11 Ocak 2013 16:51

No Pasaran!

Fulya Alikoç

“LA PASİONARİA”

Maden işçisi bir babanın eline bakan ailenin yoksulluğu, öğretmen olma hayallerini elinden aldığında 15 yaşındaydı Dolores. Bir süre terzi yanında, bir süre evlerde hizmetçi olarak çalışmak zorunda kalacaktı. Bir gün şehirde garsonluk yaparken sendikal örgütlenme çalışmaları yapan ve daha sonraları sosyalist bir gençlik örgütünün kurucuları arasında yer alan bir adamla tanıştı ve aşık oldu. Kocası Julián Ruiz Gabiña da bir maden işçisiydi, tıpkı babası gibi. Anne olduğunda henüz 18 yaşındaydı. Ne var ki aşkın ve mücadelenin iç içe geçtiği bu birliktelik 1917’de yaşanan bir genel greve katıldıklarında Julian’ın tutuklanmasıyla ağır bir darbe almıştı. 22 yaşındaki genç kadın gündüzlerini para kazanmak ve çocuğuna bakmak için çalışıp gecelerini ise Karl Marx’ın eserlerini okumakla geçiriyordu. Sosyalist İşçi Merkezi’nin kütüphanesi ikinci evi haline gelmişti. Çok geçmeden El Minero Vizcaíno adlı maden işçileri gazetesinde bir makale yazdı. Dolores kendisinin de çocukluktan beri maruz kaldığı yönetenlerin dini ikiyüzlülüklerine verip veriştiriyordu. Paskalya’dan önceki kutsal haftada yayınlanan yazının zamanlaması Dolores’e “La Pasionaria” yani “Çarkıfelek” lakabının takılmasına sebep olmuştu.
1920’de İşçi Merkezi ile birlikte İspanya Komünist Partisi’ne katılan Dolores, Bask Komünist Partisi Bölgesel Yürütmesi’nin bir üyesiydi artık. 1923’te yönetime el koyan askeri diktatörlüğe karşı halk içerisinde örgütlenme çalışmaları yürütüyordu. 1930 yılı hem İspanya hem de Dolores için bir dönüm noktası olmuştu; askeri diktatörlük devrilmiş, Dolores de Parti’nin Merkez Komitesi’nde görev almıştı. Ama tüm bu değişimlerin büyük meyvesini verdiği yıl 1931 yılıdır. Cumhuriyetçiler ülkenin her yerinde monarşiye karşı yürüttükleri mücadeleyi kazanmış ve 14 Nisan 1931’de İkinci İspanya Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü, soyluluktan gelen ayrıcalıkların ortadan kaldırılması gibi demokratik temellere oturtulan 1931 Anayasasıyla kadınlar ilk defa seçme ve seçilme hakkı ve boşanma hakkına kavuştular.

KADINLAR KİMİN TARAFINDA OLACAK?

Malumumuz; 1930’lu yıllar, insanlığın en çok da Avrupa’nın başına faşizm belasının musibet olduğu yıllar. İspanya da bu musibetten payına düşeni almıştı kuşkusuz. Ülke var olan özgürlükleri savunan özgürlükçüler ve faşizmin ülkedeki temsilcileri nasyonalistler olmak üzere iki kampa ayrılmış durumdaydı. Ortada duran en önemli sorulardan biri Dolores’in aklında dönüp duruyordu. Kadınlar hangi tarafta yer alacaktı? İşte tam da bu yüzden Anti-faşist Kadınlar Birliği kurulmalıydı. Dolores katıldığı Enternasyonal toplantılarından Uluslararası Savaş ve Faşizm Karşıtı Kadınlar toplantılarına kadar Almanya’da yükselen faşizmin kadınlara nasıl bir kölelik ve yıkım getirdiğini biliyordu. Bu yüzden kendi ülkesinde de var gücüyle kadınların ve işçilerin anti-faşist cephede yer alması için çalışıyordu.

KADIN DÜŞMANI FAŞİZM

Faşizmin İspanya’daki temsilcileri giderek güçlendi ve cumhuriyete karşı ayaklanma başlattılar. Ülkenin belirli bölgelerinde sosyalistlerin de yer aldığı ve Sovyetler Birliği tarafından desteklenen cumhuriyetçiler, diğer bölgelerinde de Naziler tarafından beslenen nasyonalistler hakimdi. Nasyonalistler, Cumhuriyetçilerin hakim olduğu Madrid şehrinin kapısına dayandığında Dolores halkın önünde haykırıyordu: “No pasaran! (Geçit yok!)”, “Ön cephedeki kadın milislerimize selam olsun!”
Ne var ki 1936-1939 yılları arasında süren İspanya İç Savaşı’ndan faşist Franco’nun önderliğindeki nasyonalistler galip çıktı. Cumhuriyetçi 1931 Anayasası ile kadınların elde ettiği tüm haklar bir bir ellerinden alınıyor, kadınlara geçmişin karanlığından gelen buyruklar salıveriliyordu: Kocanıza itaat edin! Kadına aile dışında hiçbir kimlik tanınmıyordu. Kadınların hakim ya da akademisyen olması yasaklandı. Her türlü ekonomik, yasal ve politik ilişkileri babaları ya da kocaları tarafından yürütülmek zorundaydı. Erkeklerin izni olmadan banka hesabı bile açamıyorlardı. Eğer bir kadın kocasından şiddet gördüğü için evden kaçarsa “ailesini terk etmek” suçundan tutuklanıp hapse atılıyordu.
Kısacası, Dolores Ibbaruri gibi kadınlar Franco gibi faşistlerin her zaman hedef tahtasındaydı. Nasıl bugün Hitler’in, Mussolini’nin, Franco’nun kadınlara “3 çocuk yerinde saymaktır” diye buyuran hayaletleri aramızda dolaşıp bizi dizlerimiz üzerine çöktürmeye çalışıyorsa, Dolores gibi kadınların ruhu da ayağa kalkmaya çağırıyor: “Ayağa kalk, İspanya halkı! Kadınlar! Çocuklarınızın hayatını savununun, erkeklerinizin özgürlüğünü savunun! Baskının tarihini, tiranlığın tarihini temsil eden güçlerin zaferini kendi ellerinizle vermekten başka aklınıza gelebilecek her türlü bedeli göğüsleyin. Gericiliğe karşı olan herkes! Faşizme karşı olan herkes! Tek bir cepheye! Düşman yenilinceye kadar omuz omuza tek bir kavgaya! Kahrolsun asi generaller! Kahrolsun karşı devrimciler! Yaşasın cesur milisler! Yaşasın işçilerle yan yana dövüşen sadık güçler! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın demokrasi! Kahrolsun faşizm!” (Dolores Ibbaruri, 5 Mart 1937)

Evrensel'i Takip Et