07 Mayıs 2022 23:55

Buca cezaevi yıkılıyor: Yıkımla işlenen suçların izi, direnişin tarihi siliniyor

Buca Cezaevinde tutuklu olarak bulunanlar, gerçekleştirilen yıkım ile işlenen insanlık suçların izinin, ödenen bedellerin ve direnişin tarihinin silindiğini dile getirdi.

Fotoğraf: Kenan Çetin/Evrensel

Paylaş

Ramis SAĞLAM
İzmir
 

Buca Cezaevi, yıkımı aşamasında çevreye yaydığı “asbest” ve yıkımdan sonra yerine ne yapılacağıyla gündeme geldi. Fakat 62 yıl boyunca Buca Cezaevi, birçok acıya, direnişe sahne oldu. Özellikle 12 Eylül sonrası sayısız devrimcinin tutulduğu, hatta yaşamlarının son durağı oldu. 

Bir zamanlar Buca Mahpus Hapishanesinde tutuklu bulunanlarla yaşadıklarını konuştuk. Eski tutuklular, yıkım işlemiyle işlenen suçların, ödenen bedellerin yok edilmeye çalışıldığını söyledi.

İDAM HÜKÜMLÜSÜ NECDET AYMA

Yıkılan Buca Cezaevi'nde tutuklu bulunan Nejdet Ayma 

12 Eylül’ün ardından idamla yargılanan Necdet Ayma 1981 yılı şubat ayında Buca Cezaevine getirilir. Manisa Cezaevinden kaçtığında cezaevi savcısı olan Yılmaz Çelik, Ayma’yı Buca Cezaevinde karşılar. Cezaevi müdürüyle tartışan Ayma o günlere ilişkin şunları söyledi;  “Yıkanamıyorduk, yemekler çok kötüydü. Savcıya bu sorunları anlattığımda, savcıyla tartıştık. Cezaevinde sorun biter mi? Bitmez. Bu sefer cezaevi savcılarından Ömer’in yanına gittim. Bana ‘Ceketini ilikle gir lan!’ dediğinde ben de ‘Sen kaç paralık adamsın önünde ceket ilikleyeceğim’ deyince ayağım yerden kesildi.”  

Ve sonrası güneş görmeyen hücrededir. Yorgan, yatak banyo yemek yok, fakat kedi büyüklüğünde fareler cirit atmaktadır. Kendisine verilen tayını farelerle paylaşmak zorunda kalır Ayma, “Ayakta uyumayı” da orada öğrenir. Özür dilemesi koşuluyla koğuşa verileceği söylenir. Savcının “Akıllandın mı?​” sorusuna tepkiyle yanıt verir.

İDAMDAN MÜEBBETE ANILAR

Ayma’nın Buca Cezaevindeki durağı 1. koğuştur. Bir süre sonra mart 1982’de üç devrimci işçi Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun ve Necati Vardar’ın idamına tanıklık eder Ayma. O tanıklığı şöyle anlatıyor, “Bayram yerine gider gibi idam sehpasına yürüdüler. Uzun zaman sonra Buca Cezaevi sabaha kadar sloganlarla inledi.” Sonra dağıtılan koğuşlar, elbise direnişleri, eski yeni bölüm, hücre ve koğuşlar derken toplam 6 yer değiştiren Ayma’nın idamı müebbette döner. Buca Cezaevinin önünden her geçtiğinde yaşadıkları aklına gelir ve efkarlanır. 

‘DUVARLAR YIKILSA DA DİRENİŞLER UNUTULMAYACAK’

1981 yılının nisan ayında Çankaya’daki eski İzmir Emniyet Müdürlüğü “Siyasi Şube” ye getirilen Mustafa Gencay, üç aylık işkence sürecinden sonra, haziran ayında Buca Cezaevine konur.  

12 Eylülcülerin, her koğuşta “karıştır barıştır” uygulamasıyla karşılaşır Gencay. Bu koğuşlardan birine konulan Gencay’ın buradaki kalışı kısa sürer. 15 yeni 15 eski koğuşun 14’ünde de kalan Gencay, “karıştır barıştır” uygulamasını örgütlü bir şekilde dağıttıklarını anlatıyor; “Tüm siyasi gruplarla direniş kararı aldık. Direnişin ardından hücrelere konduk. Hücrelerde eşofmanlarımızı aldıkları için don-atlet kalmıştık. Mahkemeye götürülürken kapı altına getirilenlere zorla ‘tek tip elbise’ giydirilip kelepçe ile mahkemeye götürülüyorduk. Mahkemede kelepçe çözülünce üzerimizdeki tek tipi çıkarıp atıyorduk. Günlerce süren açlık grevleri, direnişler ve teslim alınamayan devrimci irademiz. Duvarları yıkılsa da ne yaşanan acılar ne de direnişler unutulmayacak.”

‘AĞIR İHLALLERİN TANIĞIYIM’ 

Yıkılan Buca Cezaevi'nde tutuklu bulunan Coşkun Üsterci

Yapılışından tam 20 yıl sonra 1979 yılının aralık ayının son günlerinde Buca Cezaevi ile tanışır Coşkun Üsterci. Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde Devrimci Yol ve Halkın Kurutuluşu dergileri olarak İzmir’de büyük bir protesto mitingi gerçekleştirilir. Onun akabinde tutuklanan Üsterci, üç yıldan fazla Buca Cezaevinde kalır. Cezası onaylanan Üsterci, 21 Mart 1983 tarihinde Çanakkale E tipi Cezaevine sevk edilir. 

1980’de yaşanan Tariş direnişinin bir parçası olan Gültepe davasında idam talebiyle yargılanan Üsterci, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Türkiye’nin askeri darbeye doğru sürüklendiği son süreci Buca Cezaevinde geçiren Üsterci, “Darbe sonrası yaşanan ağır ihlallerin ve acıların birinci elden tanığıyım” diyor. 

YOLU BUCA CEZAEVİNDEN GEÇENLER 

Hapishanelerin önemli hafıza ve hatırlama mekanları olduğunu söyleyen Üsterci, Bülent Ersoy’dan, Tariş işçilerinin direnişini destekleyen Gültepe’nin Halkçı Belediye Başkanı Aydın Erten’e, Deniz Gezmiş’in arkadaşlarından Avukat Metin Cengiz’e kadar birçok kişinin Buca’da kaldığını aktarıyor.

Üsterci, Buca Cezaevinin meşhur konuklarından Bülent Ersoy’u şöyle anlatıyor: “1980 darbesinin ilk günlerinde İzmir Fuarında sahne alan Bülent Ersoy’un, giydiği transparan kıyafetin altından göğüsleri göründüğü için tutuklanarak Buca Cezaevine kapatılmıştı. Buca idaresi homofobik, transfobik kaygılar nedeniyle Bülent Ersoy’u nerede ve nasıl yatıracaklarını bilememişlerdi. En sonunda kullanılmayan spor salonunda özel bir bölüm hazırladılar. Güvenlik sorunu yaşanmayacak düşüncesiyle biz sol siyasi mahpusların kullandığı havalandırma, koridor ve ziyaret alanından yararlandırdılar.”  

HIDIR ASLAN VE İLYAS HAS  

Buca’dan yolu geçenlerden biri de aynı davada birlikte yargılandıkları yoldaşı Hıdır Aslan’dır. Hıdır, İlyas Has ile birlikte 12 Eylül darbecilerinin idam ettikleri en son kişilerdir. Üsterci o günleri anlatmaya şöyle devam ediyor; “O güne kadar 50 kişiyi idam eden darbeciler, sıkıyönetim mahkemeleri idam cezası vermeye devam ediyorlar, fakat infaz yapılmıyordu. Kenan Evren’in ilk kez Erdal Eren için söylediği ‘Asmayıp da besleyecek miyiz?​’ sözünü sık sık tekrarlamasının ardından, 12 Eylül’ün son idamları İlyas ve Hıdır 1984 yılı ekim ayında o sırada tutuldukları Burdur Cezaevinde intikamcı bir zihniyetle, sırf misilleme olsun diye idam edildiler.” 

SOĞUK HAVA, KIRIK CAMLAR, KÖMÜR YERİNE TAŞ…

16 Mayıs 1986’da tutuklanan Haluk Tekeli, 2 yıldan fazla Buca Cezaevinde kalmış. 1987’nin kış günleri için İzmir’in “52 yılın en sert kışı” diye gazetelerin manşet atışını unutmuyor. Tekeli, “63 kişilik koğuşta 8-12 kişi kalıyorduk. İki katlı binanın alt katı yemekhane üst katı yatakhane olarak kullanılıyordu. Yemekhanede neredeyse sağlam cam kalmamıştı. Yatakhanede 3 katlı demir ranza ayaklarının arasında yatak koymak için ahşaptan yapılmış yataklar vardı. Yağmurda koğuşun damı aktığı için bazı ranzaları kullanmak mümkün değildi. Sayımız az olduğu için kırık camlardan esen soğuktan korunmak adına koğuşun ortasında bulunan kömür sobasının etrafına konuşlanıyorduk” diye anlatıyor.  

Dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun bir gün koğuşa gelişini aktarıyor Tekeli, “Gardiyanlar eşliğinde içeri giren Sungurlu’nun, gözlerindeki gayriinsani kin ve öfke ışıltılarını hayatında başka kimsede görmedim. Böcek, fare gibi bir iğrenç yaratığa bakar gibi bakarak, ‘Sorunlarınız nedir?​’ dedi. Durumun bizatihi kendisi büyük bir sorundu, laf olsun diye sorulan soruya verilmesi gereken yanıtları alıp, gitti. İki, üç günde bir ‘kelter’ ile gelen kömür adı üzerinde taş gibi değil sözcüğün gerçek anlamında taştı. Arada bir içinden kömür çıksa da yakmanın ve ısınmanın olanağı yoktu. Gece yatarken üzerimize aldığımız yedi-sekiz battaniye soğuğa karşı bana mısın demiyordu” diyor. 

Kapatılmasının doğru bir karar olduğunu söyleyen Tekeli, “Yıkım kararı Ege Bölgesi açısından önemli bir belleğin yok edilmesi anlamına geliyor. Hem siyasi hem de adli tutukluların buradaki yaşamı memleketin tarihiydi. Olduğu gibi bırakılıp, Adalet Üniversitesi, müze, sergi, kültür merkezi her şey olabilirdi. Ama yıkımla işlenen suçlar, ödenen bedeller yok edilmek isteniyor” diye ekliyor.

‘YIKILMASINI KAÇ KEZ İSTEDİM’

Yıkılan Buca Cezaevi

“Buca Cezaevi yıkılıyormuş” diyor Hanife Dağ, yıkılmasını kaç kez dilediğini hatırlamadığını anlatıyor. Dağ’ın, 11 gün süren işkenceli gözaltı süresinden sonra, koğuşa götürüldüğünde kendisinden önce tutuklanan onlarca devrimci kadınların gülen sevgi dolu yüzleriyle karşılaşınca kaygıları bir anda yok oluvermişti. 

9 yıl 4 ay 15 gün süren tutsaklığındaki tanıklığını kelimelere yüklemeye çalışarak anlatıyor. Nasıl anlatılır ki ölüm oruçları, açlık grevleri, işkence ve katliamlarda, bu dünyaya gülümsemelerini bırakarak yaşamdan koparılanların tanıklığı...

Dağ, tanıklığını şöyle sürdürüyor; “Bu günlerde yıkılan o malta duvarları, 21 Aralık 1997’de siyasi tutsakların kanlarıyla yıkandı. O gün 3 arkadaşımız o maltada can verdi. İki gün geçmesine rağmen tavanlarına kadar yıkanmış maltanın duvarlarında hâlâ kan ve insan eti parçacıkları vardı. Her yer kan kokuyordu. Ama onca zulüm hiçbir zaman neşemizi, birliğimizi geleceğe olan güvenimizi sarsmadı. Eşek sudan gelene kadar dayak yer, kimimiz eli yüzü kanlı, çoğumuz patlıcan gibi morarmış yüzümüz ve bedenimizle marşlar türküler söyler, halay çeker, kahkahalar atardık. Biraz evvel bize işkence yapan gardiyan ve askerler havalandırma penceresinin ardından çekine çekine, şaşkınlık içinde, delirmiş olduğumuza emin bir şekilde bizi izlerdi.” 

ÖNCEKİ HABER

İzmir'de Hıdırellez coşkusu

SONRAKİ HABER

Van Emek ve Demokrasi Güçleri, HDP Genel merkezinde yaşanan olaylara tepki gösterdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa