden korkarak sokağa çıkılmasını reddetme politikası, gerçekçi değil, halka umut vermiyor ve emekçileri ikna etmiyor. Tek adam yönetimi ve Cumhur ittifakı kitlesel desteğini giderek kaybediyor, ancak kopanlar muhalefet saflarına katılmayarak, hesaplaşma anında güç kimde görünüyorsa onun peşine takılmak üzere kararsızları çoğaltıyor. Söylediğim gibi, faşizmle sandığa kilitlenmekle kalmayan kararlı bir mücadele, faşizmi önleyip püskürtmenin tek yolu. Şüphesiz sandığı ve seçimlerin önemini reddetmeyerek, ama ancak emekçi halkın geçim ve çalışma koşullarını iyileştirme mücadelesiyle faşizme karşı mücadeleyi birleştirerek demokratik haklar kazanılabilir ve esenliğe ulaşılabilir.
YARIN: Dr. Cenk Saraçoğlu: Faşist bir çağda değiliz ama bir faşistleşme sürecinin içindeyiz